Ya Katina'nın elinde daktilo olsaydı

"Sadece şarkılar yazmak için yaşarım Eğer beni kovarsan bayım Yaşamak için şarkılar yazarım" -Béranger

Yayınlanma: 22.12.2018 - 22:51
Abone Ol google-news

Evrende ne kadar uzağa bakarsanız o kadar geçmişe gidermişsiniz. “Basın özgürlüğünü bir çeşit ticaret özgürlüğü haline getirmek onu savunmadan öldüren bir savunmadır” diye yazıldığında 1840’ların; bütün bunlar, Türkiye’de alkışlar eşliğinde bilcümle yaşanmaya başladığındaysa 1980’lerin başıydı.

Basın, askeri darbe marifetiyle girişilen, yıllarca süren büyük toplumsal dönüşümün itici motoruydu.
Değişirken değişti. Kendi kuyruğunu yiyen yılan Ouroboros, huzura kavuştu kavuşacak ama, karşı koyan “son Mohikanlar” henüz ölmedi. Eşyanın tabiatı gereği, kaybolmuyor, bir yerlerden çıkıveriyorlar.

Oysa, ticarete; “Senin özgürlüğün benim özgürlüğüm değil” diyemeyen hatta kendi özgürlüğü olarak gören basın, tek tek bireyleri eliyle gönüllü destekçisi olduğu sendikasızlaşmayı/örgütsüzleşmeyi kucakladı. Olumladı. Tek tek, hayatta iyi şeylere sahip olabileceğini sanma gafletine düştü. Şimdi, yine ayrı ağızlardan ama “Hiç birimiz bu duruma düşmemeliydik” cümlesini bıçkınlığı bırakmadan söylüyor. Geçmiş ola mı; göreceğiz.
Çünkü, Işık Kansu’nun kitabı bir manifesto. Lirik söylemi rahatsız edebilir. İş bilmezliğine, naifliğine ya da densizliğine (her psikolojik projeksiyon gibi) verenler çıkabilir.

Ne derlerse desinler.
Neden bu değil. Duyulan rahatsızlık içler acısı halin, halimizin yüzümüze çarpılmasından. Kimseyi, kimseden sakınmadan.
Kırk kişiyiz kırkımız da birbirimizi biliriz.
Üç maymunuz!
Biliriz; yazmayız.
Durum, terzinin söküğünü dikememezliğinden çok; elindeki makina ile dikemeyen Katina’nın durumu. Yazamaz ah yazamaz...
Acaba?
İş kaygısı. Geçen yıllar, tekelleşen basındaki patronların, diğer tüccar patronlardan hiç farklı olmadığını ortaya koydu. Yazmak için yaşayanların, yaşamak için yazmaya başlayınca neler olduğunu da...

Kazanmaya muhtaç edilen (bazıları daha çok muhtaç edildi) gazeteciler...
Tükenen gazeteler.
Sonuna, en başından devam edelim: “Kuşkusuz yazarın (gazetecinin) yaşaması ve yazması için kazanması gerekir, ancak hiçbir şekilde kazanmak için yaşamaz ve yazmaz.”
Biri şarkı söylüyor, hâlâ. Umut var.
Işık Kansu yazıyor, daha önsözünde:

“Para demişken...
Mesleğini parayla satmak, onursuzlukla eşdeğerdir. Tıpkı haber kaynağını ele vermekte olduğu gibi...
Gazetecinin hası, habere düşkün olur. Paraya değil.
Beş kuruşa çalışır, çağına onuruyla tanıklık eder, haberleriyle anılır, göçer gider.
Gazetecilik mesleğinde 43 yılı geride bıraktık. Bunun en az 10-15 yılını mesleği anlamaya, algılamaya, daha iyiye ulaşma çabasına ayırın. Gerisi çıraklıktır... Mesleğe çırak yazılır, çırak ölürsünüz.”

Kitapta hepimizin ismi geçiyor. Gazetecilerin, patronların ve diğerlerinin...

Cesaret gösterin... Okuyun.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler