Altan Öymen'den 'Umutlar ve İdamlar (1960-1961)'

Altan Öymen’in “Bir Dönem Bir Çocuk”, “Değişim Yılları”, “Öfkeli Yıllar” ve “…Ve İhtilal” kitaplarından oluşan anı dizisinin yeni kitabı “Umutlar ve İdamlar (1960-1961)” okur karşısında. Öymen’le odağına aldığı yılları ve kitabını konuştuk.

Yayınlanma: 26.06.2018 - 16:40
Abone Ol google-news

‘Büyük bir demokrasi tecrübesizliği vardı’

- … Ve İhtilal kitabınız için yaptığımız söyleşide; 1955-1960 arasında 27 Mayıs İhtilâli’ni oluşturan şartlara odaklanmıştık. Umutlar ve İdamlar (1960-1961) bu bağlamda kronolojik ama sosyolojik yönü daha önde, farklı bir devam çalışması...

- İlk olarak 27 Mayıs İhtilali’nin hemen öncesinde Mayıs ayında başta Ankara’daki 555K gösterisi, 21 Mayıs 1960 Harbiye Yürüyüşü gibi gelişmeleri anlatıyorum. İhtilalin ardından oluşturulan otuz sekiz kişilik askerî heyetin kuruluşu, o arada yaşananlar, tanıklıklar, Temsilciler Meclisi ve Kurucu Meclis’in kurulması, Kurucu Meclis’in yaptığı Anayasa ve Seçim Kanunu’yla devam ediyorum. O gidiş umut vericiydi. Kitabın başlığının ilk kelimesi o nedenle “Umutlar”dır. Umutlar büyüktü. Yassıada muhakemeleri sürüyordu ama sonunda idam cezaları verilebileceği tahmin edilmiyordu. Duruşmalarda öne sürülen hukuki tartışmalardaki argümanlar da o izlenimi veriyordu. Ayrıca artık insani unsurlar devreye girmişti. Büyük kısmı beraat eder, bir kısmı da düşük cezalar alır zannediliyordu. Sonuçta da Türkiye, çağdaş bir Anayasa’yla barış içinde demokratik bir ortama kavuşur diye bekleniyordu.

- Başlarda idam sözü hiç ortalarda yok. Devreye ilk nasıl girdi?

- İktidardaki askerî komite -Millî Birlik Komitesi- kuruluşundan kısa süre sonra anayasa ve ceza kanununda beklenmedik değişiklikler yaptı. İddia edilen suçların yaşandığı dönemdeki yasa maddelerini değiştirdi. Sanıklara eskiden uygulanamayacak cezaları uygulanır hâle getirdi. Eski ceza mevzuatına göre 65 yaş üstündeki bir kişi idam edilemezdi. Birdenbire bunu kaldırdılar. Celal Bayar geçmişti 65 yaşını... O noktadan itibaren, demek bunlar idam düşünüyorlar diye bir düşünce geldi akla.

- İdam isteminin asıl mimarları kimdi?

- Yassıada’daki mahkemede fikir birliği yoktu. İdam cezalarının birkaçı ittifakla alınmıştı, büyük kısmında o cezalara muhalefet eden hakimler vardı. Sonradan ortaya çıkıyor: Yassıada’da sorgular sürerken ordu içinde de gelişmeler oluyor. Bir grup oluşuyor ve o gruptakiler Millî Birlik Komitesi’nin idamlara karşı olan kısmıyla ters düşüyor. Yani sertlik istiyor. İdamlar mutlaka infaz edilsin diye komite üyelerine de baskı yapıyor.

- Darbe içinde darbe!

- Evet, o da bir darbe tabii...
 
“SİVİL, ASKER DEMOKRASİYİ BENİMSEYEN ÇOKTU”

- … Ve İhtilal, 27 Mayıs’ın ilk günlerindeki sivil kesime odaklıydı, bu kitapta ise askerî kesimle ilgili değerlendirmeler önde. Gazeteci gözüyle izlenimleriniz de var. Özellikle ilk günlerde askerlerin durumu neydi?

- Bir karmaşa vardı. Evvelden oluşmuş çeşitli gruplar vardı, sonradan bir araya gelmişlerdi. Bir kısmı birbirini hiç tanımıyordu. İlan ettikleri ortak hedef; demokrasiyi, demokrasiye aykırı gelişmelerden korumaktı. 1950 seçimi öncesinde CHP iktidarı için de; “Bunlar demokrasiyi ilan etti ama demokrasiye gerçekten geçecekler mi, geçmeyecekler mi?” diye bir kaygı vardı. Demokrasiye geçişin ilk seçimi olan 1946, tartışmalı bir seçimdi çünkü.

Sivil ve asker arasında demokrasiyi benimseyenler çoktu. Demokrasinin, iktidarın yanlışları yüzünden kazaya uğramasına karşı önlem alınması isteniyordu. 1950 seçiminden önce bir kısım genç subay grupları, yüksek rütbeli subaylarla görüşüp “bir şeyler yapılması” gerektiğini söylemişti. Seçimin ardından ise tüm bu kaygılar bitmişti.

1950’den sonraki, yani CHP’nin yerine DP iktidarı geldikten sonra, ilk gelişmelerden herkes memnundu. Hatta yeni iktidar tarafından Genelkurmay Başkanı ve tüm kuvvet komutanları bir gecede görevden alınmıştı. Muhalefet bunu eleştirmişti ama -sivil ya da asker- vatandaşların çoğu bunu, “Sivil iktidarın yetkisi içindedir” diye doğal kabul etmişti.

Sonra, 1950’den 1953’e kadarki süreç... O yıllar da iktidar ve muhalefet arasında gerginliklerin yaşandığı ama demokrasinin her şeye rağmen işlediği ve memnun edici adımların atıldığı yıllar sayılır. Her kesimde tedirginlik, iktidarın aldığı demokrasiye aykırı, bir kısım hak ve özgürlükleri yok edici önlemlerin ardından başladı. Hele 1960 ilkbaharındaki Tahkikat Encümeni kuruluşu, o tedirginliği hızla yaygınlaştırdı.
 
“BİR KISIM SIKIYÖNETİM HAKİMİ RAHATSIZDI!”

- Menderes başladığı gibi devam etmedi sonuçta değil mi?

- 1954 seçiminin hemen öncesinde ve sonrasında çok tepki gören kanunlar yapıldı. Biri, basına cezaları artıran yeni Basın Kanunu’ydu. Bir Kırşehir Kanunu vardı, acayipti. O kanunla Kırşehir, Bölükbaşı’nın partisine oy verdi diye il olmaktan çıkarılıp ilçe düzeyine indirilmişti. 1954’teki Seçim Kanunu değişikliği de çok önemliydi. Muhalefetin seçimden önce, radyodan iktidarla eşit şartlar içinde konuşma hakkı kaldırıldı. Sonraları da eleştirilere karşı birçok “tahammülsüzlük” örnekleri ortaya çıktı. Bugün, tabii, öyle örnekler çok daha fazla. O arada hakim teminatı yok edildi. Adalet Bakanı’na, yirmi beş yılını doldurmuş tüm hakimleri tek imzalı kararnameyle emekliye ayırma yetkisi verildi.

- 1957’deki daha da beter: Oyları ilk defa yüzde 50’nin altına düşünce seçim kanunu değişikliğini son dakika yetiştirerek koalisyon kurulmasını yasaklıyor DP. Hani şeytan kulağına kurşun!

- O, tabii inanılmaz! Politikacıların hiçbiri demokratik bir ortamda yetişmemişti. Hepsi tek parti döneminin sertlikleri içinde yaşamıştı, o reflekslere sahipti. Özellikle vurguluyorum; 1950’lerde Türkiye’de -dünyada da öyleydi- büyük bir demokrasi tecrübesizliği vardı.

- 27 Mayıs’tan önce Tahkikat Encümeni yanında sıkıyönetim mahkemeleri de vardı. Sıkıyönetim mahkemelerinin genel tutumu neydi?

- Askerî hakimler de rahatsızdı. DP’nin ihbar kampanyası üzerine insanlar getiriliyordu ama ihbarcılar ortada yoktu. Ben de hâkim karşısına çıktım. Evet, 5 Mayıs’ta yürüdüm, ıslık çaldım, katıldım gösteriye. İhbarcı tabii ortada yok! O ihbarcının neyi ihbar ettiğini anlatacak şahit de... Hâkim, yüzünde “Bu ne biçim iştir!” gibi bir ifadeyle serbest bırakmıştı beni.

- Aydın Menderes ile 1991’de yaptığınız söyleşinin tam metnine de yer veriyorsunuz kitapta. Yanıtlarını nasıl yorumluyorsunuz?

- Anlattıklarında çok samimiydi. O zamanın şartlarını da göz önünde bulundurarak hadiseleri tek tek değerlendirdi. Bunu iyi ki yayımlamışım çünkü o zamanın hadiseleri çok yanlış bilinir hâle geldi. Şimdiki bazı politikacılar da hadiseleri bilerek çarpıtıyor. Mesela, İsmet Paşa’nın idamları tasvip etmediği ve önlemek için elinden geleni yaptığı meydanda. Askerlerle tek tek görüşüyor idam olmasın diye... Bir mektubu var komitenin Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e. Mektuptaki öyle bir ifade ki, yazdıklarını Millî Birlik Komitesi üyelerinin de okumasına imkân verilmesi için “rica ederim” yerine, “niyaz ederim” diyor İsmet Paşa.

Umutlar ve İdamlar (1960-1961) / Altan Öymen / Doğan Kitap / 448 s.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler