Ferruh Tunç'tan 'Bir Cümle Olmaya Geldim'

Ferruh Tunç, dördüncü şiir kitabı “Bir Cümle Olmaya Geldim”le tekrar okurla buluştu. Tunç’la yeni kitabını ve ‘yeni dünya’da sözün ederini konuştuk.

Yayınlanma: 12.02.2018 - 15:18
Abone Ol google-news

‘Şiir, sözün hâlâ mihenk taşı’
 
- Ahmet Telli’nin yorumuyla şiirlerinizde hep bir zaman ve mekan arayışı var. Kitabın açılışındaki ‘Hipotez’de “Pusulanın göstermediği bir yer var / yolum oraya benim” diyorsunuz. Yolculuk ne sizce; nereye ya da daha ne kadar yolunuz var?

- Yolculuk; mekân ve zamanla rutin dışında bir kavuşma, kucaklaşma... Yadırgamayı, şaşırmayı, ayrılmayı, kavuşmayı ve yakın ağırlıktaki duyumsal estetik var oluş kategorilerini öylesine güçlü barındırıyor ki onun insan hayatında temel ve şiirsel bir metafor oluşu bundan. Sembolden çok ötelerde... Bu yüzden, yolculuğun neyi ifade ettiği sorusu şiirsel bağlamda kalarak kolay cevaplanamaz bence. İnsanın, bildiği ile duyduğu arasındaki mesafenin kısaldığı, birinin ötekine dönüştüğü özel bir var olma hâli yolculuk...

- Okurun da eşlik ettiği ve dönüştüğü bir yolculuk bu aslında. Ne bulacağız bu yolculuğun sonunda?

- Yolculuğun sonunda bir şey bulunamaz. Bu soruya en güzel cevaplardan biri Cevat Çapan Türkçesiyle, “İthaka” şiirinde veriliyor. Nostos’un ne ya da neresi olduğunun yanıtı da var burada: “Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka/ o olmasa, yola hiç çıkmayacaktın / ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka” (Konstantin Kavafis / Çev. Cevat Çapan). Benim yurdum evren, Samanyolu, doğu, batı, kuzey, güney, Türkiye, Antalya... Bazen bakar göremem, bazen sıkı sıkı sarılırım.
  

BÜTÜN SANATLARIN ANASI ŞİİR”

- Bir cümle olabilmek için nice cümleler kurup sözü yontarak başka şiirler çıkarıyorsunuz. Dönüşüm henüz bu kadar sıradanlaşmamışken bile mesela Hegel, şiirin gerilediğini yazmıştı, Sartre sözcüklerin gücünü kaybettiğini savunmuştu. Sizce şimdi söz nerede duruyor?

- Tarih boyunca söz bir yandan çoğalıp zenginleşirken güçleniyor, bir yandan da yayılıp sığlaşarak değeri düşüyor ama çağ dönümlerinin hemen ardından sürecin bu ikili karakteri daha fazla fark ediliyor. Geride bırakılan bir çağda içten içe değişen söz ayarı, çağ dönümünün ardından deyim yerindeyse birden bire gövdeleşip resmîleşiyor. Böyle zamanlarda, hem görece eski istikrarın hem de yeni ‘devrimci’ durumun sözcüleri ve taraftarları oluyor. Yalınkat bir saflaşma değil ama. Bu ikiliğin her ikisi de aynı bünyede, biri daha ağır basmak üzere bulunabiliyor. Hegel’in ve Sartre’ın sözleri bir göreceliliğe işaret ediyor bu bakımdan. Evet, bugün de (postmodern dönemde ya da küreselci neoliberal emperyalizm döneminin sonuna gelindiğini sezdiren günlerde) karşılığı olmayan parayla kendini zengin ilan edenler kadar, benzer bir kurnazlık ve vicdansızlıkla edinilmiş söz bolluğuna bakıp kendini şiirin ötesine geçmiş hissedenler çoğunlukta. Ama bu hem insani gerçekliğimizin bütününü hem de meşruiyetini ve saygınlığını temsil etmiyor. Gerçekte ise bugün de şiir, bütün sanatların anası olarak her zaman ayarı bozulan sözün mihenk taşı olmayı sürdürüyor. Az duyulduğuna bakmayın. Bir Cümle Olmaya Geldim’i; şiiri sözüm ona geride bırakmış, bu değersiz söz çokluğuna, ‘şiirin verdiği ayar’ hizasına girmek iddiasıyla yazdım.

- ‘Otantik’ başlıklı şiir, estetik eşiği mi bildiriyor bize?

- “Şiirimiz restore edilmemiştir” dizesi yine kitaptaki bir başka şiiri (‘Restorasyon’) yankılayarak şiirin, ‘şiir gibi’den ayrımına işaret ediyor olmalı; şiire benzerken şiirin yerine geçenden korunma refleksine... Restorasyon bir çeşit manipülasyon çünkü. Şiir dili, başka dillere ait ikilemlerin, açmazlarının ve yasakların yok saydığı anlama, kavrama ve deneyimleme kanalları açar insana. Ahlakçılıkla, sofulukla, çıkarcılıkla, sığ politik ilgilerin taraftarlığıyla mesafeli durur. Dile dönersek şiir; aslına rücû ya da baştan ve bambaşka yaratma ikileminin sıkıştırdığı alanı açar. ‘Aslı gibi’ değil, ‘asılsız da değil’, ‘asıl’ kalarak zaman içinde yeniden doğuşunu sürdürür.

- Dil nasıl olmalı, ne anlatmalı? Şiirde vaaz, propaganda, reklam dili nasıl tehdit ediyor bizi?

- İhtiyatlı bir ifadeyle vaaz dinsel, felsefe ontolojik, reklam pazara ait, propaganda ise siyasi-ideolojik diller. Bunların dördü de son çözümlemede tek odaklı ve işlevsel. İşin ilginç yanı, tek odaklılıkları ile işlevsellikleri de çelişir çünkü bir başlarına başa çıkamazlar kendilerince yararlı sonuçlar üretmekle. Birbirlerini ama en çok da estetiğin dilini istismar, istila veya asimile etmeye yeltenirler ve bunu kısmen başarabilirler. Estetik dilin de bu üçünden çoğunlukla teolojik, ontolojik ve zaman zaman da propaganda diline göçüp gömülebilir Yani kısmen veya tamamen üstünü örtebilir…  
 
- Estetik dil göçtüğü, çöktüğü ve gömüldüğü zaman bir boşluk oluşmaz mı? Bu, estetik var oluş için gerekli mi?

- Arsız ve istilacı bilme biçimlerinden kurtarma, bunlar arasındaki iç mücadeleden farklı şekilde, var olanın yerine geçmeyi değil, yeniden bilme (hatta ‘başka’ bilme) için boşluk yaratmayı gerekli kılar ister istemez. Bu boşluğu, estetik deneyimin boyutlanacağı ‘kültürel’ ortam olarak nitelemek, sözü anlaşılır kılmak için göze alınacak bir analojidir.

 
ŞİİRİN DİLİNİ SAVUNMAK, ŞİİRİ ÜCRADAN ÇIKARMAKTIR”

- Şiirin ve şairin tepkisi ne oluyor peki bu duruma; sözcükler mi sessizlik mi?

- Hâkim bir çizgi olarak şair, şiirin ve estetiğin dilini olağanüstü dönüştürdü, ona özerk ve korunmuş bir alan yarattı. Ama bu, aynı zamanda şiirin hayatın büyük bir alanından çekilmesi pahasına oldu. ‘Hayat buysa ben yokum’ dedi şair. Şiirin; dilini, formunu ve kendisini ücraya çektiği bu dünyada, estetik dışında kalan bilinçler ise ücraya sığınamayıp yaşamdan uzaklaşamayacak insanların zihninde ve duyuşunda, ücradaki şiirin olanaklarını da kullanarak (istismar ederek) at oynattı. Şiirin dilini vaaz, propaganda ve reklam diline karşı savunmak; ücradaki şiir dilini istismara, istilaya, asimilasyona karşı savunmaktır ama bana sorarsanız daha da ileri gidip şiiri ücradan çıkarmaktır.

- Ahmet Telli, kitaptaki ‘Uzun Hava’yı “Bu şiirden bize kalan; folklorik ve yerel bir tat yerine yerli ama evrensel yeni bir caz duygusudur” diye tanımlıyor. Sizce nedir bu yerel ve evrensel caz?

- Caz, önce şarkı kalıplarının kırılması. İkincisi, müzik geleneği ile tümden kopuk olmayan bir doğaçlama. Üçüncüsü, mekânsal bir çıkış yeri var ve bunu ihmal etmeden başka kültür ve mekânları kapsayabiliyor. Uzun bir ırmak; yatağını tanıyan, akışın tadını çıkaran… Makamlar dışından başlayan bir ‘hâl’ ama ilerledikçe önceden kararlaştırılmamış bir makama da dönüşebiliyor. Caz, modern şiir ya da modern şiir caz gibi.

- ‘Uzun Hava’ sizce ne?

- ‘Uzun Hava’, kitapta cazla en çok ilgili olan şiir. “Hem gelenek eskiden yapılan şey değildir ki…” diye biter şiir. Gelenek ve yenilik ikiliğini aşma denemesi denilebilir ona. Uzun havanın doğaçlamasına yaslanıyor, iki dizelik bir nakaratla parçaları birbirine bağlıyor, kendini sözün akışına bırakarak müziğin, çağrışımın götürdüğü yere gidiyor. O tonunu, bir yandan kitabı var eden yolculuklardan alıyor bir yandan da hayatımdaki ve hayatımızdaki eksiklikleri başka türlü bir varlığa dönüşen Metin Altıok, Behçet Aysan ve Ahmet Erhan’ın kaybına bir çeşit mersiye oluşundan…
 
Bir Cümle Olmaya Geldim / Ferruh Tunç / Everest Yayınları / 104 s. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler