'Hikâye anlatarak dünyaya bakıyorum'

Yavuz Ekinci, yazarlığının on ikinci yılında yedinci kitabı “Günün Birinde” ile bu kez çok farklı dil ve anlatım yapısıyla okurlarıyla buluştu. Romanında felaket çağından bir hikâye anlatan Ekinci ile “Günün Birinde” merkezinden içinde yaşadığımız çağı ve masalları konuştuk.

Yayınlanma: 01.04.2016 - 15:20
Abone Ol google-news

- Şimdiye dek yayımladığın tüm kitapların kapakları da değişerek yeni baskı yaptı. Bir arada görünce ne kadar uzun zaman olmuş diye düşündüm. Sen ne durumdasın peki?

- Ben de aynen senin durumundayım. Şaşkınım ve çok mutluyum. Bunca zaman ne çabuk geçti diye düşünüyorum. Bu duyguyu, yani zamanın ne çabuk geçtiğini daha önce oğlumu okula kayıt yaptırdığım gün yaşamıştım. Oğlumun okul kayıt belgelerini doldururken veli yerine adımı yazacağıma babamın adını yazıyordum ha bire. Sanki bu kadar zamanın geçtiğini, yaşlandığımı kabullenmek istemiyordum. Sibel, dediğimiz uzun zaman oldu, çok uzun bir zaman oldu. Yazamaya 1998 gibi başladım. 2001'de Yaşar Nabi Nayır Dikkate Değer Öykü Ödülü aldım ama öykü kitabımı çıkaramadım. İlk kitabım 2004’te çıktı. Günün Birinde yedinci kitabım oluyor. Yedi, özel bir sayı. Yedinin sırrına hep inandım. Bu güzel kapakları, arkadaşım Geray Gençer hazırladı. Kapakların yenilenmesi, kitapların baskıya hazırlanması için yayınevindeki arkadaşlarla uzun uzun çalıştık. Bu özenli ve güzel kapaklar için Geray’a ve yayınevindeki tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

- İlk kitaptan bugüne yazarlığında, dilinde, hayatın içindeki duruşundan neler oldu, neler değişti?

- Ben bir hikâye anlatıcısıyım. Hikâye anlatarak hayata bakıyorum. Hayat alabildiğine hoyrat. Gökyüzü kahır dolu. Çocukluğum, kırsaldaki çatışmalar içinde geçti. Evimin karşısındaki yüksek dağlarda çatışmalar hiç eksik olmazdı. Yakın köyler, dağlar günlerce yandı. İlkgençliğim ise faili meçhuller kenti Batman’da geçti. Ölümü uzak sanırsın. Ta ki önünde yanında birileri vurulup düşünceye dek. Birinin çırpınıp sonra öldüğünü gördüysen artık ölümden kurtulamazsın. Ölüm peşini bir daha bırakmaz. Şimdi de şehirler yerle bir ediliyor. İnsanlar patlamalarla havaya uçuyor. Diyeceğim; kapkara günlerde serpildi ömrü hayatım. Doksanlarda birçok arkadaşım gibi ölmediğim için hep suçluluk hissettim. Bugün ise hiçbir ölümü durduramadığım için çaresizlik içindeyim. Ve bu çaresizlik beni kahrediyor. Hayatım, edebiyatım, eserlerim bu ortamda şekillendi. Sadece dille uğraşan bir yazar olacak lüksüm hiç olmadı ve olmayacak da...

- Aslında ne demek istediğini çok iyi anlıyorum ama bir yandan da Günün Birinde’nin diline ve anlatım akışına baktığımda burada da bir dil uğraşı ya da doğumu olduğunu görüyorum...

- Dil uğraşım hep oldu ancak bu uğraş, hikâye anlatmamın önüne tabii ki geçmedi. Benim için hep hikâyeydi çekici olan. Hikâyelerin büyüsüne kapıldım. Derdi olan metinleri okumayı seviyorum. Ben de derdi olan metinler yazmak istiyorum. Bir metin rahatsız etmeli, insanın uykusunu kaçırmalı. “Bir gün bir kitap okudum hayatım değişti” diyebilmeli. Çünkü benim bu hayatla, bu dünyayla, bu ülkeyle ve kendimle bir derdim var. Ben eski bir hikâye anlatıcısıyım. Hikâye anlatarak dünyaya bakıyorum.

'EN İYİ ROMANIM'

- Günün Birinde... Uzun zamandır bu roman üzerine çalışıp titizlendiğini biliyorum. Bu roman Yavuz Ekinci edebiyatının bir eşiği yahut kırılma noktası diyebilir miyiz?

- Bu roman hayatımda bir dönüm, bir eşik, bir kırılma noktası. Bu duyguyu her zerremde hissediyorum ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Günün Birinde için uzun zaman notlar aldım. Çok sayıda insanla görüşmeler yaptım. Yakılmış, yıkılmış köylere gittim. Terk edilmiş köylerde çaresizce bekledim. Ansızın evini barkını bırakıp kaçtıklarını hayal ettim. Çığlıklarını duydum, tedirginliklerini yaşadım, korkularını göğsümde hissettim. Sesleri kulaklarımda, görüntüleri gözümde büyüyünce karanlığa yatıp yazdım. Defalarca yazdım, karaladım, yırtım, attım ve bir daha, bir daha yazdım. Eyüp’ü, Cemşit’i, Havva’yı görebiliyordum ama her şeye rağmen bir şeyler eksik kalıyordu. Ya da okuyunca bir eksiklik duygusunu hissediyordum. Derken romanı öylece bekletmeye bıraktım ve sonunda Cevizler Vadisi’nin masalını yazmaya karar verdim. Çünkü masalı, efsanesi, tarihi olmayan bir yerin duygusu da derin olmuyordu. Bir yerin masalı, efsanesi orayla bir bağ kurmamızı sağlar. Cevizler Vadisi’nin masalını yazınca metin rahatladı ve nihayet akışını buldu. Bu bir aşk masalı. Amar ve Sara’nın aşkı. Cevizler Vadisi’ne sığınan Amar ve Sara, burayı aşkla kuruyorlar. Aşktan, ölümden kaçtıkları için Cevizler Vadisi’ne sığınıyorlar. Masalı yazdıktan sonra da bu sefer romanı bekletmeye bıraktım. Eskiler, “İyi bir hançer yedi suda dövülür” derlerdi. Bu sözden yola çıkarak bu metni yedi kez okuyup tekrar tekrar yazdım. Ta ki evet artık bitti deyinceye dek. Günün Birinde, şu an, bu yaşta yazabileceğim en iyi romanım. Benden bu kadar diyebilirim.

- Peki, senin çıkış noktan, içindeki ateşi harlandıran neydi?

- Bekleme… Bekleme duygusu. Kavafis’in “Barbaları Beklerken” şiiri romanı yazarken kulağımda hep çınlayıp durdu.

'BEN FELAKET ÇAĞI’NIN YAZARIYIM'

- Altı çizilen bir “Felaket Çağı” var... Aslında elbette romanın içine girdiğinde okur pekâlâ görüyor her şeyi ama felaket çağını bir de senden dinleyelim...

- Bugün Felaket Çağı’nı yaşıyoruz. Her yer tekinsiz. Korku ete kemiğe bürünmüş ve aramızda dolaşıyor. İnsanın, insana ve ötekiye olan öfkesi hiçbir çağda bu kadar hortlamamıştı. Tahammülsüzlük, hiçbir çağda insanın kalbinde bu kadar yer edinip kök salmamıştı. Eskiden karanlık gecede, kuytu yerlerde, mağaraların derinliklerinde, ceviz ağaçlarının gölgesinde, vadilerin ıssızlığında saklanırdı. Şimdiyse karanlık insanın kalbinde, ruhunda, yüzünde ve sessinde saklanıyor. Ben bu Felaket Çağı’nın yazarıyım. Romanlarımda, hikâyelerimde bu çağın insanlarını, hikâyelerini anlatıyorum.

- Amar Dağı ve Cevizler Vadisi, dolayısıyla romandaki coğrafi mekânlar üzerine de konuşmak isterim...

- Amar Dağı, Cevizler Vadisi ve romandaki diğer coğrafi mekânlar hayali yerler. Romanın belleğini, geçmişini, araka planını masal oluşturuyor. Amar Dağı, adını Cevizler Vadisi masalındaki Sara’ya âşık Amar’dan alır.

- Ve tabii uğruna ölünesi aşklar, âşıklar... Felaket Çağı’nda hem de. Sara ile Amar’ın aşkı gücünü sence nereden alıyor?

- Aşk gücünü nereden alıyor? Bunu bilsem hayatın sırrına nail olurdum sanıyorum. Cevizler Vadisi, Sara ile Amar’ın aşkıyla kurulmuş bir yer. Amar, gördüğü rüyanın etkisiyle yollara düşüp Sara’ya gelir. Gözü başka hiçbir şey görmez. Sara, sürülen Amar’ı bulmak için zindandan kaçarak onun ardına düşer. Her çağda uğruna ölünesi aşklar mutlaka vardır. Galiba zor ve kötü günlerde bu aşklara daha çok ihtiyaç duyarız. Çünkü dünya aşkın sayesinde dönüyor.

- Ve masal... Aslında bu soru değil de masalın senin çocukluğundan bugününe değin hayatındaki yeri ve bu romana işleme, ruh üflemesine ilişkin neler düşündüğünü öğrenmek istiyorum...

- Masal benim için karanlık odamdan dışarıya açılan penceredir. Masal dinleyince ruhum kanatlanır, diyar diyar dolaşır. Masallarla insanlık tarihiyle tek vücut olup onların bir devamı olduğumu hissederim. Bir masalı dinlerken bu masalı yüzyıllar boyunca anlatan ve dinleyenlerle bir olurum. Dinlediğim ve okuduğum masallara sığınarak ve seslerini ödünç alarak bu romanım için Cevizler Vadisi masalını yazdım. Artık hiçbir satır yazmasam da gözüm açık gitmemiş olur çünkü benim de artık bir masalım var. Bu masal önümüzdeki günlerde değerli arkadaşım, ressam Ahmet Güneştekin’in resmetmesiyle ayrı bir kitap olarak da yayımlanacak. Açıkçası şimdiden masalın Ahmet Güneştekin tuvalinde nasıl renk bulacağını heyecanla bekliyorum.

'BU DÜNYA SADECE İNSANLARIN DEĞİL'

- Ba’dan bahsedelim biraz. İktidara giden yol gibi ona sahip olmak tüm dünyaya hükmedebilmek gibi ama gel gör ki salt iktidar değil aşk da var işin içinde. Ona güç içinde sahip olmak isteyebilir insan sadece aşktan da... Sen yazarken nasıl canlandı Ba?

- Atları çocukluğumdan beri çok severim. Mağrur duruşları, asil bakışları, güzellikleri… Masalların, efsanelerin ve söylencelerin vazgeçilmez kahramanı atlardır. Tarihleri insanlıkla yaşıt sayılır. Birçok kahraman atıyla bilinir. Dinlediğim birçok masalın içinde atlar vardı. Ba’nın masalını yazmak çok zor olmadı. Çünkü Ba’yla birlikte büyüdük. Ba’yı defalarca oğluma anlattım. Çünkü masal gücünü yazıdan değil anlatmaktan alır. Onun nerede heyecanlandığını, nerede sıkıldığını merak ediyordum. Şimdi kitap çıkınca oturup masalı okudu. Masal bitince üzülmüş gibi “Ba geri dönecek mi?” diye sordu. Ben de bilmiyorum dedim. Ba, Amar Dağı’nda sonsuza dek koşacak. Onu özlüyorum.

- Bu romanda en başından beri dikkatimi çeken şey tam pastoral diyemeyeceğim ama sanki tabiata ve üzerinde yaşanan tüm canlıların o anlarda yapıp etmelerinin detaylarına inmen oldu. Sadece olayı, kişiyi değil o an tüm o mekânda nefes alan her şeyi anlatıyorsun...

- Bu dünya sadece insanların değil, içinde yaşayan ve bulunan herkesin. Doğa ile insanın kaderi birbirine sıkı sıkıya bağlı. Yılan, kaplumbağa, sincap, ağaçkakan, meşe ağaçları, Amar, Cemişt, At Kafası Kayalığı vd. Cevizler Vadisi’nin birer parçası. Onlar olmazsa Cevizler Vadisi diye bir yer olmaz. Onların hikâyesi Cevizler Vadisi’nin hikâyesidir. Bu romanın ana kahramanı Cevizler Vadisi’dir. Bir yeri yakıp yıktığımızda sadece orada yaşayan insanlar etkilenmiyor, yılanıyla, kuşuyla, kaplumbağasıyla, ağacıyla her şey etkileniyor.

- Yavuz, ne olsun ya da ne olacak günün birinde, devamını getirsen; Günün birinde...

- Umutlu, güzel ve aydınlık günler göreceğiz. Bu kapkara, kötü, korku dolu günler geride kalacak. Umutluyum çünkü insan derdi kadar büyük olur Sibel. Sayıları az da olsa bu Felaket Çağı’nda derdi büyük olan insanlar hâlâ var. Onlar bu kapkara kötü günleri üzerimizden çekip alacaklar. Günün Birinde tüm ihtişamıyla bahar gelecek.

Günün Birinde / Yavuz Ekinci / Doğan Kitap / 148 s.

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler