Yavuz Ekinci'nin yeni romanı: “Rüyası Bölünenler”

Yavuz Ekinci, yeni romanı “Rüyası Bölünenler”de, kahramanı İsmail'le modern bir Yusuf masalı anlatıyor. Ekinci'yle romanını Sibel Oral konuştu. Eray Ak'ın değerlendirmesiyle...

Yayınlanma: 01.09.2014 - 14:37
Abone Ol google-news

'Ey okur, seni rahatsız etmeye geldim!'

Yavuz Ekinci, yeni romanı “Rüyası Bölünenler”de, kahramanı İsmail'le modern bir Yusuf masalı anlatıyor. Siyasi kaçak olarak Berlin'de yıllarını geçirdikten sonra, babasına verdiği sözü yerine getirmek için memleketi Batman'a dönen ve dağa çıkan kardeşi Yusuf'u, yine dağlarda aramaya başlayan İsmail, bu arayışında tarihi, kökleri ve kendisiyle hesaplaşacaktır. İsmail, bu hesaplaşmanın ve arayışın peşindeyken okurlar da güne dair pek çok sorunun yanıtlarını kendi içinde sorgulayacak. Yavuz Ekinci'yle yeni romanını konuştuk...

-Bu sefer İsmail’le bir yolculuğa çıkıyoruz ölü ya da diri ama mutlaka Yusuf’u bulmaya. Romandaki yolculuktan önce senin yolculuğunu merak ediyorum. Yazmaya başlamadan önceki yolculuğa nasıl çıktın ya da yolculuk seni mi çağırdı diyeyim?
-Otuz yıllık savaşla birlikte aileler yere çakılan bir narın taneleri gibi etrafa dağıldı. Kimi cezaevine, kimi sürgüne, kimi dağa ve kimi de büyük şehirlerin varoşlarına savruldu. Hemen hemen her evin bir gerillası var. Haber bültenlerinde gerillaların ölümü her ne kadar “… terörist etkisiz hale getirildi” denilse de onun yolunu gözleyen bir anne, bir baba ve bir kardeş var. Bütün gün evden çıkmayıp belki oradaki gerilla görüntülerin arasında çocuğumun yüzünü görürüm umuduyla RojTv, SterkTv izleyen babalar ve anneler var. Oğulları Şırnak’ta, Hakkari’de askerlik yapan bir babanın nasıl ki her çatışma haberinden sonra gelebilecek kötü haberi korkuyla beklediği gibi her çatışmadan sonra ANF’den yayınlanan gerilla fotoğraflarında oğlunun veya kızının yüzünü arayan anneler ve babalar var. Anne her yerde annedir, baba her yerde babadır ve oğul her yerde oğuldur. Oğullarının, kızlarının yollarını bekleyen, gözleyen anne ve babalarının yolculuğu beni çağırdı diyebilirim. 

-Romanda anlatılanlar, mekânlar ve hatta bazı isimler de gerçek. Bir araştırma süreci, tanıkları dinleme evresi oldu diye tahmin ediyorum. Bu süreci biraz anlatır mısın?
-Romanda gerçeklik duygusunu derinleştirmek için kimi yerlerde gerçek isimler ve gerçek mekân isimlerine yer verdim. Çünkü bir metinde aslolan okuyanı okuduğu metne inandırmaktır. Gerçeklik duygusunu vermektir. Oğullarından, kızlarından, kardeşlerinden haber almak umuduyla bu zorlu yolculuğa çıkan ailelerle görüştüm, onların hikâyelerine ortak oldum. Tabii herkesin yolculuğu çok farklıydı. İsmail’in kardeşini aramak için yaptığı yolculuğu yazarken bu yolculuğa giden ailelerin duyguları hep benimle oldu. Hikâyenin bu kadar gerçekçi duruyor olmasının bir nedeni de bu ailelerin duygusunun bana eşlik etmesidir.

“O ACI PEŞİMİ BIRAKMADI”

-Ne hissettin diye sormak istiyorum ama şunu da biliyorum; anlattığın coğrafya senin kişisel hikâyenin de merkezi olan Batman. Bu coğrafya fiziki ve duygusal olarak romanda sana ne verdi ya da ne bileyim, ne hissettin yazarken?
-İçinde yaşıyor olsan da insanları dinlemek ve beklemelerine, özlemlerine ve acılarına ortak olmak çok zordur, farklı bir şeydir. Dinlediklerimiz ve gördüklerimiz bir süre sonra yaşamınızın bir parçası oluverir. Yazarken o zorlu yolculuğa binlerce kez çıktım. O zorlu yolculuktan defalarca eli boş döndüm. Ve gün gelip roman bitmiş olmasına rağmen o acı peşimi bırakmadı. Her olaydan sonra rakamla ifade edilen bir ölüm kalbimde ve ruhumda bir ailenin yıkılışı olarak yer bulur. Oğullarının, kızlarının ve kardeşlerinin yolunu gözleyenlerin yıkılışını ve tükenişini yaşarım. Bu romandan sonra da bana bu miras kaldı.

-Anlattığın hikâye kutsal kitaplardan bildiğimiz bir kıssayı hatırlatıyor bize: Yusuf kıssasını. Baba, kardeşler, kıskançlık, ümit ve o gömlek… Sen bu gibi kutsal metinlerden, hikâyelerden çok besleniyorsun. Romana başlarken Yusuf’u buradan yola çıkarak mı kurguladın? Yusuf’la Yakup’un hikâyesi neden önemliydi senin için?
-Kutsal kitaplara ve eski metinlere karşı ilgim hep vardı. Bu metinlerin yüzyıllarca okunduğunu ve insanlığı etkilediğini bilmek bana çok büyüleyici geliyor. Bu metinler kimi zaman kemiklere, taşlara, derilere ve tabletlere yazılarak günümüze kadar geldiler. Bazen düşünürüm taşa kazıyacak kadar değerli kaç sözüm var. Şu ana kadar bir yere kazıyacak kadar değerli bulduğum tek şey ortaokuldayken sevgilimin adını masaya kazımak oldu. Sevgilimin ismini masaya kazıdığım için kötü bir dayak yedim. Yusuf kıssası Tevrat ve Kur'an’da uzun uzun anlatılır. Yakup, oğul hasretini simgeler çünkü Yusuf’un yolunu gözlerken oğlunu özlemekten kör olur, yıkılır. Çocuğu dağa giden her baba da tıpkı Yakup’un Yusuf’un yolunu gözlediği çocuklarının yolunu sabırla ve özlemle gözler. Yusuf güzelliği veya aşkı simgelediği gibi ayını zamanda kurtuluşu da simgeler. Çünkü Mısır onun yol göstericiliğinden dolayı kıtlıktan kurtulur ve kavmi onun yol göstericiliğiyle Mısır’a yerleşir. Yusuf’un kardeşleri ise kardeş kıskançlığının abidesi sayılır. Kardeş kıskançlığının doruk noktasıdır. Bu kıssada iliğimi her zaman Yusuf’un kardeşleri çekmiştir. Çünkü babalarının sevgisini kazanmak için kardeşlerini öldürmeye çalışıyorlar. Yani babalarının sevgi nesnesi olan Yusuf’u ortadan kaldırarak bütün sevginin onlara kalacağını düşünüyorlar. Ki bu çok insani bir duygu. Kutsal kitaplarda, edebiyat metinlerinde Yakup’un ve Yusuf’un hikâyesi çok anlatılır. Minyatürlerde, resimlerde bu hikâye defalarca çizilmiştir. Fakat kardeşlerin hikâyesi hiç anlatılmaz. Onların hikâyesi hep eksiktir. Çocuğu dağa çıkan her aile mutlaka çocuğunun gidişinden dolayı birini suçlar. Ve bu suçlamalar genellikle ya ağabeyler ya da amcalar veya dayılar olur. Bu şekilde suçlanan ve bu ağır suçluluk duygusunu bir kambur gibi sırtında taşıyan çok kişiyle konuştum. Bu iki hikâye başından beri birlikte zihnime düştü ve hikâyeyi yazarken bir anlamda aslında Yusuf’un kardeşlerinin hikâyesini günümüz üzerinde anlattım.

“GEL BİRLİKTE ŞİİR OLALIM”

-İsmail savaştan, ölümden, işkencelerden kaçıp Berlin’de yeni bir hayat kursa da fiziki anlamda her şey yerli yerinde olsa da ait olmadığı bir yerde içinde kocaman bir vicdan azabıyla yaşıyor. Döndüğünde ve Yusuf’un izine düştüğünde zaman zaman yine korksa da yolun sonuna kadar gidiyor. Sence bu yüzleşme ve yolculuğun tek müsebbibi babanın son arzusu mu yoksa İsmail’in babası tarafından affedilecek olması mı?
-İsmail’in bu yolculuğa çıkma nedeni sadece babanın son arzusu veya babanın onu affetme olasılığı değildir. İsmail’in bu yolculuğa çıkmasının nedeni kendisiyle yüzleşmesi ve artık kaçacak bir yerin olmamasından kaynaklanıyor. İsmail’in kaçacak bir yeri yok. Dünya artık gözünde Kerbela’dır. İsmail kaçtığı Almanya’da on sekiz yıl yaşıyor ama bir kez olsun içinde Almanya geçen bir rüya göremiyor. Bu zorlu yolculuk onun hayata bağlayan son şans.

-Bir taraf gözetmiyorsun adaletin dışında. Romanın ele aldığı olaylar ve sorunları düşünüyorum; o coğrafyayı, 90’larda yaşananları ve senin o coğrafyaya ait oluşunu… Aslına bakarsan senin tarafından baktığımda senin durduğun tarafın neresi olduğuna kanaat getiremedim. Objektif bir anlatım ve taraf olmaya çok yatkın olunabilecek bu hikâyeyi çok yansız ve objektif bir biçimde anlatmışsın… 
-Bir hikâyeyi sakatlamanın en kolay yolu yazarın karakterlerini sürekli kendi safına çekmeye çalışmasıdır. Onlara kendi düşüncesini empoze etme arzusudur. Bu romanda ardında koştuğum duygu suçluluk, kıskançlık ve özlemdir. Yazarken olabildiğince karakterlerin duygularını açığa çıkarmaya çalıştım. Çünkü yazdığımız metnin karakterlerinin kaderini biz belirleyemeyiz. Onların da bir kaderi var. Her karakter kendi kaderi tarafından kovalanır. Biz bir yazar olarak onlarla yolculuk yaparız. Yani karakterime “Gel sana şiir okuyayım veya bana gel şiir oku,” demiyorum. Ona, “Gel birlikte şiir olalım,” diyorum.

“VATAN NERESİDİR?”

-Romanda İsmail’in kendi kendine sorduğu bir soru var: “Vatan neresidir? İçinde bir soğuk cesede dönüştüğümüz daracık mezarımız mı? Ya da tutsak yaşadığımız yurdumuz mu?” Peki, bu soruyu İsmail’den ödünç alıp Yavuz Ekinci’ye sorsam…
-Vatan bir cennet olması gerekirken veya yaşanan bir cennetken maalesef zamanla başkaları bize bir cehenneme çeviriyor. Ve sanırım bu yüzden vatan şu an içinde soğuk bir cesede dönüştüğümüz daracık mezarımızdır. 

-İsmail sence yaşadığı her şeyi hak etti mi? Yaşam hakkını kullandı bana sorarsan ama işin içinde inandığı bir şey de var her ne kadar kaçsa da vicdan azabı içinde büyüyen bir kuyu, gayya kuyusu gibi… Sen ne dersin?
-İsmail kaçmak zorunda kalan birçok siyasi kaçak gibi huzursuz. Bir mülteci gibi umduğunu bulamamış ve kırgın. Bu vicdan azabı zamanla onun kalbini, ruhunu, aklını kemirmiş. İsmail derisi yüzülmüş bir yara gibi savunmasız. Bu romanı yazarken yurtdışına gittim ve oraya kaçmış siyasilerle görüştüm. Onları dinlerken dehşete kapıldım. Ve o günlerde şuna karar verdim: Bir gün cezaevine düşeceğimi bilsem dahi kaçmak yerine gidip cezaevinde yatacağım. Çünkü kaçanların peşine takılan o vicdan, onları zamanla içleri boşalmış bir ağaca çevirmiş. Bedenleri orada ama akılları burada. 

-Ne kalsın istersin peki bu romandan okura?
-Ben okuru rahatsız eden metinler yazmak isteyen bir yazarım. Ey okur, seni rahatsız etmeye geldim! İsmail’in huzursuzluğu, kararsızlığı, acıları, özlemleri ve vicdan azabı benden okura miras kalsın isterim.

[email protected]


Modern bir Yusuf masalı...

Hz. Yakup'un on iki oğlu vardı ancak içlerinden en çok küçük oğlu Yusuf'u severdi. Yusuf'u severdi çünkü rüyasında on bir yıldızın ona secde ettiğini görmüştü; severdi çünkü Yusuf, onun yaşlılığında eline aldığı oğluydu. On bir oğlunun hiçbirine hissettirmediği, torunlara gösterilen sevgiyi gösterdi ona; on bir oğlunun hiçbirine bakmadığı gibi baktı. Yakup'a sorulsa rüyasından ve yaşlılığında gelen oğlu olmasından gayrı daha binlerce şey sayabilirdi neden sevdiğine dair Yusuf'u belki ama biz sevdiğini biliyoruz ya, o da yeter.

Bir de şunu biliyoruz: Yakup'un, Yusuf'u diğer kardeşlerine karşı uyardığını; uyardığını çünkü kıskançlığın onlara kötü bir şey yaptırmasından korktuğunu. Korkutuğunun başına gelmesinden korkarken Yakup, olan oldu ve on bir erkek kardeş, babalarının Yusuf'a gösterdiği sevgiyi kendilerine pay etsin diye ticaret için yola düzüldükleri sırada bir kör kuyuya attılar onu. Ancak hiçbir şey umdukları gibi gitmedi ve on bir kardeş sevgi beklerken üzüntüden kahrolan bir baba buldular karşılarında. O kadar ki Yusuf için döktüğü göz yaşlarından kör oldu Yakup. Yıllarca Yusuf'un dönmesini bekledi, bekledi, bekledi...

YERSİZ YURTSUZ BİR İSMAİL
Hemen herkesin aşina olduğu, Kur'an ve Tevrat'tan bildiğimiz kıssanın bir bölümü yukarıda anlatılan. İçinde çocuk sevgisinden çok kıskançlığa, kıskançlığın nelere yol açabileceğine dair çarpan noktalar yakalayabiliriz. Bu türden kıskançlığın geçmişte olduğu gibi günümüzde hangi olaylara meydan verdiğini ise "gündüz kuşağındaki" televizyon programlarından takip edebilirsiniz. Burada konuşacağımız ise Yavuz Ekinci'nin yeni romanı Rüyası Bölünenler olacak. Böyle bir girişin sebebi ise Ekinci'nin bu romanında modern bir Yusuf masalı anlatması bize.

"Modern bir Yusuf masalı," diyerek şunu kastediyorum. Yavuz Ekinci üst kurmaca yontacağı bir metin olarak değil de bir "fikir ucu" olarak almış Yusuf kıssasını kendine ve duygusal düzlemini baba-oğul sevgisinden, kardeş kıskançlığına uzatan bir roman kaleme almış. Ancak romanın bir başka düzlemi daha var ve bu düzlem, Türkiye'nin otuz yıllık acı coğrafyasının bir haritasını çıkarır nitelikte. Kahramanı İsmail ise bu acı coğrafyasının önemli bir simgesi olarak öne çıkıyor. 

Hikâyesine aşina olduğumuz, bildiğimiz bir karakter İsmail. Bundan tam on sekiz yıl önce memleketi Batman'dan "siyasi" nedenlerden kaçarak Almanya'ya yerleşmiş, orada kendine yeni bir hayat kurmuş ancak tüm bunlara rağmen Almanyalı olamamış. Bunca yıldır orada yaşamasına rağmen içinde Almanya'nın olduğu tek bir rüya dahi görememiş. Aklı hâlâ Batman'da, eski arkadaşlarında, babasında, dağa çıkan kardeşinde... 

Bir yandan Batmanlı da değildir artık. Çünkü köklerinden "kaçmış" gibi hissediyordur kendini. Babasının, kardeşi Yusuf'un dağa çıkmasından İsmail'i sorumlu tutması ve tüm aileyle irtibatını kesmesi sonucunda bir başına kala kalmıştır Almanya'da. Ancak bir gece aldığı telefon tüm yaşamını yeniden okumasına neden olacaktır. O telefon da aklından hiç çıkmayan Batman'dan gelmiştir.

BABA, OĞUL VE KARDEŞ ADINA...

Yıllardır konuşmadığı babası hasta yatağındadır artık ve İsmail de babasına kendini affettirebilmek için kardeşi Yusuf'u bulmak için dağa çıkmaya karar verir. Dirisi olmasa da ölüsünü getirecektir ancak geçmişte olduğu gibi korkuları hortlamaya teşne, tüm bu sıkıntılarına rağmen her an vazgeçmeye amadedir İsmail. Kardeşi Yusuf''u da bu yüzden kıskanır zaten. Kendisinde var olan tüm korkuları yenip inandıkları uğruna canından vazgeçebilmesini kıskanıyordur. 

Bu bağlamda klasik bir baba-oğul-kardeş hikâyesi okuduğumuzu söyleyebiliriz Rüyası Bölünenler'de. Ancak İsmail'in, kardeşinin peşinde dağa çıkmasıyla roman, rotasını bambaşka bir yöne çevirir. Bu yönde ise acılarla dolu bir geçmişin yanında hep saklı kalmış dağ yaşayışı öne çıkar. Bir yandan da dağların ve insanlarının dili çözülür bu aşamada. Onların dili çözüldükçe de acı coğrafyasındaki derin hüzün vadilerinin çizgileri daha da keskinleşir.

Yavuz Ekinci'nin anlattığı hikâye boyunca İsmail'in kendi kişisel tarihi, değerleri ve ülke tarihiyle hesaplaşmasını izlerken okuyucu olarak biz de hesaplaşmalara giriyoruz. Bu hesaplaşmalar geçmişi kapsadığı gibi güne de uzanıyor ve Ekinci, romanıyla günün siyasi ve vicdani atmosferini okuyabilmek adına çok önemli nüveler veriyor elimize.

Bunu yaparken de öykücü geçmişinden çokça faydalanıyor yazar. İsmail'in Yusuf'a ve daha da önemlisi kendine ve babasına ulaşmak için çıktığı yolda, merak unsurunun anlatılan hikâyenin son satırına kadar saklı tutulması, Ekinci'nin dili kullanmadaki tutumlu tavrı ve verilen es'lerle merakın tırmandırılması yazara, öyküden miras kalan genler olsa gerek. Okurken de bunu hissedebiliyoruz zaten. Roman, kendi içindeki bölümleriyle öykü öykü ilerliyor adeta.

İsmail kardeşi Yusuf'u bulabilecek mi? Kardeşini bulup babasıyla barışabilecek mi? Korkularını yenip yaşama yeniden adım atabilecek mi? Bunlar, romanın son sayfasına kadar akla takılan sorular. Ancak son kelime tüm bu soruları silip atacak türden. 

"Barış'a" diye bitiriyor Yavuz Ekinci romanını. 

İsmail'in hikâyesi de bu sonsöze katkı sağlayacak "anlayış ipleri" salmak için yazılmış zaten. Ama her zamanki gibi küçük bir dipnotla: "Anlayana..."

[email protected]

Rüyası Bölünenler/ Yavuz Ekinci/ Doğan Kitap/ 144 s.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler