Doğanın düzene isyanı

Juliette Losq’un incecik çizgilerle resimlediği yüzlerce yaprak, el değmemiş doğanın ve kaosun uygarlık ve düzene başkaldırışının birer simgesi niteliğinde.

Yayınlanma: 11.03.2015 - 23:06
Abone Ol google-news

“Burdur Gölü Ölüyor” (DHA - 06.02.2015 - Cumhuriyet Portal), “Diren Çanakkale” (Özlem Güvemli - 10.02.2015 - Cumhuriyet), “Koyu Feda Ettiler” (Emre Döker - 13.02.2015 - Cumhuriyet), “170’in üzerinde kılavuz balina Yeni Zelanda sahillerine vurdu” (Reuters - 13. 02.2015 - The Guardian) “Almanya hidrolik kırmayı yasallaştırma yolunda” (Arthur Neslen - 14.02.2015 - The Guardian), “İran milletvekilleri hava kirliliğini tıbbi yüz maskesiyle protesto ettiler” (AFP - 16.02.2015 - The Guardian), ve “Çin’in gülağacına duyduğu iştah Madagaskar ormanlarını yok ediyor” (Laurence Caramel - 16.02.2015 - The Guardian).

Bu tüyler ürperten manşetlerin hepsi sadece ama sadece Şubat 2015’te İngiltere ve Türkiye’de çevreyle ilgili yayımlanan önemli haber ve makalelere ait.

Londra’da, Griffin Gallery’nin, Bristol temelli, göçebe sergiler düzenleyen Antlers ile işbirliği sonucu “The Tragedy of Landscape” (Manzaranın Trajedisi) başlığı altında Griffin Gallery’de açılan karma sergi, hem Türkiye’de hem de dünya genelinde doğa ve dolayısıyla insan düşmanı politikaların dünya nüfusunun büyük bir bölümünce hiç fark edilmediğini düşündürtüyor.

Sergide yer alan sanatçıların her biri de yapıtlarını bu “ilgisizliğe” kafa yorarak ortaya çıkarmışlar.

 

Genç güncel sanatçılar

Caspar David Friedrich gibi 19. yüzyılın göz alabildiğine temiz, el değmemiş pastoral manzaralarını resmeden Romantik dönem ressamlarının (ki bu dönemde Sanayi Devrimi çoktan doğa yasalarını çiğnemeye başlamış, egzotik hayvan ticareti doruğuna ulaşmıştı; dönemin sanatçıları geçmişte bıraktıkları doğaya duydukları özlemi ifade eden yapıtlar üretiyorlardı) tablolarının uyandırdığı duygudan yola çıkarak düzenlenen sergi, şimdiden önemli başarılar yakalamış genç güncel sanatçıların işlerini sanatseverler ve koleksiyonerlerin beğenisine sunuyor.

Ambrosine Allen, Anouk Mercier, Geoff Diego Litherland, Juliette Losq, Reece Jones ve Wieland Payer’ın farklı tekniklerdeki çalışmalarını barındıran serginin en etkileyici yapıtlarından biri olan “Polydorus” 1978 İngiltere doğumlu, Jerwood Resim Ödülü’nü 2005’te alan Juliette Losq’un elinden çıkmış.

Kâğıt üzerine mürekkep ve suluboya ile çalışılmış manzara, yırtılmış kâğıt parçalarının iki duvarın kesişme noktasından dışarı yayılır biçimde düzenlenmesi ve önüne yerleştirilen siyah yağlıboya ile boyanmış etajer enstalasyonu ilk bakışta dikkat çekiyor.

Losq’un çalışmasına yaklaştıkça, harcadığı emek daha da belirginleşiyor. İncecik çizgilerle resimlediği yüzlerce yaprak, el değmemiş doğanın ve kaosun uygarlık ve düzene başkaldırışının birer simgesi niteliğinde.

Çalışmalarını 17. ve 18. yüzyıl Romantik manzara desenleri, gravürleri, fotoğrafları ve ön yüzünde dağ resimleri olan kartpostallar biriktirerek ve bunlardan esinlenerek ortaya çıkartan, 1984 Paris doğumlu Anouk Mercier’nin işlerine de yakından bakmak gerekiyor.

Aseton ile transfer tekniğiyle yapılmış eserlere uzaktan baktığınızda dijital baskı olduğu yanılsamasına kapılabiliyorsunuz.

Olağanüstü bir intizamla zaman ve mekân kavramlarını altüst eden, parçalanmış ama yine de güzel denebilecek manzaraları işleyen Mercier’nin “Akşam Güneşi Harap Şehrin Üzerinde Işıl Işıl Yanarken” başlıklı çalışması, bir gün doğanın insanın ona uyguladığı işkenceden galip çıkacağına dair ipuçları veriyor.

Londra’ya yolunuz düşerse, doğa ve insan arasındaki bağlantı üzerine kafa yoran bu çağdaş sanatçıların yapıtlarını doyasıya izleyin derim.

([email protected])


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon