Duyguların yüzlerini yapmaya çalışıyorum

Ressam Can Tatlıparmak resimlerinde yalnızca duygulardan oluşan yüzler yapıyor. Bedenin diğer parçaları ve resimdeki dünya yalnızca buna yardımcı. Yüzlere benzeyen formlarla algılar yaratıyor. İzleyicinin ruh hali ifadeyi belirliyor çoğu zaman. Böyle olunca da en çok şiddet düşüyor payına. Bunu yapmaktan da sıkıntılı çünkü üretirken şiddeti yeniden tekrarladığını düşünüyor.

Yayınlanma: 12.01.2015 - 15:42
Abone Ol google-news

Can Tatlıparmak ressam, müzisyen ve daha bilmediğimiz pek çok şey. Tüketmeyi sevmediği için sokaklardan topladığı, çöplerden aldığı nesneler üzerine çalışıyor. Kazalar ve talihsizlikler de eserlerinin yaratım sürecinin birer parçası. Günümüz dünyasının ölümcül rekabetinden ve ticari sanat algısından uzakta kurtarılmış bir hayat yaşıyor. Geceleri Beyoğlu'nda müzik yapıyor, geçimini de buradan sağlıyor. Resimlerini de satılıyor ama “Resimler satıldığı zaman mı sanat eseri oluyor?” sorusu hep aklında, böyle bir sergi açmışlığı da var. Diyarbakır'dan New York'a dünyanın ve Türkiye'nin pek çok yerinde toplamda 30'dan fazla sergi açmış. Hayatında çok fazla flu alan var. Beylik laflar etmeyi de sevmiyor. Kısa ve net. Eğer bir miras bırakıyorsak “anlamaktır” diyor o “sevdiklerimizi anlayabilmek”. İşte hikayenin devamı...

- Resimlerinizde buralardan çok uzak ama duyguları buradan bir dünya var. İzleyiciyi davet ediyor. Pek çoğunda kırılgan, öfkeli yüzler var, hepsinde de belirgin bir yorgunluk. Nedir bu hayaletlerin hikayeleri?

Bedenler ve yüzler olsa da resimlemeye çalıştığım duygular. Ben duyguların yüzlerini yapıyorum. Beden ve anatomik özellikler yardımcı uzuvlar. Bazı resimlerimde bedenler de yok, hatta yüzler de. Yüzlere benzeyen formlarla algılar yaratıyorum. İzleyici oraya ifadesini koyuyor bazen. Hiper sürrealist resimler yapıyorum. Öte yandan tüm bunlar tanık olduğum şeyler. Sokaktaki, şiddeti görüyorum, tanık oluyorum, sonra eve geliyorum o şiddeti resimlerimde yeniden üretiyorum, tekrarlıyorum. Çözüm üretmeden onu yeniden yaşatmak en büyük marazım belki de.

- Eserlerinizi ne bulursanız onun üstüne aktarıyorsunuz, bunlar bazen çöpler oluyor bazen de sokaktan topladığınız nesneler.

Tüketmeyi sevmiyorum, bununla da alay etmek istiyorum o yüzden resimleri köpüğün üzerine, sokaktan bulduğun nesnelerin üzerine yaptığım çok oluyor. Bazen de hiç param olmuyor. Ayrıca çöpün kokusunu severim, aldığım nesnelerin çoğu kedi çişi kokar mesela. Böylesi steril değil, hayattan ve sahici. Mesela Almanya'da bir sergi açmıştım teması “Resimler satıldığı zaman mı sanat eseri oluyor?”du. Bunu iddia ettim ve resimler satılmadı, kimse de gelmedi. Dertlerim günümüz dünyasının koşullarından bağımsız. Çocukken de yalnızlığı severdim, evlerin tenhalarındaydım. Bodrumlar, çatı katları, terk edilen eşyaların konulduğu odalar... Benim oyuncağım bunlardı, her şeyi çizerdim, müzik yapabilmek, ses çıkartabilmek için de elime ne geçerse kullanırdım. Çocukken de ressamdım. Bir dönem Boğaziçi Üniversitesi'inde felsefe okudum, aradığımı bulamadım. Felsefe yapmak için okula gitmek gerektiğini düşünmüyordum. Hayattan alabilirdim bu bilgiyi. Zaten eğitimle, okulla, kariyerle, aile ile hep sürtüşmelerim oldu.

- Bu sürtüşme eserlerinizle aranızda oldu mu hiç?

Bazen yaptığım resimleri bir boya tabakasıyla örtüyorum. Hayalimi, duygumu yansıtamadığım zamanlar çok oluyor. Sonra an geliyor resme tekrar başlıyorum. Bu çok açıklanabilir bir tavır değil, profesyonellik de değil. Neyse işte o!

-Peki, nasıl çalışırsınız?

Önçalışma yapmam, eskiz çizmem. Hatasıyla sevabıyla düzleme girişiyorum, atölyenin kendisidir benim yaptıklarım. Resmim atölye kazalarına da açık, beden dokunuşlarına da. Resmi hortumla yıkadığım, kazıdığım, bezlerle sildiğim de olur. Sanırım belli bir yolum yok, yoldayım yalnızca. Bu sorumsuzluk gibi görünürken aslında içimde ağır bir sorumluluk hissi yaratıyor. Kendim olmak için bu anlamda epey şey feda ettim. Bu yüzden çürümüş her şey var resimlerde. Resim yaparken acı çekiyorum, bile isteye bunu yapıyorum bu. Müzik yaparken daha umutlu ve huzurluyum mesela.

-Sokakta müzik yaparak geçiniyorsunuz, müzikle serüveniniz nasıl geldi bugünlere kadar?

Müzik baba mesleği. Babamın Ankara Gar Gazinosu'nda beni piyanonun üstüne oturttuğunu hatırlıyorum. İyi bir cazcıydı, hayatı da caz gibiydi. Bize de çok yer yoktu orada. Savrulduk geçti çocukluk ve ilk gençlik. Ben de yirmili yaşlardan sonra müziği el yordamıyla öğrendim, genlerimde varmış demek hızlı ilerledim. Sonra şirketler, oteller, barlar, restoranlarda epey çaldım. Cici yerlerde, bazen sürekliliği olsa da sigortasız şekilde çalıyordum. Bu hayatı sevmiyordum, yavan ve yabancıgeliyordu. Beni mutlu edecek yer sokaktı, herkesin içinde ortasında ama yalnız. Metroda çalan bir arkadaşım kendine bu şekilde bir ev bile aldı. Şu an hareketli gecelerde iyi kazanıyorum. Dönem dönem de resimlerimin iyi sattığı oldu ve nefes aldım. Aslında müziği hiç bırakmadım ama resme sıkça ara verdim. Ben koşulların adamıyım. Hayatın bana ne vereceğini de biliyorum, tek derdim özgür kalabilmek.

-Tüm bunları yaparken hayat neredeydi, bir hayat var mıydı?

Belki de yoktu, ya da ben yoktum o hayatta. İnsanlara ters bir hayat sürdüm, a sosyal yaşadım. Iskalanmış da olabilirim pek çok anlamda. Boğaziçi felsefeyi terk ettim, Mimar Sinan Üniversitesi'yle boğuşup zorlukla bitirdim. Diyarbakır'dan New York'a dünyanın ve Türkiye'nin pek çok yerinde toplamda 30'dan fazla sergi açtım, hep yalnızdım, kimse de bilmedi beni. Belki de seçimlerim yanlıştı.

- Gelecekle ilgili kafanızda bir şeyler yok o belli, şimdi ve sonraya bıraktıklarınız neler?

Bıraktığımız gerçek miras “anlamaktır” yalnızca! İnsanlar birbirini tam olarak asla anlayamaz, belki yalnızca bazı şeyleri paylaşabilir, fazlası maalesef mümkün değil.En yakınındakini, en sevdiğini anlamazken bir resmi anlamak ne kadar mümkün? Hem bunların ağzı var dili yok. O yüzden şık ama boş laflar etmek istemiyorum.İnsanlar son zamanlarda sanattan çok sanatçı ile ilgileniyorlar, böyle bir dünyada görünmez olmak daha sağlıklı.

-Öfkeli misiniz ya da kırgın?

Değilim, çünkü insan düşmanlarına kırılmaz. Anlatabileceğim onlarca hikaye var, anlatsam neye yarar ki? “Değerli” bir sanatçı enstalasyonumu çöpe attı kendi resimlerini aldı mesela. Fikirlerim kullanılıp işler çıkarıldı benden habersiz. Böyle yaralarım çok, batıyor acıtmıyor bunlar. Ben sanatçıların insancıl ve vicdan sahibi olduklarını düşünürdüm, en büyük cehaletim bu iyimserlik oldu!

-ÇukurcumArt başladı ve bitti. Orada neler oldu ya da olmadı?

Çukurcuma'da 2010 yılında dolaşıp ev ararken izbe, yarı zemin bir daire buldum. Kirası çok uygundu, orasını üç dört ay uğraşıp temizledim, boyadım, yaşanır hale getirdim ve bir galeri olarak hayata geçti. Dört yılda yedi sergi açtık. Emel Akın, Erkman Senan, Cemal Gökhan Söyleyen ve daha birçok isim... İki tane de 1 Mayıs sergisi yaptık. Bahadır Baruter'in ilk yağlı boyalarını da orada sergiledim. Ama ÇukurcumArt nedense arkadaşlar arasında bir evcilik oyunu gibi algılandı. Katılımcılar da pek paylaşmadı, sahiplenmedi oluşumu. Sanırım şüphe uyandırdı, çünkü sokakta müzik yapan, resimleri az satan bir adam bu deliliği nasıl yapabiliyordu kimse anlamamıştı. Arkamda birileri mi vardı? Kirası beş yüz liraydı bu mekanın, katılımcılardan da yüz lira katılım ücreti alıyorduk zaten ödemiyorlardı çoğu. Hafta sonu da atölyeler yapıyorduk. Jam Sessions'lar da güzeldi ama yaşatamadık.

- Eserleriniz çöpe gidiyor, çalınıyor. Nedir bu talihsizlik?

Hafriyat grubunun “Hain Geceler sergisi içi Asmalımescit’teydik. Mekan temizlenirken ki çöplerden bir enstalasyon yaptım ve çöplerden yaptığım için olsa gerek çöp olarak değerlendirildi ve atıldı. Bu sergide saldırgan bir işim daha vardı. Ahşap üzerine akrilik bir resim yapmıştım, resmin bir sanat eseri olmadığı, bir dart tahtası olduğunu iddia ettim ve insanların ona gönül rahatlığı ile dart atabileceklerini söyledim, yanına da okları koydum. İnsanlar başta tereddüt ettiyse de daha sonra herkes hedefi buldu. Bu hareket yayıldı başka resimlere de atmak istediler, tabii o zaman işler epey karıştı. Bu eser oradan ya çalındı ya da alındı onu bilemiyorum ama bir yıl sonra sokak müzisyenleri arkadaşlarım resmi buldu getirdi. Üzerinde çivi, çimento izleri vardı, bir kısmı kırılmıştı. Büyük ihtimalle de bir inşaatta kullanılmıştı. Sanırım son dokunuşu da başına bu gelenler yaptı ve iyi bir resim çıktı ortaya! Şimdi ne var desen hayatında, yine geceleri müzik yapıyorum, oradan kazandığımla da  resimlerimi. Umutlu hayallerim, ihtiraslı hedeflerim de yok...

www.cantatliparmak.com


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler