Irmgard Keun'dan 'Yalancı İpek Kız'

Irmgard Keun’un romanı “Yalancı İpek Kız”, 1920’lerin Almanyası’nda yaşayan bir kadının hikâyesi. Yirminci yüzyıl Alman edebiyatının hem konusu hem de konusunu işleyişi bakımından ilk yenilikçi romanlarından.

Yayınlanma: 14.05.2018 - 18:05
Abone Ol google-news

Delişmen bir roman                                     
Son otuz kırk yılda kadın araştırmaları alanında çalışanlar, kitaplıkların tozlu raflarında unutulmaya terk edilen birçok kadın yazarı tekrar gün ışığına çıkardı. Bu yazarlardan biri de Alman romancı Irmgard Keun.

Keun, yirminci yüzyılın başında doğmuş, ilkgençlik yıllarında Berlin’e gidip sanat-edebiyat çevreleriyle tanışmış. 1932'de daha yirmi altı yaşındayken arka arkaya iki roman yayımlamış. Bu romanlar o günlerde Alman edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmiş, bir hayli övülmüş. Bu romanların ilki olan Gigi sinemaya da uyarlanmış. İkincisi; Yalancı İpek Kız sadece ilk baskısında elli bin gibi yüksek bir tiraja ulaşmış.

Fakat Irmgard Keun daha sonra Hitler Almanyası’nda yükselen faşizmin hışmına uğramış, pek çok Alman yazar gibi o da ülkeyi terk etmiş. Yıllar sonra ülkesine döndüğünde kenarda kalmış bir yazarken 1982’de, romanlarını bu kez kadın edebiyatı açısından değerlendiren bir yazının saygın bir dergide yayımlanması ile tekrar hatırlanmış, özellikle ikinci romanı, başta İngilizce olmak üzere çeşitli dillere çevrilmiş. Biraz garip belki ama gerçek: bugün Alman kadın edebiyatı dendiğinde akla gelen ilk yazarlardan...

Keun’un romanlarında 1918'de Weimar Cumhuriyeti'nin kadınlara tanıdığı eşitlikçi haklarla kamusal alanda görünürlük kazanmaya başlayan kadınların dünyası ve ataerkil düzene karşı yönelttikleri başkaldırı, genç bir kadının bakış açısından dile getirilir. Yalancı İpek Kız 1920’lerin Almanyası’nda yaşayan bir kadının hikâyesi. Küçük bir Alman şehrinde dünyaya gelen Doris, gerçek babasını hiç tanımamış, annesinin kocasını baba olarak kabul etmiştir. Elverişsiz şartlarda, yoksullukla geçen çocukluğun ardından, genç yaşta hayatını kazanmak, evdeki üvey babasına içki parası temin etmek zorunda kalmıştır. Bir büroda sekreter olarak çalışmakta ama her gün bu işten kurtulmayı hayal etmektedir. En büyük isteği bir tiyatroda oynamaktır, ne var ki yaşadığı taşra şehrinin tiyatrosunun kulisine ayak attığı gün onun gibi yoksul, iyi bir öğrenim görmemiş bir kızın dürüstlükten ayrılmadan hayallerini gerçekleştirmesinin ne kadar zor olduğunu anlayacaktır. Erkek dünyasına özgü acımasız bir yolla elde ettiği küçücük rolden sonra bir de hırsızlık olayına karışınca artık bu taşra şehrinde kalamaz, Berlin’e gelir. Hikâyenin burasında okur, “Doris bir olumsuz kişi (antihero) midir?” diye sorabilir kendine...

Biz hikâyeye devam edelim. Doris’in Berlin’e taşınması ile roman yeni bir boyut kazanır, yirminci yüzyıl romanının en önemli temalarından büyük şehir hayatı ile büyük şehirde yalnız başına var olmaya çalışan insanların güçlüklerle dolu mücadelesi işlenmeye başlar. Keun, Paris ve Londra ile birlikte Avrupa’nın en önemli metropollerinden Berlin’i bu şehre ilk kez gelen bir genç kadının gözüyle yansıtır. Doris tuttuğu günlüğe her gün biraz daha yakından tanıyacağı bu şehirle ilgili gözlemlerini kaydeder. Berlin sanat, edebiyat, bilim dünyası, iş dünyası ve siyasetin iç içe geçtiği, farklı etnik kimliklerle değişik dinî cemaatlerin bir arada yaşadığı, modern dünyanın çok-yönlü karmaşasını çok iyi temsil eden bir mekân olarak işlenir.

Doris hem bu modern dünyanın bir parçası olup kendi hayatını kurmak, böylece taşradaki kadınlar için kaçınılmaz olan evlilik tuzağından kaçmak hem de doğup büyüdüğü yoksulluk ve yoksunluk dünyasından uzaklaşmak özlemindedir. Modern dünyanın bir cazibesi de Berlin’in caddesinde, sokağında bile kendini gösteren zengin, gösterişli hayattır; bu şehir kahveleri, tiyatroları, gece kulüpleri, birbirinden şık lokantaları, sayısız mağazası, aslında her şeyi ile tüketim toplumunu simgelemektedir. Ama aynı zamanda yalnızlığın, kendinden başka güveneceği kimsesi olmayanların şehridir Berlin. Henüz çok genç olan güzel Doris'in amacı işte bu dünyada var olmak, yeni hayatın sunduğu imkânlardan yararlanmaktan başka bir şey değildir.

En büyük hayali bir aktris olmaktır ama bu hayalin peşine düşen tek insan o değildir, onun gibi daha yüzlerce genç taşra şehirlerinden kalkıp Berlin’e gelmiş, metropolün görünüşte parlak ama aslında korkutucu, karanlık sokaklarında benzer hayallerin ardına düşmüştür. Ayakta kalmanın yolu erkeklerle kurulan bazen kısa bazen daha uzun süreli ilişkilerden geçer ama Doris sıradan kadınlardan değildir. Kendisine rahat bir hayat sağlayabilecek bir erkeği, âşık olup seviştiği beş parasız bir erkek uğruna hiç tereddütsüz terk eder. Erkeklerin tadını çıkardıkları cinsel özgürlüğü bir kadın olarak talep eden bir kadındır o; kendi özgürlüğü için aç kalmaya, istasyonlarda uyumaya da hazırdır.
 
YÜKSELEN FAŞİZM

Romanda, Almanya’nın yaşayacağı büyük felaketin ayak sesleri de duyulur. 1920’lerin başındaki bolluk, yeni imkânlar pek çok insan için gerçekleşmese de Berlin farklılıkların özgürce var olduğu bir şehirdir ama bu özgürlükler de yavaş yavaş kısıtlanmaktadır. Doris "Bunlar Yahudi", "Asil Alman ulusu" gibi sözlerin her gün kulağına geldiğini fark eder. Aynı zamanda, toplumdaki yolsuzlukların arttığını, iflas eden iş adamlarının tutuklandığını, işsizliğin, parasızlığın nasıl insanları ölüme sürüklediğini, aile değerleri diye yüceltilen değerlerin parasızlık karşısında nasıl iflas ettiğini görür, roman bunları da işler. Yalancı İpek Kız bir kadının gözünden Almanya’da faşizmin yükselişini de anlatan bir roman. Kadınlar çocuk-kilise-mutfak üçgenine sıkıştırılırken bu hayata karşı çıkanlar ya açlığa sürüklenir ya da toplumdan koparılır. Alman kadınları kısa bir süre önce büyük mücadelelerle elde ettiği eşit vatandaş olma haklarını daha tadına varamadan kaybetmektedir.

Roman çok-yönlü okumalara açık. Alman eleştirel kadın edebiyatının ilk örneklerinden biri olarak görülmemeli sadece, aynı zamanda bir kadının yetişme çağı hikâyesidir; serüven romanı, bir kadın günlüğü, bir şehrin hikâyesi, politik anlatı bu metinde iç içe geçer. Popüler kadın romanı özelliğini bunlara ekleyebiliriz. Sonuç olarak, yirminci yüzyıl Alman edebiyatının hem konusu hem de konusunu işleyişi bakımından ilk yenilikçi romanlarından biri.

Bu romanda yazar şunları göstermeye çalışıyor: Kadın dünyasının gerçek anlamıyla özgürlüğe kavuşması çok zordur ve göreneksel, bilinen çözümler "ümit fakirin ekmeğidir"den öteye geçmez. Keun bu yüzden, bir mucize yaratıp kahramanının karşısına onu sevecek, eski hayatını sorgulamayacak bir erkek çıkarmadığı gibi kolay yola sapıp vücudunu para karşılığı vermekle ayakta kalabilen kadını da cezalandırmaz. Doris böyle kadınları kınayan "erkek-egemen" toplumun iç yüzünü gören, haksızlıkları sorgulayan bir kadın. Hiç olmazsa o yıllar için yeni bir tepki sayılmalı bu.
Romanın başkişisi hayallerini gerçekleştiremez, umutla umutsuzluk, mutlulukla mutsuzluk arasında gidip gelir; yeni maceraları atılmaktan hiçbir zaman vazgeçmez. Kadın sorununun sınıf meselesiyle bağlantısını da görmüştür. Parası olsa istediği okullara gidip iyi yetişecek, sonunda rahata kavuşacak, bu hayatın bin bir derdiyle baş etmek zorunda kalmayacağını öğrenmiştir.

Doris ezilmeye razı olmayan bugünkü modern kadının ilk örneklerinden biri sayılmalı. Konformizm ona göre değildir. Hayal kuracak, hayal ettiklerinin peşinden koşacak, maceradan maceraya sürüklenecektir. Kişiliğini gerçekleştirebilmek için yazmaya ihtiyacı vardır. Sonunda günlük tutar, böylece bir bakıma "yazar" olur, kendi dilini günlüğünde bulur. Hikâye de zaten hep birinci tekil anlatımıyla verilmiş, her şey Doris'in gözüyle anlatılmıştır. Bu açıdan baktığımızda Yalancı İpek Kız bir Künstlerroman çeşnisi kazanır: yazmak Doris'in hayatının gerçek anlamı olmuştur artık...

Romanı Türkçeye kazandıran Nilay Kaya delişmen kız Doris'in yaşam ritmine uygun, kıvrak bir Türkçeyle çevirmiş metni. Verdiği dipnotları da dönemin ruhuna daha bir sokulmamıza yardım ediyor.

 

Yalancı İpek Kız / Irmgard Keun / Çeviren: Nilay Kaya / İletişim Yayınları / 164 s.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler