“Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı”

Günün en zengin, en bereketli, en leziz öğünüdür kahvaltı. Cemal Süreya, “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” diyerek kahvaltının yarattığı ruhu ne güzel de anlatmış.

Yayınlanma: 01.09.2014 - 14:20
Abone Ol google-news

Biz de öyle güzel bir ekiple oturduk ki kahvaltı masasına, hem lezzeti hem de sohbeti tadından yenmez oldu. Emirgan'da deniz kıyısında yer alan La Boom'da buluştuk Kamil Masaracı, Semra Can, Latif Demirci ve Serkan Altuniğne'yle. Tabii mizahçılarla bir arada olmanın keyfi büyüktü ama onları tutabilene aşk olsun. Henüz fotoğraf çekimine başlamadan, kahvaltı ve sohbeti başlamıştı bile. “Durun, onlar bizim dekorumuz” dememe kalmadan tabaklar temizlenmeye başladı. Servis, sohbet boyunca devam etti. Biz tadına doyamadık lezzetin ve sohbetin. “En kötü günümüz böyle olsun” diyerek tokuşturduk yumurtaları. O yüzden birazdan okuyacağınız röportaja bir yerden başlamadık, bir yerde de sonlandırmadık. Sohbet arasında ses kayıt cihazını açtım, ilk soruyu Kamil Masaracı'ya yönelttim. Nedir senin için kahvaltının anlamı?

Semra Can: Buyur, Kamil, buyur. Ağzın dolu diye mi sıranı savıyorsun. Ye ye, bekleriz biz.

Kamil Masaracı: Yok canım, kadınlar önden buyursun.

Serkan Altuniğne: Dur, ben de doldurayım biraz ağzımı.

Kimi güne kahvaltıyla başlar hatta onsuz yapamaz. Kimi için de onla da olur, onsuz da. Sizin için nasıldır kahvaltının anlamı?

Latif Demirci: Ben pek öyle değilim. Eskiden yapardım ama şimdi hafif bir kahvaltıyla atlatırım. Bazen de donatırım masamı ama bu çok sık olamıyor tabii.

Farklı saatlerde çalışıyorsunuz. Gün geliyor sabahlıyorsunuz. O zaman günün öğünleri de şaşıyordur muhtemelen. Kahvaltı için nasıl zamanlar yaratıyorsunuz?

Serkan A: Sabahlarken ne yediğimiz belli değil. Yağlı kötü poğaçalar, beş günlük börekler... Ne bulursan gece, onu yiyorsun. Ama kahvaltı benim için olmazsa olmaz. Özel zamanlar ayırıyorum onun için. Hazırlayanlardanım da. Akşam kahvaltısı diye de bir şey var ya, tadından yenmez. “Bugün de kahvaltı edelim” diye gelirdi ya anneler sevimli sevimli. Yemek yapmamış halbuki o gün. Ama ben bayılırdım o zaman. Kızarmış ekmekler, yumurtalar... Ohh.

Latif D: Sahur kahvaltıları olurdu mesela. Onların tadı da çok ayrıdır.

Serkan A: Hiç oruç tutmadım ama yatılı okuldayken sahura kalkardım. Normalde kahvaltılar çok kötü olurdu, ama sahurda ballar, yumurtalar, pide, tereyağı çekerdi beni. En önce ben giderdim.

Kamil M: Ben zamanımın önemli bölümünü önce kahvaltıya ayırıyorum. Geri kalan zamanda da diğer işlerimi yapıyorum. Kahvaltı benim için çok önemli. O yüzden keyfini çıkarmayı ihmal etmiyorum. Hem büyük tabak seçerim kendime, iyice doldururum. Yeşillik atmayı da ihmal etmem; taze nane, maydonoz. Güne yeşillikle başlarım, hafif de limon sıkarım. Otlanırım yani.

Eski lezzetler çok ayrıydı. Domatesin, salatalığın, yeşilliklerin bir kokusu olurdu. Kimi zaman hayıflanıyor, özlüyor musunuz?

Semra C: Olmaz mı! Sıklıkla oluyor hem de. Artık o kokulu sebzeleri bulmak çok zor.

Serkan A: Annem Bodrum'da yaşıyor. Oraya gittiğimde hazırladığı kahvaltılarda yine domates salatalık kokulu kokulu.

Ne yapalım şimdi hepimiz Bodrum'a mı taşınalım?

Serkan A: Burada yok işte, ne yapalım? Geçen yıl Gökçeada'ya gitmiştim, orada pazarda bir baktım “erik 1 TL” diyor. İstanbul'da o sırada 12 liraydı kilosu. Bir baktık tadı bile farklı. Pazarcı “Nerede oturuyorsunuz?” diye sordu, biz “İstanbul” deyince, “Ne salaksınız!” dedi bir anda. “Hem berbat bir şehirde yaşıyorsunuz hem de kazık yiyorsunuz” dedi. Hakkaten sonra düşündük, evet adam haklı. Ama ne yapalım, burada yaşıyoruz işte.

İyi bir kahvaltı nasıl olmalı sizce? Nedir olmazsa olmazı?

Semra C: Peynir, bal mutlaka olmalı. Hatta çeşit çeşit peynir olursa, değmeyin keyfime. Bir de sıcak bir şey mutlaka yer almalı masada.

Latif D: Ara sıcak istiyorsun yani. Zeytinyağı, kekik, pul biber koy tabağa. O da çok güzel oluyor.

Semra C: Tabii tabii, mutlaka. Ekmek basılacak, bandırılacak bir şey olmalı.

Kamil M: Kahvaltıda kırma zeytin salatasına, zahtere nar ekşisi koyuyorum. Antakya'da çok severler, Sük diye bir peynir vardır. O rendelenir, üzerine zeytinyağı sürersiniz. Latif'in dediği bandırma operasyonu tam buna göre. Fransızların kıskandığı tek peynir bence bu.

Olmazsa olmaz malzemeleriniz var mı? Özellikle bir yerden getirtir misiniz?

Semra C: Rize'den bizimkiler kavurma gönderir. Her kahvaltıda olmasa da, çoklukla koyarız masaya. 10 gündür onun ömrü zaten.

Latif D: Kavurma 10 gün mü dayanır, daha uzun durmuyor mu?

Semra C: Yok durmaz. Dayanmasından değil, yediğimiz için. Eski kaşar da gelir. Hem dışarıya gidenlere sipariş veririm mutlaka. Ama İstanbul'dan özellikle aldığım bir yer yok.

Serkan A: Benim de kahvaltılık ürünler sipariş ettiğim bir yer var. Zeytinler, zeytinyağı vs. Hatta kaya koruğu var, çok enteresan. Herkes sevmez ama çok lezzetlidir. Sabah da yenir, akşam da. Haşlanıyor, üzerine limon zeytinyağıyla sos yapılıyor. Mayhoş bir tadı vardır, kekiği andırır. Ağızda pıt diye dağılıverir.

Latif D: Bizimkiler de Egeli. Denizli'den tarhana ve salça geliyor. Onların tadı ayrı tabii.

 Ev yapımı ürünlerin tadı ayrı güzel

Kahvaltıda tatlının yeri nedir sizin için?

Latif D: Balı hiç sevmem ama reçel kabülümdür. Beyaz peynir üzerine reçel sürüp yemeyi de severim. Tatlı ve tuzlunun müthiş uyumu!

Semra C: Benim için kahvaltıda tatlı bir şey yoksa, o kahvaltı eksiktir.

Latif D: Tatlı tamam da, bal yemem ben.

Kamil M: Gönül koydu bala. Yemem dedi durdu. Abi kahvaltıyı balla kestin ama.

Latif D: Yok yani, çocukluktan gelen bir şey mi tam bilmiyorum. Ama sevmem, yemem. Kabak tatlısı da öyleydi. 30 yıl ağzıma koymadım. Görsem yolumu değiştirirdim, öyle sevmezdim. Belki de çocukken istemediğim halde zorla yedirdiler, ondan oldu. Sonra yedim baya güzel bir tatlıymış.

Kendi hazırladıklarınızdan favori olan var mı? Sıcaklardan, zeytinlerden, reçellerden...

Serkan A: Benim yumurtalarım iyidir. Her çeşidi beğenilir; peynirli, çıtır patatesli... Patateslisini de cips gibi doğruyorsun patatesleri, çok güzel oluyor. Fakir yemeği aslında. Patatesle, yumurtayla doyuyorsun işte.

Kamil M: Ben de zeytini kendim yapıyorum. Çok kolay ve çok lezzetli.

Serkan A: Annem de çok kolay diye diye anlatıyor ama hiç de öyle kolay olmuyor.

Kamil M: Hiç zor değil. Yeşil zeytini ham olarak al, Kasım sonu Aralık başı gibi. Turşu kavanozuna koy, iki günde bir suyunu değiştir. O sırada acısını verir. Tuzlu su hazırlarsın, limon dilimlersin, koyarsın kavanozu dolaba. Ama zeytini de üç yerinden, çekirdeğe gelene kadar çizmen lazım. Hiçbir katkı maddesi yok ve de çok lezzetli. Zeytinin gerçek tadını alıyorsun evde yapınca.

Serkan A: Kesinlikle ev yapımının tadı ayrı. Reçel konusunda annem otoritedir. Patlıcan, domates dahil her şeyin reçelini yapabilir. En güzeli de turunç reçelidir.

Kamil M: Reçelde favorim ceviz reçeli. Yeşil haliyle bütünden yaparlar, koyu kahverengi bir hal alır. Çok lezzetlidir.

Masadan malzeme çıkar mı? 

Peki mizah, günün hangi öğünü olabilir sizce?

Semra C: Akşam güzel bir masadır, sohbetli, keyifli muhabbetli.

Latif D: İtalyan masası gibi. Bir yandan yemekler yapılır, diğer yandan şen sohbetler...

Masadan malzeme çıkar mı?

Serkan A: Şuurlu olarak bir şey çıkarmıyorum. Kayıt yapıyorsa yapıyordur ama ben eğleniyorum orada. Bir de espri depolamak gibi bir niyetim olmaz.

Latif D: Ama sonra derler “Oo sen bu masadan neler çıkarmışsındır şimdi” diye, “Okuruz yarın kendimizi” Bakarlar ertesi gün, tabii hiçbir şey yok.

Masayı şenlendirmeniz beklenir ve bu da bir tedirginlik yaratır mı sizde? 

Semra C: Yaratıyor ya, sormayın. Ama sonra hayalkırıklığı da oluyor. Biz de insanız neticede.

Kamil M: Tıpkı gizli tanık gibi, “gizli karikatürist” olarak takılmak gerek. Karikatürcü olduğunu söyleyince tuhaf bir gerginlik olabiliyor kimi zaman. Aman beni de çizer mi acaba diye. Oysa o ortama, o amaçla gitmiyoruz ki. Biz de normal insanlarız.

Benim oğlan çok güzel karikatür çizer. Ne yapabiliriz?” diye danışanlar da oluyordur hemen.

Serkan A: Benim oğlan yine iyi. “Ben çiziyorum” diye gelen var. Geçenlerde belediyeye gittim. Memur “Ne iş yapıyorsunuz?” dedi, “Karikatüristim” deyince, “Aa ben de çiziyorum” dedi. Oracıkta bir şekiller çizdi. Bir şey diyemedim tabii.

Latif D: Ezberlenmiş şekiller vardır ya. Hemen çiziverirler. Biz hep yaşıyoruz bunları.

Bazen muhabbet uzamasın diye başka meslek söylediğiniz oldu mu?

Serkan A: Valla karikatüristim deyince ev vermiyorlar. Emlakçı çözemiyor durumu, ev sahibinin de yüzü düşüyor hemen, ödeyemez bu kirayı diye düşünüyor. Öyle olunca ben bir kez “gazeteciyim” dedim emlakçıya. “Hangi gazete?” dedi, hızlıca düşündüm, aklıma da bir şey gelmiyor. Söyledim birini. “Aa benim yeğen de orda çalışıyor” diye başlayıp uzattı da uzattı. Belli bir noktaya kadar sallayabildim zaten ben de.

Kamil M: Bu konuda en sıkıntılı meslek doktorluk. Biz hasta bir milletiz. Doktor görünce hemen sıralar hastalıkları çare ararız.

Semra C: Ben doktora karikatürist olduğumu söylediğimde çok yardım görüyorum. Sanki 40 yıldır tanışıyormuşuz gibi bir sıcaklık oluşuyor.

Kamil M: Doktorlar sanat dallarına çok ilgililer. Öyle olunca da hemen aradığım hasta bu diyorlar herhalde.

Serkan A: Hele de cerrahlarsa, elleri yatkın oluyor belki. Yazamıyorlar ama çiziyorlar.

Çizgi hiç bitmeyecek!

Günümüzde artık karikatürler internetten de takip ediliyor. Bu dergilerin geleceğini etkiler mi, böyle bir risk görünüyor mu?

Semra C: Çizgi hiç bitmeyecek. Ya internet üzerinden ya da basılı olarak mutlaka yayımlanacak.

Latif D: Çizdiklerinin yaygınlaşması güzel şey. Ama mizah da özellikle sosyal medyada çok kullanıldığı için iş zorlaşıyor. Bir kelime esprisi buluyorsun, internetten bakınca bir yerlerde yazıldığını görüyorsun. Yapamıyorsun bu kez. O kadar çok mizah var ki her yerde. Çok da güzel şeyler oluyor ve anında iletiliyor. Haberlerde izliyor, hemen twitterda giriyor. Bence bizim işimiz de zorlaşıyor.

Serkan A: Dergileri zorlayan karikatürlerin yaygınlaşması değil. Çok fazla zeki insan var ve internette çok komik işler yapıyorlar. Esprilerin çalındığı da oluyor tabii.

Kamil M: Espri yap, denize at durumu var. İnternet tüketime açık. Zaten interneti de tüketim toplumunu yaratan sistem önümüze koymadı mı? İnsanlar yazıyor, çiziyor, geçiyor. Twitter, insanların rahatlamasını sağlıyor; bir nevi deşarj. Oradaki muhalefet de uzun sürmüyor.

Serkan A: Oraya yazıyorsun, bir şey yaptığını düşünüyorsun, sonra geçip gidiyorsun. Emek Bizim diye tweet atıp, sonra normal hayatına devam edip, en son da “Ay yazık oldu Emek'e” diyorsan orada sahte bir durum var demektir.

Kamil M: Twitter kullanımı çoğalacak. İnsanlar pratik kazanmalı, doğru kullanmalı. Malzemeyle tanıştıkça doğru kullanım başlayacaktır. Bir ikilem var ortada. Hem reddedemiyorsun, hem kabullenemiyorsun. Bir yandan da iletişim aracı. Her şeyi önümüze koyulduğu gibi kullanmak zorunda değiliz. Doğrusunu bilmek gerek.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler