İstanbul'un mistik yolu

İstanbul surlarına bitişik bir semt var. Adı Merkez Efendi. Çok değişik bir yer burası. Asırlar boyunca surun içinde yan yana yaşayan insanların yine sonsuzluk uykusuna yan yana uzandıkları mezarları barındırıyor.

Yayınlanma: 17.05.2015 - 17:44
Abone Ol google-news

İstanbul surlarına bitişik bir semt var. Adı Merkez Efendi. Çok değişik bir yer burası. Asırlar boyunca surun içinde yan yana yaşayan insanların yine sonsuzluk uykusuna yan yana uzandıkları mezarları barındırıyor. Müslüman, Rum, Ermeni ve Süryaniler, Karamanlılar üçer beşer adım mesafede birlikte uyuyor.

Halide Edip’le Rıza Nur, Abdullah Cevdet’le Necmettin Erbakan, Hrant Dink’le Sadettin Kaynak, 12 Eylül öncesinde katledilen genç bir ülkücüyle, bir devrimci bitişik mezarlarda sonsuz suskunluklarına uzanmışlar. Merkez Efendi sadece mezarlıklardan ibaret değil. Bu semt içinde farklı bir Mevlevihane’yi, İstanbul’da nasılsa ayakta kalmış bir manastırı, bir tıbbi bitkiler bahçesini, İstanbul’un en lezzetli köftesini, kentsel dönüşüm denilen yıkımın iyilik ve kötülüklerini, acıyı, kederi, sonra huzuru ve sükunu barındırıyor burası. Geçen hafta oradaydık. Adım adım dolaştık. Neler neler gördük.

 

 

MERKEZ EFENDİ'DE KİMLER YAN YANA YATMIYOR Kİ?

  İlk durağımız Merkez Efendi Camii. Geleneksel Türk tıbbının babası olarak kabul edilen ve aynı zamanda tasavvuf ehli de olan bu doktor Osmanlı bilim tarihinde önemli bir şahıs. 41 çeşit bitkiyi harmanlayarak elde ettiği bu macunun dışında çok sayıda hastalığa derman olacak ilaçlar da yapmış olan bu tabibin reçeteleri asırlar boyunca kullanılmış, hâlâ da kullanılmaya devam ediyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan’ın Manisa’da yaptırdığı imarethanenin yanındaki zaviye, şeyh olduktan sonra kendini tıp bilimine adayan ve çok sayıda hekim yetiştiren Merkez Efendi, mesir macununun da mucidi. 41 çeşit otu harmanlayarak yaptığı bu macunu her yıl nevruz günü caminin minaresinden halka dağıtırmış. Bir önceki dönemde Manisa milletvekili olan Bülent Arınç bu işi yapardı. Çantasında her daim mesir macunu taşıyan ve gittiği her yerde bunları insanlara ikram eden Arınç’a Manisa’da Çakma Merkez Efendi lakabı takılmış. 

Merkez Efendi büyük bir tıp merkezi kurmaya niyetlenince 1515 yılında İstanbul’a geliyor ve Topkapı ile Silivrikapı civarında dolaşırken yerin altından bir su sesi duyuyor. Toprağı biraz kazınca toprağın altından gürül gürül akan bir dereyle karşılaşıyor ve merkezi burada kurmaya karar veriyor. Bu semtin hikayesi de böyle başlamış oluyor.

Caminin etrafında oluşmaya başlayan mahalle, asırlar boyunca önemli tarihi kişiliklerin ikametine sahne olmuş. İbadethanenin bitişiğinde açılan mezarlıkta yatanlar bize hem semtin hem de İstanbul’un geçmişi hakkında ipuçları veriyor. Zaten mezarlıklar, tarihin sessiz tanıkları ve kanıtlarından biri. Geçmişte mezarlıkların önemli olduğu pek bilinmezdi. Bunu ilk fark eden bir dönem İstanbul’da valilik ve belediye başkanlığı yapmış olan Fahrettin Kerim Gökay olmuştu. 1952 yılında ciddi araştırmacılardan oluşturduğu bir ekibi İstanbul’daki kabristanlar üzerine araştırma yapmaları için görevlendirdi. Reşad Ekrem Koçu, Halil Yinanç, Süheyl Ünver, Reşat Beyatlı ve Kadircan Kaflı’dan oluşan bu komisyon sayesinde kaybolup gitmiş çok sayıda mezar ortaya çıkarıldı. Topkapı ve çevresindeki mezarlıklardaki kabirlerde kimlerin yattığına dair bilgilerin bir kısmı da o komisyon sayesinde bilinir hale geldi. 

Merkez Efendi Mezarlığı’nda yürüdüğümüzde Halide Edip Adıvar ile Adnan Adıvar’ın hayatta olduğu gibi ölümde de yan yana olduğunu görüyoruz. Bu mezarlıkta sadece gönülleri ve idealleri bir ve beraber olanlar değil yüz seksen derece zıt olanlar da birkaç adım mesafede uyuyorlar. Kabristanı gezerken rastladığımız bir mezar taşında “1879–1942 Türklük için yaşadı ve öldü” ibaresi yer alıyor. Burası meşhur doktor Rıza Nur’un mezarı. Biraz ileride ise bir başka doktorun, Abdullah Cevdet’in mezarı yer alıyor. İttihat Terakki’nin kurucularından biri olan ve daha sonra Kürt Teali Cemiyeti’nde de çalışan ilginç bir şahsiyet. 

Bu mezarlıkta ayrıca Abdülhak Şinasi Hisar, Şerif Yüzbaşıoğlu, Ergun Köknar, Hulusi Yazgan, Sadettin Kaynak, Suna Pekuysal, Sabahattin Eyüboğlu, Necmettin Erbakan ve Toktamış Ateş de yatıyor. Yaşarken belki bir araya gelmeleri imkansız olan bu insanları toprak bağrına basıp eşitlemiş…

 

TASAVVUF MERKEZİ YENİKAPI MEVLEVİHANESİ

Merkez Efendi Camii’nin yaklaşık 200 metre batısında Yenikapı Mevlevihanesi yer alıyor. 1598 yılında açılmış olan bu mevlevihane kültür ve edebiyat tarihimiz açısından çok önemli. Hüsnü Aşk’ın yazarı Şeyh Galip de burada yetişmiş, klasik Türk müziğinin büyük bestecilerinden İsmail Dede Efendi de. Keçecizade Fuat, Mithat Paşa, Halet Efendi, Hasan Ali Yücel gibi isimler de bu tasavvuf yuvasından feyz almış. 

1925’te tekke ve zaviyeler kapatılınca bu kültür yuvasının semahanesi mühürlenmiş. Dünyanın en büyük üçüncü ahşap kubbesine sahip olan bu semahane ve tüm mevlevihane önce 1961’de sonra da 1997’de geçirdiği yangınlar sonrasında kül olup gitti. 2005’te başlanan restorasyon sonrasında 2009’da yeniden hizmete giren Mevlevihane birkaç yıl önce hükümet tarafından Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi ile Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’ne tahsis edildi. Ama kapısı ziyaretçilere açık tutuldu. Ayda iki kez de sema ayini düzenleniyor.

 

ARAYA SIKIŞAN ÇAKMA OSMANLI KONAKLARI 

Eski İstanbul Otogarı bu semtin hemen bitişiğindeydi. Bu nedenle yarım yüzyıl boyunca mezbelelik haline dönüşen Merkez Efendi ve çevresi, caminin ve Mevlevihane’nin onarımı sonrasında büyük bir ilgiyle karşılaştı. İki ibadethane arasında kalan ve eski küçük araziler ve boşaltılan oto sanayi sitesi büyük bir rant alanına dönüştü. Şimdi burada çakma Osmanlı konakları yükseliyor. Betonarme yapının üzerine ahşaplar çakılarak inşa edilen bu konaklara muhafazâkar burjuvazi rağbet gösteriyor. Sulukule ve Yedikule bostanlarında olduğu gibi burası da yakında bir gettoya dönüşecek gibi görünüyor.

MERKEZ EFENDİ TIBBİ BİTKİLER BAHÇESİ

Yenikapı Mevlevihanesi’nin hemen arkasındaki yol sizi önce Merkez Efendi Tıbbi Bitkiler Bahçesi’ne sonra da Balıklı Rum Manastırı’na götürüyor. Zeytinburnu Belediyesi tarafından kurulan bu güzel bahçede Türkiye’de yetişen tüm kokulu ve şifalı bitkiler hayat buluyor. Memleketin uzak köşelerinde aromatik bitkiler ve botanik bilimleri üzerine eğitim gören öğrenciler buraya gelip staj görüyor. Yakında bir botanik enstitüsüne dönüşecek olan ve 14 dönüm üzerine kurulan bu bahçe İstanbul’un önemli renklerinden biri. Geçerken mutlaka uğramanızı tavsiye ederiz. Dün başlayan Merkez Efendi Geleneksel Tıp Festivali 24 Mayıs'a kadar sürecek. Bu yıl 16’ncısı gerçekleştirilen bu festival kapsamında organik gıda, aromatik ve şifalı bitkiler üzerine konferanslar düzenlenecek, konserler yapılacak, türlü çeşit yemekler sunulacak.

 

12 EYLÜL TARİHİ AYVALIK MEZARLIĞI

Bahçeden çıkıp sağa döndüğünüzde “Gasilhane” tabelasını göreceksiniz. Bu tabelayı takip ederseniz Ayvalık Mezarlığı denilen bir yere ulaşacaksınız. Burası 12 Eylül öncesi ve sonrasının tarihi gibi. 1975’te açılan bu gömü yerinde 1970’lerde katledilen ülkücülerle devrimciler yan yana yatıyor. Birinin mezar taşına bir Türk bayrağı işlenmiş, diğerine Nazım Hikmet’in “Ben yanmasam / Sen yanmasan, Biz yanmasak / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” şiiri. 1 Mayıs 1977’de Taksim’de öldürülen işçilerin mezarı da burada, 1978’de hayatı sonlandırılan genç bir polisin de. 12 Eylül döneminde işkencelerde öldürülen çok sayıda insan evladını da aynı yere gömmüşler. Bu mezarlık vahşice yazılmış bir senaryo sonrasında ortaya çıkan vahşetin belgesi gibi duruyor. Yolunuz düşmüşken ve yüreğiniz de kaldırıyorsa burayı da ziyaret etmelisiniz.

GREK ALFABESİYLE TÜRKÇE YAZITLAR BU MANASTIRDA

 

Tekrar Tıbbı Bitkiler Bahçesi’ne dönüp bahçenin arka kapısındaki yoldan yüz adım kadar yürüdüğünüzde İstanbul’un ayakta kalan üç manastırından biriyle karşılaşacaksınız. 5'inci yüzyılda inşa edilmiş bu manastır adını, bünyesinde yer alan ayazmada yüzen balıklardan alıyor. Rum Ortodokslar tarafından kutsal ve şifalı kabul edilen su kaynakları üzerinde kurulan küçük ibadethanelere ayazma adı veriliyor. Bu ayazmanın suyunun da göz hastalıklarına ve aşk acısı çeken kederli insanlara iyi geleceğine inanılıyor. Bu manastırın iki önemli özelliği bulunuyor. Birincisi patrik mezarları burada. İkinci özellik ise ibadethanenin avlusunda yer alan döşeme taşlarında gizli. Mermer bloklardan oluşan bu döşemelikler aslında mezar taşları. Şu anda Topkapı–Yedikule arasında yapılan otoyol arazisinin üzerinde eskiden Karamanlı Türkofon Rumlara ait büyük bir mezarlık yer alıyordu. 1950’lerde bu yol açıldığında bu mezarlık da ortadan kaldırılıyor. Balıklı Rum Manastırı’nın başpapazı Yorgo Efendi, bu mezar taşları denize dökülüp tarihe karışmasın diye yolu yapan mühendise rica ediyor ve at arabalarıyla taşları manastıra taşıyor. Avluya döşenen bu taşlar sayesinde Grek alfabesiyle Türkçe yazan bu kavmin önemli bir belgesi de korunmuş oluyor.  

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler