Bir çocuğun gözünden öldürmenin hikâyesi: David Vann’dan “Keçi Dağı”

“Keçi Dağı”, David Vann’ın şiddet dolu aile geçmişinin son halkası. Epey bir zaman önce yazdığı kısa öyküye dayanan romanda Vann, bir çocuğun gözünden öldürmenin nasıl basite indirgenip dehşete dönüştüğünü ve ağırlığını yitirdiğini anlatıyor. Vann, atalarıyla bağlantı kurarak cinayetini sırtlanan on bir yaşındaki çocuğu karşımıza çıkarıyor.

Yayınlanma: 01.10.2014 - 12:26
Abone Ol google-news

Geyikler yenir, insanlar gömülür

David Vann, Caribou Adası, Bir İntihar Efsanesi ve Pislik’le tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendine kemik bir okur kitlesi edindi. Romanlarındaki ortak nokta, eline neşteri alan Vann’ın zihninde bir ameliyata girişmesi. Babasının onda bıraktığı izden tutun da Alaska’dan California’ya uzanan geçmişini aktarıyor. Bazı bazı “Bu kadarına gerek var mı?” diye soracak oluyorsunuz ama yanıtlar, kitapları okudukça sizi buluyor: Vann, geçmişini tüketmek istiyor, onun aşılmamış bir travma gibi benliğini kemirişine direniyor. Üstüne gidiyor, giderken de bunları kitaplaştırıyor. 

Onun için bir başka özel şey, çeşitli biçimlerde şiddet ve öldürme güdüsünü işlemesi. Bu, çoğu okura rahatsız edici gelebilir fakat günümüzün yükselen “değerleri” olduğundan dikkat çekilesi bir yanı var. Vann’ın ameliyatları bu iki güdüye odaklanıyor diyebiliriz. Belki de şiddeti konularına yedirişi en başarılı tarafı; bir ölçüde imzası. Yazarın geçmişindeki bu aksak taraf, romanlarının itici gücü aynı zamanda. Bazen bu yüzden dil eğilip bükülüyor bezen de biz.

Babasının gölgesiyle bizi her an buluşturan Vann, öbür romanlarındaki bu gölgeye yenilerini ekliyor; Keçi Dağı’nda dede de gelip ardımıza kuruluyor. Ama bu kez tamamen güneye, California’ya iniyoruz, Vann’ın atalarının avcılık yaptığı “Keçi Dağı”nda pusuya yatıyoruz.

AT YERİNE TELEVİZYON

Vann’ın Kızılderili atalarına doğru yolculuğa çıkışı, ameliyatın sürdüğünü gösteriyor. Dahası, gidebildiği kadar derine iniyor, epey geriye; sumen altına ittiklerimize dek uzanıyor. Romandaki çocuk da Vann’ın mekânlarına uğruyor. Erkekliğe geçiş sınavından tam not alması için bir geyiği avlaması gerekiyor. Bu, atalarıyla bağ kurmasını sağlayıp ona özgüven de verecek. O nedenle babasıyla beraber “Keçi Dağı”nın yolunu tutuyor. İlk gözüne çarpansa kayalar; “istikballeri ve tüm maziyi anlatan küçük birer çark, düzenek ve nişan” dediği taşlar: “Dünya üstüne binen, kendini sonsuzca yineleyen dünya.” Sonradan dağla ilgili hatırladıkları sınırlı olsa da orası, aklına büyülü bir yer olarak kazınmış.

Müthiş manzara betimlemeleri arasından geçerek çocuk, babası, dedesi ve Tom’la birlikte geyik avı için uygun bir nokta arıyoruz. İkide bir görünen tüfek de elden ele dolanıyor. Çocuk, modern dünyanın tümünün bir “saptırma”, “at yerine televizyonun verildiği korkunç bir aldatmaca” olduğunu da oralarda anlıyor. “Davetsiz misafir”in ne olduğunu da aynı yerde kavrıyor. On bir yaşında ve iki yıldır ufak ufak avlanan ama artık geyiği öldürerek “adam” haline gelmek için bekleyen çocuk kaçak avcıyı hedefe alıyor. Babasının o “enfes” tüfeğinin dürbününden avcıyı gözlerken içinde köpüren dürtüye engel olamıyor: “Bana öğretildiği gibi yavaşça, dikkatle nefesimi verdim ve tetiği ağır ağır kavramaya başladım. Düşünce yoktu, bundan eminim. Sadece kendi doğam vardı; anlayışın ötesinde, kendi varlığım. Dünya bir çekirdekten çıkmış gibi infilak etti ve ben havalanarak yere serildim.”

“ÖLDÜRMENİN SEVİNCİ VE VAADİ”

Vann’ın burada bizi getirdiği yer, öldürmenin hafifliği ve ağırlığıyla ilgili. Her şey çok kolay oluverir ama yükü öngörülemez. Bu yüzden “öldürdüğümüzde her şey yönünü bize çevirir” diyor belki de. Çocuğun cesetle yüzleşmesinden çok o anda aklından geçenler dehşet verici. Daha önce yerde cansız yatan hayvanlar gördüğü için herhangi bir rahatsızlık hissetmiyor. Üstelik hep bir şeyler vurup dağa öldürmek için geldiklerinden evvelkilerle o anda olan arasında ayrım yapamıyor. Vann’ın satır arası mesajları hayli ciddi bu anlarda. Ölen bir insan, evet ama “atış mükemmel”, her şey yolunda(!) İyi veya kötü yok, sadece çekim gücü söz konusu. Avcının bedenine üşüşen sinekler gibi: Uzaklaşmayı isteyip de yapamama.

Tüfekten çıkan mermi, çocuk için tarihsel bir cinayet ve hayatının geri kalanına dair de güçlü, hatta uzun zamandır hepimizin damarlarında gezinen bir zehir demek: “Neden avlanırız? Daha eski bir şeye dönmek için ve her eski zamanda bizi bekleyen Kabil değil mi?”

Geyik ya da insan, artık her ne indirilecekse bu avlanma dürtüsünü “öldürmenin sevinci ve vaadi” çekici kılıyor. Çocuğun zihnine yerleşen kod da bu işte. Dünyayı esneten de aynı “duygu.” Vann’ın gezindiği arazi böylesine korkunç, bir o kadar da ilgi uyandıran türden. İkisini de karşılayan, dedesini vurup vurmamayı düşünen çocuğun ağzından dökülen “artık dünyada beni durduracak hiçbir güç yoktu, her ne olacaksa buna ben karar verecektim ve bu, kaçak avcının sayesinde mümkün olmuştu” cümlesi.

ESKİNİN HİKÂYELEŞMİŞ CİNAYETİ

Ölü avcı ne kadar masumsa kendini o denli masum gören bir çocuk var kaşımızda. Sonradan mı yoksa o günlerde mi böyle bir çıkış yolu buluyor bilinmez ama onun bir araya getiremediği ya da hikâyede eksik kalan parçalar var. “Peri masalı” dediği hakikat ise buz gibi önünde, aklında ve kafasını çevirdiği her yerde yatıyor: “Tek masum, ölü avcı değildi. Ben de çocuktum ve çocukların yaptığı gibi oynuyordum; büyükler kamyonetten beni izliyor ve beklediklerine pek de aldırmıyordu; ölü avcı başka bir dünyaya aitmiş gibi geliyordu. Onun tarihinde bizim bir yerimiz yoktu.” Vurulan adamın “hiçbir şey olmadığını” düşünmek işten bile değil. Kaçak olmasının, kanunları çiğnemesinin ya da kanunların da bir önemi yok; o dağa avlanmaya giden dede, baba, oğul ve Tom için önemli tek şey kendi kabileleri. Kuralları kendileri koyduğundan cesedi gömmek, çalıların arasında bırakmak veya öyle birinin varlığını unutmak da o kurallara uymaktan öte bir “anlam” taşımıyor. Hem kabilelerinin varlığı hem de ilk içgüdü öldürme, böylece peşlerini bırakmayan bir gölge gibi onları takip ediyor.

Vann, kahramanları yardımıyla buz gibi gerçeği, geçmişimize ait ve şimdiyle aramızdaki sağlam köprü öldürmeyi sürekli gündemde tutuyor. Avcıyı vuran çocuk içinse bu, “ailesini, toprağını ve yasasını korumak” demek. Ama “peri masalı”nın söylediği, çocuğun alelade bir katil olduğu. Ölü avcıya geyik muamelesi yapması da ayrı bir çılgınlık. Peki, ya geyik? Bir adak olan ve mutlaka “boğazlanması” gereken geyiğin parçalara ayrılma sahnesi var ki işte orada, on bir yaşındaki çocuğun içinden dev bir canavar çıkıyor. Vann’ın başvurduğu vahşice anlatım, aslında bir yerlerde gizleyip fırsatını bulunca hiç tereddüt etmeden salıverdiğimiz bilinçaltımızı ve içgüdülerimizi yansıtıyor. Bunun, çocuk gibi küçük ve masum bir beden ve zihinle temsil edilmesi ise hayli manidar.

Öldürdüğümüz ne varsa o çocukla ete kemiğe bürünüyor bir bakıma: Atalarının istediğini yerine getirip “erkek” oluyor ama bir ordu şeyi de on bir yaşında kaybediyor. Belki de yepyeni bir varlık haline geliyor: “Geyiğin başı ve boynuzları, insanla kaynaşmış yeni bir hayvan gibi göğsüme vuruyordu; birlikte yürüyor, aynı soluğu ve kanı paylaşıyorduk. İçi oyulmuş olduğu halde postu, toynak ve boynuzlarıyla insanoğlunun çıplaklığı ve zayıflığını örtüyordu.”

Vann’ın anlattığı akıllara seza sahne, adeta geçmişten yüklenmiş ve güncellemelerle bugüne dek sağlam kalmış bir zihinsel yazılım gibi. Zaman ve mekân ne olursa olsun her an harekete geçmeye teşne.

Karanlıkta üç beden: Kafasında vurduğu avcının, üstünde öldürdüğü geyiğin parçalarıyla bir çocuk. Ama trajedi de dehşet de bunlarla sınırlı değil; tüfeğin dürbününden görünen, nişan alınan geyik de olabilir en yakınında yer alan kişilerden biri de. Bugün, savaş oyunlarının, cinayetin gerçekliğini ve sanallığını karıştırmamıza yol açması gibi.

Çocuğun ateşlediği silah, arkasından öldürmenin keyfine varışı ve nihayet kendisine sürekli o günü hatırlatan başka yaşanmışlıklar; hepsi birbirini tetikleyen ya da takip eden hareketler. Sürekli aynı sahneleri gözünün önüne getirip hep bir adım ileriye atılmak istemesi, hafızasının onu nedeni belli ve anlamlı hikâyeye sürüklemeye çalışmasıyla bağlantılı. Vann da atalarıyla belki bu yüzden bağ kurmaya uğraşıyor, söylediği dikkat çekici: “Cherokee Yerlisi atalarımın İsa karşısında nasıl bir tavır almak gerektiği sorunuyla yüzleşmesini de anmak istedim.”

Keçi Dağı, bir hatırlama metni; eskinin hikâyeleşmiş cinayeti, günümüze gelene dek epey uzun bir şiddet ve duygusuzluk tünelinden süzülüp kitapta önümüze dikiliyor.

[email protected]

Keçi Dağı/ David Vann/ Çeviren: Suat Ertüzün/ Can Yayınları/ 236 s.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler