Kültür, tarih ve lezzet iç içe geçince...

Gezgin Damaklar’ın turu ile Diyarbakır, Mardin, Midyat, Savur ve Dara Antik kentini kapsayan gezimizi bir yerel lezzetler şölenine dönüştürdük.

Yayınlanma: 27.08.2014 - 15:48
Abone Ol google-news

Sabahın ilk ışıkları ile gerçekleşen İstanbul-Diyarbakır uçuşumuzun ardından Hırçın Fırat’ın ilk görüşte aşık olduğu sakin akan nazlı Dicle’nin öyküsünü dinlemeye başlayarak koyuluyoruz yola.....Rehberimiz Bülent şiirlerle, öykülerle bezeyerek anlıyor 33 medeniyete ev sahipliği yapmış Bekirlerin Diyarı Diyarbakır’ı. İlk durağımız daha doğrusu Gezgin Damaklar’ın ilk lezzet durağı Mustafa’nın Kahvaltı Dünyası. Tarihi Hasanpaşa Han’ında bize ayrılan odaya giriyoruz. 2 kocaman yer sofrası üzerinde enfes bir Diyarbakır kahvaltısı. Babası Hacı Mehmet Usta’nın yanında daha 7 yaşında işe başlayan Mustafa Usta tarihi dokusu ile o mekanda yöresel peynirleri, kavurması, ev yapımı yoğurt ve kaymağı ile bize eşsiz tadlardan bir ziyafet çekiyor.

Kim bu Gezgin Damaklar diye soracaksınız şimdi. Şirketin sahibi Ferzan Kırhan. Sektörde 18 yıllık deneyime sahip FHS Turizm’in de sahibi aynı zamanda. Genel Müdürü ise turizm sektörüne yıllarını vermiş bir isim: Süha Alnıtemiz. “Farklı ne yapabiliriz diye kendimize sormaya başladığımızda bu fikir ortaya çıktı” diye anlatıyorlar. Ve kültür ile folklorik yaşamı ve farklı lezzetleri bir araya getiren turlar düzenlemeye karar verdiklerini söylüyorlar.

İlk tur nisan ayında Alaçatı ot festivali ile başlamış. Güney Doğu, Karadeniz, Kapadokya derken hemen her yere uzanmaya başlamışlar. Kimi zaman bir köy evinde yer sofrasına konuk olmak da var bu turda, şehrin şık lokantasında lezzetli yemek de... Biz de öyle yaptık ve Diyarbakır’da keyifli bir kahvaltı ile başladığımız turumuzu Diyarbakır Ulu Cami, Şeyh Muattar Cami (Dört Ayaklı Minare), Şehir Surları, Keçi Burcu ve 10 gözlü Emevi Köprüsünü gezerek taçlandırdık.

Ardından yeniden yıllara düştük. “Tarihi bir de taştan dinleyin Anadolu deyince taşlar gelir aklımıza; yarısı Diyarbakır, yarısı Mardin..” diye söze başlayan rehberimiz kültür dağarcığımıza yeni eklemeler yaparak bize ikinci durağımız Mardin’e ulaştırdı. Tarihi taş evleri, Akkoyunlu’ların ünlü eseri Kasımiye Medresesi ve sonra Süryaniliğin Vatikan’ı sayılan Deyr-ül Zefaran Manastırı’nı ziyaretin ardından “Mardin ve yemek” deyince de ilk akla gelen isim olan Cerciş Paşa Konağı’na giriyoruz öğle yemeği için.

Konağın işletmecisi olan Ebru Baybara Demir’in üstelik bir kadın olarak tek başına Mardin’de yarattığı mucizeyi sanırım duymuşsunuzdur. Duymadıysanız da yer darlığından ötürü bir başka sefere...

Ebru Hanım tek cümleyle mardin mutfağını “etin, sebzenin, baharatın ve bulgurun uyumu” diye tanımlıyor. Ardından bir öykü anlatıyor bizlere. Onun ağzından paylaşayım: 90 yaşındaki kayınvaldem Savurluydu. Evdeki masanın üzerinde daima koca bir tabak dururdu. İçinden ne eksilirse hemen yenisi doldurulurdu. Berekettir derdi kayınvaldem. Ceviz evin zenginliğidir, badem ağız tadı, pirinç çoğalma, çörekotu sağlık, şeker göz aydınlığı, üzüm bereket. Pekmezin işi ne peki? diye sorarsanız her yaptığımız işin emeğin tatlıya bağlanması için...”

Ebru hanımın Süryanilerden öğrendiği mahlep şarabını yudumluyoruz yemeklerimizin eşliğinde. Ardından Kiliçe çöreği dolaşıyor ortada. Önüne gelen bir parça koparıyor ağzına atıyor ve çöreği yanındakine uzatıyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler