‘Şimdi, deneyimsiz bir çocuktur!’

Aysel Sağır’ı yazdığı kitap eleştirileriyle tanıyoruz. Geçtiğimiz yıl, "Bizi Güneşe Çıkardılar" adlı yakın tarih çalışmasıyla okuyucuyla tanışan Sağır, bugünlerde "Karşılaşmalar" ile okuyuculara bir kez daha merhaba dedi.

Yayınlanma: 24.05.2016 - 12:54
Abone Ol google-news

Bir deneysel edebiyat metni olan "Karşılaşmalar" on dokuzuncu yüzyıl yazarlarının ve onların roman karakterlerinin bugündeki hallerini -yer yer mizahi-, dokunaklı halleriyle betimliyor. Tabii bu hallerin yaşadığımız ülke gerçekleriyle çoka ilgisi bulunuyor. Sağır’la kitabını konuştuk

-Metnini deneysel diye nitelendirebilir miyiz? Bildiğim kadarıyla gazetecilik yaptın. Konuşurken en periyodik okumalarımı “gazetecilik yaptığım yıllarda yaptım” da dedin. Karşılaşmalar'a gerek gazeteciliğinin gerekse iyi bir okur olmanın katkılarını anlatabilir misin?

- Çalışmamı, nasıl bir çerçeveye oturtmak gerekir bilemedim ama edebiyatın unsurlarını içinde barındırması itibariyle deneysel demek daha doğru olur. Anakronik olması, bilinç akışı unsurlarını içinde barındırması, karakterler ve olay örgüsü etrafında gelişen durumlar… En önemlisi de çoklu diyebileceğimiz son(lar)la olasılıkların daha da güçlenmesi gibi noktalar öne çıktı bu çalışmada. Buna daha çok okuyucu karar verecek sanırım. Gazeteciliğime gelince, yazmaya katkısı oldu mu bilemiyorum ama okuma saplantım ve yazma isteğim beni gazeteciliğe yönlendirdi diyebilirim. Aslında gazetecilik dilinin edebiyat için bir handikap olduğunu söyleyebilirim. Çünkü yazmaya karar verdiğimde o dili kırmam çok zor oldu. Haber ve makale dilinden kurtulmak için mücadele etmek zorunda kaldım bu sefer de. Dili bir kenara bırakırsak, edebiyata konu olacak arka planları daha net görüp, kıvrak bir şekilde kavramak açısından tabii ki büyük bir etkisi var. Gazeteci araştırır zira biraz derinlere inmek zorundadır bu anlamda söyledim. Karşılaşmalar’ın ortaya çıkmasında “iyi” bir okur olmamın katkısı daha büyük.

'EDEBİYATTA DENEYSELLİK DURUMU'

-Bu bir yazar sorusundan çok iyi bir okur sorusu; senin için deneysel yazılmış ve iyi kitap ya da kitaplar hangisi ve neden?

- Edebiyatta deneysellik durumu çok kategorize edilen bir şey değil. Bir belirsizlik, çerçeveye oturtamamaktan kaynaklı bir niteleme olarak geliyor bana deneysel vurgusu. Gariptir, daha çok amatörlüğü çağrıştırıyor. Bir şey deneysel olunca, onunla ilgili belirlenmiş kriterlerle bir değerlendirme de yapamıyorsunuz ama her yapıt bir denemedir aslında. Metinlere çerçeve çiziyoruz, o çerçevenin dışına çıkarak bir değerlendirme yaptığımızda da şaşkınlaşıyoruz. Yeni, denenmemiş bir şey ortaya çıktığında da belirlenmiş kriterlerin, referanslarının dışında hareket edemiyoruz. Bir metnin bizde oluşturduğu anlam, bilinç sıçraması, bakışlarımızı sabitlediğimiz görüntülerin yapı bozuma uğraması… gibi durumları o metinle bizim aramızdaki ilişki olarak görmek gerekiyor önce. Bu ilişkinin oluşması çok önemli bence. Buradan hareketle yerli ve yabancı yüzlerce eserden bahsedebiliriz. Örneğin, yeraltı edebiyatını deneysel olarak nitelendiririm ben. Orada işlenmemiş, saptaması yapılarak geçilmiş edebiyatın hammaddelerine rastlarsınız. Çünkü edebi ölçüt kaygısı gütmez, zihnini özgürce akıtmış bir yazar vardır karşınızda.

-Roman kahramanlarının ya da masal kahramanlarının paralel gelecek ya da geçmiş zamanda dolaştıkları kurgularla yazılan emsal olabilecek dünyada başka kitaplar da var. Ama sanırım kitabın bizim için bir ilk. Yanılıyor muyum?

- Edebiyatta zaman konusunun çok önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Karşılaşmalara’a gelince; zamansal durum, şimdi, geçmiş, gelecek süreçlerindeki geçişler, şimdiye geçmişin gelip oturması… birçok metnin yapısında bulunan bir şey. Bahsettiğim unsurlar ise Karşılaşmalar’ın temel yapısını oluşturuyor. Bu anlamda bir ilk midir, bunu bilmediğimden bir şey diyemiyorum.

ÖNCEKİ ZAMANLARDAN GELEN SES(LER)

-Pollyanna ve Gregor Samsa iki bambaşka dünya diye düşünülür. Küçük detay penceresinden bakıldığında ise ikisi de başka biçimlerde ama başkalaşmış karakterler. Ne dersin?

- Kesinlikle öyle ama benim de onların dünyasını birbirine yakınlaştırmak gibi bir derdim olmadı. Aksine iki yüzyıl gibi geçen sürede –ayrı dünyaların- bulundukları yerden bugüne devrettikleri kendileriydi. Bugüne, yani yirmi birinci yüzyıla gelirken, kendilerindeki başkalaşımları da getirdiler ama değişen sadece zamandı. Olayların ise şekli değişmişti sadece. İnsan insana çıplak konuşmuyordu artık, araya teknoloji girmişti, her şey dolaylı yollardan geliyordu bugünün insanına. Acı, sevinç, keder, ölüm, yaşam… dolaylı yollardan geliyordu. Bugün demek, nesnesini yitirmiş zaman demekti. Dolayısıyla onların yüzyıllar sonrasından bugüne gelmeleri hiç de zor olmadı. Gregor’la Pollyanna’yı karşılaştırmayalım sadece. Rudin’in, Nana’nın, Raskolnikov’un, Anna Karanina’nın… var oluşsal durumları, olayları birbirlerinden çok farklı. Bu farklılık, bugünün dünyasına çok uyuyor üstelik. Bir önceki zamanın sesi bazen daha baskın çıkabiliyor. Şimdinin çocuk olduğunu düşünürüm hep; hazırlıksızdır, deneyimsizdir çünkü.

ORTAK İNSANLIK HALLERİ

-Neden Karşılaşmalar kitabının adı?

- Dikat edilirse, Karşılaşmalar’da bir ben anlatıcı var. Aslında o anlatıcı okuyucuyu daha çok temsil ediyor. Hayatta hep bir şeylerle karşılaşırız. Kişilerle, durumlarla, olaylarla… Karşılaşmalar’daki karşılaşma ise bütün bunların üstünde bir şey. Edilgen değil her şeyden önce. Yaşadığımız dünyayla ilgili düşünmemizi istiyor bizden, hangi zamanda olursak olalım insanlık hallerinin ortak olduğunu söylüyor.

-Yine bugünlerde bu coğrafyalarda gezintiye ya da ölüm orucuna yatmış bir (Sartre-Duvar) Pablo İbetta karakteri yeniden can bulmuş Karşılaşmalar’da. Neden Pablo İbetta yaşadıklarına tanıklık ediyor? Ya da neden ölüm orucunu o tutuyor da başka karakter değil?

- Tutsaklık sadece dört duvar arasına sıkışma durumu için anlatılacak bir şey değil. Tabii o duvarlardan kurtulunca da biten bir şey. Sartre, Duvar’da, tutsaklığın biraz da alegorisini yapıyor aslında. Böyle yaparak hem egemen yapının, baskıcı iktidarların farklı düşünenler üzerindeki yok edici etkisini hem de dayatılan her türden değerin, düşüncenin, statükonun, kuralların… tutsaklığa giden yollarını işaret ediyor. O dört duvar, günümüzde F Tipi cezaevleri olarak Sartre’ın tutsaklık anlatımına denk düşen bir durumda yaşandı ülkemizde. Ölüm oruçları da aynı ölçüde bu tutsaklık durumuna karşılık gelerek uçsallaştı. İbetta’ya da bu durumda, ölüm orucu yapmaktan başka bir seçenek kalmıyordu.

- Bugünlerde neler yazıyorsun peki?

- Bugünlerde demeyelim de, epeydir yazmaya çalıştığım bir roman var. Ama bugünlerde o romanı yıkıp yeniden yazacağım…

Karşılaşmalar / Aysel Sağır / Herdem Kitap / 240 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler