Faruk Duman'dan 'Yazmalı Defter'

Faruk Duman’ın yeni denemelerinden oluşan “Yazmalı Defter”, bireyin yazı ve yaşam arasındaki devinimini ve bu süreç boyunca edindiği deneyimleri konu ediniyor temelde. Kitap çoğunlukla yazı/yaşam/ölüm üçgeninde seyretse de sayfalar ilerledikçe yazarın dünyasına yakından bakma şansını da yakalıyoruz.

Yayınlanma: 01.12.2017 - 21:44
Abone Ol google-news

Edebiyatın doğduğu yer

Stefan Zweig, kaleme aldığı bir yazısında şöyle diyor: “Yıllar böylece çalışarak, seyahat ederek, öğrenerek, okuyarak, biriktirerek ve zevk alarak geçiyordu. 1931’de bir sabah uyandım ve elli yaşındaydım.”

Akıp giden zaman karşısında nerede duracaklarını çoktan tayin etmiş olsalar da sona doğru yaklaştığını hisseden herkes gibi büyük yazarlar da tarifsiz bir paniği yaşıyor demek. Üstelik bu panik duygusu, var olmanın sancısını ve belirsizliğini hissetmekle yakından ilişkili. Aynı duygunun bir başka örneği Simone de Beauvoir’de de karşımıza çıkıyor. Beauvoir, 4 Kasım 1939’da yazdığı günlüğüne şu notu düşüyor: “İyi tanımlanmış bir şeye dönüştüğümü hissediyorum. Otuz iki yaşıma gireceğim, kendimi tam bir kadın gibi hissediyorum, nasıl bir kadın olduğumu bilmek isterdim.” Geç kalma korkusu veya yetişememe endişesiyle açıklayabileceğimiz bu saplantılı duyguya hemen her yazarda rastlamak mümkün. Fransız antropolog Marc Augé, tüm bu sorunları derinlemesine ele aldığı Yaşsız Zaman’da, yaş almanın yaşam karşısında nasıl şekillendiğini etraflıca inceliyor.
 
YALNIZLIĞI AZALTMANIN YOLLARI

Faruk Duman’ın yeni deneme kitabı Yazmalı Defter, Marc Augé’den bir alıntıyla açılıyor: “Yazmak, ölmek gibidir biraz.” Duman, bu cümleden hareketle Augé’nin yaş alma/yaşlanma konusundaki düşüncelerini yazmakla ilişkilendiriyor ve yazının da gittikçe belirsizliğe yani temelde ölüme yaklaşan bir güdü olduğunu ifade ediyor. Bu önerme şüphesiz ki olgunlaşmaya doğru evrilen bir süreci işaret ediyor ancak ölümle birlikte, yani ölmeye yaklaştıkça kaygının, korkunun ve şüphenin de ters bir orantıyla artmaya başladığı başka bir gerçeklik duruyor yanı başımızda. Yazmanın ölmeye ama en çok da yalnız ölmeye benzediğini belirten Duman, bu önermeyi biraz daha açarak başka bir soru çıkarıyor karşımıza: Yazmanın yalnızlığı azaltan bir yanı var mıdır? Bu düşünceyi ortaya koyarken yazının belirsizliği ve yazarın bir ömür süren arayışını örnek gösteriyor. Öyle ki yazma eyleminin tek taraflı ilerlemeyip bu arayış boyunca yazarın da kendini tanımaya başladığını ifade ediyor. İki taraflı bir inşa söz konusu: Yazar yazıyı inşa ederken -farkında olmasa da- yazı da yazarı inşa ediyor. Yazmanın ölmek gibi olduğunu belirten Augé, yaş almakla olgunlaşmak arasındaki koşutluktan söz ediyor elbette. Yazarken de bu denge karşımıza çıkar. “Yalnız kalmaya başladıkça yalnızlığımızı azaltmanın yollarını arar dururuz. O halde yazı da yalnızlığı azaltmanın en kestirme yollarından biridir,” diyor Duman.

Yazmalı Defter, bireyin yazı ve yaşam arasındaki devinimini ve bu süreç boyunca edindiği deneyimleri konu ediniyor temelde. Kitap çoğunlukla yazı/yaşam/ölüm üçgeninde seyretse de sayfalar ilerledikçe yazarın dünyasına yakından bakma şansını da yakalıyoruz. Faruk Duman Yazmalı Defter’de kendi yazarlık serüvenindeki deneyimlerini de paylaşıyor ve edebiyatını kurarken hangi aşamalardan geçtiğine, yaptığı okumalara, yazar olma yolundaki güçlüklere de değiniyor. “Yazmanın işlerlik kazanmış bir okulu olmadığını” söyleyen Duman, yazıya en yakın uğraşın eleştiri olduğunu belirtiyor. Buradaki eleştiri kavramını “çözümleme” yani “inceleme” olarak yorumlamak gerek. Eleştiriyi yalnızca yazınsal bir metin için değil sanatın herhangi türünde bir eser ortaya koymak için de gerekli bulan yazar, sanat yetisinin çoğunlukla el yordamıyla kazanılacağının da ayrıca altını çiziyor. Şöyle diyor kitabın bir yerinde: “Sanat öğrenilmez, sezgiyle, yani el yordamıyla yapılır. Resim tekniğinin, öğ- rencilere kusursuzca öğretilmesi o öğrencilerin hepsini ressam yapmaz. Ama tekniği zayıf öğrencilerde de nice ışıklar görebilirsiniz.” 
 
YAZMAK VE YAŞAMAK

Kitabın bir bölümü de yazının amacına ve toplumsal önemine ayrılmış. Yazma eyleminin temelde bireysel bir çalışma olduğunu belirten Duman, eserin eninde sonunda ortak bir ürün haline geldiğini ve dolayısıyla toplumsal bir role büründüğünü ifade ediyor. Doğrusu sanatın bütün verimlerinde bu ortaklıktan söz etmek mümkün. Kişisel bir çabadan doğan sanat, bir noktadan sonra takipçisini de içine alarak yepyeni bir biçime bürünür ve kendi gerçekliğinin dışına taşıp böylece evrensele ulaşır. Ancak yazının ortak bir ürüne dönüşmesiyle toplumsal bir ürün olarak üretilmesi arasında net bir ayrım var. İşte bu noktada yazının amacı ve etki gücü öne çıkıyor. Okur için yazılan yazı ya da eleştirmen için yazılan yazı… Faruk Duman her ikisinin de mümkün olabileceğini belirtiyor. Bireysel bir çalışmadan doğan yazı, ortak bir ürüne dönüşünceye kadar hem yazarı hem de okur ve eleştirmeni içine alarak gelişimini tamamlıyor. Duman, en doğru yöntemin “(...) eleştirmenlerden öğrenilen edebiyat değerlerini savunmakla birlikte okur beğenisinin peşine düşmek” olduğunu ifade ediyor.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu defa yazarın amacı üzerinde duruluyor. Ürettiği eseri bir yerden sonra toplumsal bir ürüne dönüşen yazar, en başta gerçekten neyi amaçlar? Bu sorunun cevabını çoğu kez yazarların yaşamlarında aramak gerektiğini belirten Faruk Duman, yazı yazmakla yaşam sürdürmek arasında sıkı bir ilişki olduğunu düşünür. Sözgelimi Stendhal’in girip çıktığı işlerde bir türlü başarılı olamamasını ve sonunda yazıya yönelmesini de bu ilişkiye bağlar. Yazmak için doğmak ya da yazmadan edememek gibi söylemlerin tersine, Stendhal yazmaktan başka çaresi olmadığı için belki de bu yolu seçmişti. Şöyle diyor Duman: “Yazmak, köşeye sıkışmış insanın tepkisidir. Orada, gidebileceği başka bir yer yoktur onun.” Aynı şekilde küçük yaşlardan beri geçim zorluğu çeken ve elbette edebiyata meraklı da olan Ahmet Mithat Efendi’nin “mecburen” yazıya yöneldiğini belirtiyor yazar. Demek yazı, çoğu kez yazar olmak için değil yazmaktan başka bir çözüm bulunamadığı için de seçilebiliyor.

Stendhal edebiyatının da yalnızlıktan, içinde yaşadığı sıkışmışlıktan doğduğunu belirtiyor Faruk Duman. “Yani, zaten gerçek edebiyatın doğduğu yerden.”
 
Yazmalı Defter / Faruk Duman / Alakarga Yayınları / 96 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler