Kalan akıllılara mesaj

İslam dünyası başını geriye çevirdi. Önünü görmüyor. Yalpalıyor. Dünyanın en kötü durumda olan toplumları, Afrikalılardan sonra Müslümanlar. Yaşamlarını sürdürebilmek için ya kendi karanlıkları ile savaşıp çağdaşlık yoluna girecekler ya da köle olacaklar.

Yayınlanma: 23.10.2015 - 14:22
Abone Ol google-news

Zaten şu sırada sömürülmeyeni yok! Gençleri Batıya göç etmek için ölümü göze alıyor, çoluk çocukları ile yollara düşüyor, insan kaçakçılarının kurbanı oluyorlar. Suriyeli’lerin Ege sularında boğulmaları günlük dramatik gösteri. Şimdi buna kendi dramımız da eklendi.

Adıyaman’lı kendi ülkesinin insanlarına ölüm taşıyorsa, burada İslamın sağlığına kimseyi inandıramazsınız. Ankara katliamı kuşkusuz AKP’ye yaramadı. Bu kadar kan kimsenin işine yaramaz. Fakat olayın boş verilecek bir yanı yok! Burada vurdumduymazlık ya aptallık ya da beyni yıkanmışlık anlamına gelir. Toplum umutsuzluğa yuvarlandıkça kimilerine yine ‘tek dişi kalmış canavar’ deyimini söyletiyor. Yakında ‘Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun. Ben mahzun! ‘ diyenler de çıkacak. Bekçi köpeklerine ise söylecek söz kalmamış.

AVRUPAYA PARALEL KİMSE YETİŞMEDİ!

Sevgili okuyucular,

Yuvarlandıkça büyüyen kartopu gibi bir tarihi gerçek kaşısındayız. Bu günlük politika sınırlarını çoktan aştı. 1683’te Osmanlılar çözülmenin nedenlerini anlayacak kadar Avrupayı tanımıyorlardı. Osmanlı toplumu henüz Avrupa ile paralel bir uygar değişim, evrim sürecine girmemişti.

Örneğin Fransız toplumu 17. yüzyılda Descartes, Fermat, Pascal diye üç evrensel matematikçi yetiştirmişti. Osmanlı tarihinin sonuna kadar bunlara paralel bir matematikçi bizde yetişmedi. O çağın tek okulu olan medreselerin okuttuğu mollaların en ünlülerinin biyografilerini içeren Şakayık-ı Numaniye’de adı matematikçi olarak geçen…. Birinin adını işittiniz mi? Tarih okuyan birileri işitmiş olabilir. Ne yaptığını bilen bir Allah’ın kulu var mı? Avrupalılar biliyor mu? Hayır.

Başka bir konu alanına bakalım: Burası Türkiye, belli olmaz, ama Leonardo Da Vinci’yi bilmeyen yoktur. Ressam, bilim adamı, araştırmacı ve yaratıcı bir teknisyen olarak dünya kültürü yıldızlarından.

Onun herhangi dalda ürettiklerini yapan bir Türk tarihimizde var mı? Yok! Hadi biz resim yapmazdık, diyelim. Fakat çizdiği sayısız insan anatomisi, hayvan anatomisi, bitki anatomisine ilişkin teknik resim ve analizlerini yapmış bir Türk var mı? Yok!

Yaptığı sayısız araç resimleri, istihkamlar, yapılar, köprüler (İstanbul’a da Haliç üzerine bir köprü projesi yaptığı söylenir) ve sayısız geometrik eskizlere benzer araştırmalar yapan bir Türk var mı? Hiç işitmedik.

Peki. Osmanlılar en görkemli dönemlerinde Brunelleschi gibi bir araştırmacı mimar ve heykeltraş yetiştirmişler mi? Türk tarihinde mimar, ressam, heykeltraş ve yazar olan bir sanatçı yetiştirmişler mi? Haşa!

ÇAĞDAŞLAŞMAYA ÇOMAK SOKANLAR

İtalya ya da Avrupa’dan örnek saymağa kalkarsam, zaten okumak ve işitmek istemez, kafanızı kuma gömersiniz. Avrupa ile aramızdaki uçurumu kapamak için ne yapmışız? Cumhuriyet başındaki duruma bakarsak hiçbir şey yapamamışız. Yavaş yavaş gemi batmış.

Cumhuriyetin ilk elli yılında büyük bir çaba ile örgütlendik. Fakat dünya düzeyine yetişemedik. Neden? Çünkü çağdaşlık çabasının tekerine çomak sokmuşuz. Kim? Batılı emperyalistlerle işbirliği yapan ve çok kez onlara aldanan yerli politikacılar.

Türkiye’nin çağdaşlaşma çabaları içinde yetişen bir öğretim üyesi olarak, cumhuriyet eğitiminin her aşamasında yapılan çabaların niteliğini biliyorum. 1970’den sonra bir gerici rüzgâra daldık. Neredeyse 50 yıldır, son yıllarda ivme çok arttığı için, giderek hızlanarak bu batağa düştük.

1923’te başlayan gerçekten fırtına gibi bir gelişme 2. Dünya Savaşı ve Demokrat Parti ile sona erdi. Osmanlı kültür mirası çağdaşlık yolunda atılması gereken hiçbir adıma olanak vermedi. Bu bağlamda dışarıdan gelen ve komplo olmasa bile, olumsuz bir manipülasyon söz konusudur. Toplumun çağdaşlık karşıtı eğilimleri bu amaçla kışkırtıldı. Bu bağlamda Bernard Lewis, Huntington gibi sözcüleri anımsıyorum. Bu yöntem, kanımca, hâlâ aktiftir. Alarm sağır kulaklara erişmiyordu. Ama
şimdi virüs ağaca girdi.

ENTELEKTÜEL KISIRLIK

Osmanlı cehaleti entelektüel kısırlık demek.

Toplumun çürümesinin sonsuz kanıtları olabilir. Fakat bunun düşünce ve araştırma üretimine ilişkin sayısal kanıtları sağlamdı. Cahil bir tüketim toplumuna bunları anlatmak zor. Onun için basına da yansımaz.

2000 yılında Princeton Üniversitesi’nde The Crest of the Peacock, Non-European Roots of Mathematics adlı bir kitap yayımlanmıştı. Yazarının adı George Gheverghese Joseph. Matematiğin Avrupalı olmayan köklerine ilişkin bu kitabın verdiği bilgilerde bir tek Türk adı yok. Bibliyografisinde çağdaş bir Türk yazar yok.

Bildiğimiz tek şey Semerkant’ta Uluğ Bey dönemindeki astronomi okuludur. 70 yaşında İstanbul’a gelen Ali Kuşçu da o okulun bir üyesidir. İstanbul’a 3. Murat’ın getirttiği Arap Takiyüddin de bir Osmanlı bilim adamı değildir. Onun da rasathanesini başına yıktılar. Kimler? Medrese mollaları. Fizik, kimya, biyoloj, tıp da yok. Mühendislik de yok.

Demek Osmanlı’nin başından 21. yüzyılın başına kadar 700 yıl bilim bizim imparatorluğun semtine uğramamış.

SADECE ŞANLI SÜVARİLER, HAREMLER VAR

Peki, resim, heykel, musiki var mı? Kuşkusuz musikisiz yaşam olmaz. Güzel sese şeytan sesi diyenler dışında. Ama folklor musiki kültürünün boşluğunu dolduramaz. Resim, heykel yasak! Eh, felsefe de yasak! Düşünme de yasak!

Onun için Türklerin kültür ve uygarlık tarihinde adları geçmiyor. Sadece kurdukları hayal devletler, şanlı süvarileri, sultanları, haremleri ve şimdi de AKP yönetimi biliniyor. Onların da nasıl algılandığını gazetelerde okuyoruz.

Tek Nobel Bilim Ödülümüz de ABD’de. Tarih 2015. Osmanlı İmparatorluğu 1300’de, Cumhuriyet 1923’de kuruldu.

Düşünenler çoğalmadı ve utanmıyoruz. En çok ölüleri ve cenazeleri, camileri ve AVM’leri, borsaları ve gökdelenleri, yolları ve sarayları ve de otomobilleri düşünüyoruz. Bu tablo bile bir komplo görünümü veriyor. 700 yıllık bir cehalet banyosunun tarihini de yazıyoruz. Fakat okuyanların cahil kaldığını da anlamıyoruz.

Neden? Çünkü dünyada sadece kendimiz varmış gibi, tarih yazıp ne yaman olduğumuzu da bu topluma belletmişiz. Kimse 700 yılda biz neden bir otomobil yapamamışız, saray yapıyoruz da telefon neden yapamıyoruz, her tarafa uçakla gidiyor, neden uçak yapamıyoruz, demiyor.

ŞAHESER YORUM

Acaba halk çok bilge olduğu için bunların ezelden alnına yazılmış kaderi olduğunu bildiği için mi sesini çıkarmıyor? Bu şaheser bir yorum. Parmağını oynatmayı bile gerektirmiyor. Eşek kaçmasın diye bir direğe bağlamak gerekli değil. Ha eşek dağa kaçmış, ha 100 kişi ölmüş. Hepsi kader! Fakat bunları söylemek yasak. Yasaklamak da kader mi?

Sevgili okuyucular,

Ülkenin fırtınayı atlatıp yoluna devam etmesi gerek! Bunun için insan kalitesinin yüselmesi, topluluk dayanışmasının artması, çağdaş standartlar seviyesinde insan yetiştirmemiz gerek. Din ile çağdaş davranışlar arasındaki ilişkiler bugüne kadar nasılsa öyle değişmeye devam edecek. Tanrıya gerçekten inanan için onun iradesine karşı çıkacak bir insan gücü olamaz. Fakat insanın tanrıya kalkan olması komik ve günahtır.

Çağdaş hiçbir ülke cahil kadrolarla idare edilemez. Bu miadı dolmuş bir uygulamadır. İyi bir eğitime dayalı uzmanlık bütün hükümet kadrolarının vazgeçilmez ilkesi olmalıdır. Geleceğin dünyasında yaşamanın vazgeçilemeyecek ilkesi budur. Kazanana ödül vaad eden politik sistem çürümüştür. Öğretim çağdaş standartlara göre düzenlenmek zorundadır.

Bu düzeyin altında kalan ancak yakın geleceğin kölesi ve canlı bombası olabilir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler