Faşizm insanın neresinde?

Ödön von Horváth’ın, 1936'da Amsterdam’da yayımlanan romanı “Tanrısız Gençlik”, öfke siyasetini ve yarattığı sonuçları Nazi Almanyası’nda bir lisede coğrafya ve tarih öğretmenliği yapan bir öğretmenin bakış açısıyla aktarıyor.

Yayınlanma: 23.08.2016 - 17:37
Abone Ol google-news

1901'de Macar bir diplomatın oğlu olarak Rijeka'da(1) doğan Ödön Von Horváth, ilk ve orta öğretimini Budapeşte, Bratislava ve Viyana'da anadili olmayan Almanca okuyarak tamamladı. Babası soyluluk unvanı alıp Münih'e tayin edilse de Ödön, ailesinin yanından ayrılmadı. Üniversite eğitimi için gittiği Münih'i diplomasız terk eden Ödön, Berlin’de, Bavyera’da ve Murnau'da yaşadı. 1924'te Alman İnsan Hakları Derneği adına çalıştı. 1932'de Kleist Ödülü’ne(2) layık görüldü. 1933’te Nazi baskısının artması nedeniyle Viyana’ya yerleşen Ödön, Avusturya'nın Nazi Almanyası'yla birleşmesi üzerine 1938'de önce Budapeşte’ye, sonra da Paris'e gitti. 1933’te opera sanatçısı Maria Elsner'le yaptığı evlilik bir yıl kadar sürebildi.

Yazdığı eserlerin hemen tümünde faşizmi konu edinen Horváth, yaşadığı dönemde edebiyat çevrelerinin övgüsüne mazhar olsa da doğal olarak Nazi yanlısı basın tarafından hiçbir zaman sevilmedi. İktidar yanlısı oyunlarını ve halka bakış açısını eleştirdiği burjuvazinin siyasal kürlüğünü her fırsatta ifşa etti. 1920'de ilk kısa öyküleri yayımlanmaya başlayan Horváth, aynı yıl Dansların Kitabı (Das Buch der Taenze) adlı kitabı da çıktı. Yazar sonradan bu kitabın bütün baskılarını satın alıp imha etti.

1923'ten sonra tiyatro oyunları yazmaya başlayan Hovârth, 1930'da ilk romanı Edebi Darkafalı'yı (Der ewige Spiesser) bitirdi. 1937’de son iki romanı olan Tanrısız Gençlik'i (Jugend ohne Gott) ve Çağımızın Çocuğu'nu (Ein Kind unserer Zeit) tamamladı. 1939’da, henüz 37 yaşındayken Tanrısız Gençlik romanının sinema uyarlaması için görüşmeye gittiği sırada Champs-Elysees'de fırtınadan korunmak için altına sığındığı ağaca yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybetti.

On dokuz yıl süren edebi yaşantısının büyük bölümünü tiyatro oyunları yazmaya ayıran Horváth’ın eserlerinin tamamına yakınında ana konu faşizm. Hemen bütün eserlerinde iktidar ile halk ilişkisini ve burjuvazinin küçük hesaplarını, küçük insanların kendilerince kocaman akıllar yürüterek kurduğu güvenli hayatlarını eleştirdi. Bütün bu küçük dünyalarda yetişen gençlerin ve çocukların akıllarının, ahlaklarının, kişiliklerinin nasıl yok edildiğini yazdı.

AFOROZA BEŞ KALA

Her iktidar, kendi insanlarını yaratmayı arzu eder. Elbette tek bir nedenle: Kendini bakî kılmak. Biraz serpilen her muktedirin ilk ve en önemli gündemi haline gelir nüfus mühendisliği. İktidar alanını hem genişletmek hem de derinleştirmek üzere akla zarar icatlar çıkartır ve her mühendislik projesi yıkıcıdır, her yıkım da öfke biriktirir. Öfke bağımlılık yaratan bir duygudur ve ancak öfkenin kaynağından uzaklaştığında kendini iyileştirmeye başlar insan. Peki, bir toplum, müşterek tek duygusu haline gelecek kadar yoğun bir öfkeden ve onun kaynağından nasıl uzaklaşır?

Ödön von Horváth’ın, 1936'da Amsterdam’da yayımlanan romanı Tanrısız Gençlik (Jegund ohne Gott) öfke siyasetini ve yarattığı sonuçları Nazi Almanyası’nda bir lisede coğrafya ve tarih öğretmenliği yapan bir öğretmenin bakış açısıyla aktarıyor. Tanrısız Gençlik’in meselesi ülkenin insanlara işlediği siyasetin çocuk acımasızlığıyla birleştiğinde ortaya koyduğu manzarayı tasvir etmek. Faşizm, radyo kanalları ve gazeteler aracılığıyla gündelik yaşamın dilinin en kuytularına ve iktidar tarafından sıkı sıkıya yapılandırılmış müfredat aracılığıyla da okullara sirayet etmiştir. Von Horváth’ın tasvirine dayanılarak söylenebilir ki, faşizm artık bir yaşam biçimi olmuştur. Faşizm bu, dilde durduğu gibi durmuyor hayatın içinde. Kitapta anlatılandan anladığım, bir kez baş gösterdiğinde kaynağı olan öfke dışında hiçbir hisse ve hale yaşam hakkı da tanımıyor. Radyo kanallarında insanlara neyi nasıl yorumlamaları ve nasıl konuşmaları gerektiği dahi anlatılıyor. Küçük-büyük demeden herkesin üzerine adeta boca edilen faşizmin en büyük hedeflerinden biri ise çocukları kavramak: Onların hayatını almak değil, onların hayatı olmak…

Tanrısız Gençlik’in temel meselesini faşizm, kurgunun merkezini ise paskalya sonrası okulların düzenledikleri mecburi askeri eğitim kamplarından birinde işlenen bir cinayet oluşturuyor. Soruşturma sürerken cinayetin kapsamı genişlemeye başlıyor ister istemez. Küçücük çocuklarını kaybeden ailelerin, kendi yerlerini koruma arzularını okumak irkiltici. Elbette hayat devam ediyor… Hem de olanca şiddetiyle…

Kitabın adı Tanrısız Gençlik ama aslında bütün kötülüklere göz yuman insanların ördüğü Tanrısız bir toplumdan bahsediyor Horváth. Kendinden ve öfkesinden başka şey görme yetisini kaybeden insanın ya da ne pahasına olursa olsun hayata devam etme ve daha çok şeye sahip olma arzusu etrafında örgütlenen bir toplumun neye benzeyebileceğini anlatıyor. Ortada işlenmiş bir cinayet var. Üstelik bu cinayet bir grup çocuk tarafından işlenmiş gibi görünüyor. Peki bu çocuklar kim? Anne-babaları nasıl insanlar? Nasıl oldu da böyle bir cinayet işleyebildiler? Cinayet, bir çocuk tarafından işlendiğinde mazur gösterilebilir mi? Hangi koşullar altında bir cinayet suç olmaktan çıkar? Vaka, Nazi Almanya’sında geçse de hayat-ölüm ve suç-masumiyet karşıtlığında kendinize, içinde yaşadığınız topluma, o toplumla neleri paylaştığınıza, gördüklerinize ve görmezden geldiklerinize, affettiklerinize ve asla kabullenemeyeceklerinize göz atmayı öneriyor Tanrısız Gençlik. Sahi sizin Tanrınız ne önerirdi size bir çocuk cinayet işlediğinde? Siz kim adına, nasıl, neye bakarak yargılardınız o çocuğu? Ya o çocuk siz olsaydınız? Ya o çocuk sizin çocuğunuz olsaydı?

İnsan bir yerden sonra sadece kendisiyle ve inandıklarıyla baş başa kalıyor. Hâlâ adalet duygunuz varsa vicdanınızdan kısık bir sesle de olsa seslenmeye devam ediyor. Siz az da olsa kendini dinleyen bir insansanız sonuçları ne olursa olsun doğruyu ve yalnızca doğruyu söylemek ve onu bulmak için çaba sarf ederken buluyorsunuz kendinizi, aforoz edilmeyi bile göze alarak. Ne de olsa bir roman okuyorsunuz sadece…

VİCDANLI OLMAK EN BÜYÜK SUÇ(!)

Tanrısız Gençlik’in anlatıcısı olan coğrafya ve tarih öğretmeni, sizinle aynı konforu paylaşmıyor. İnançları, ahlaki kabulleri ve vicdanı doğrultusunda hareket etmeye karar veriyor. Bu da elbette affedilemeyecek kadar büyük bir suç. Sizi istemeyen ve ama sizi dönüştürmesine de gönlünüzün razı olmadığı bir iktidarla baş başa kaldığınızda çareyi gitmekte bulabilirsiniz. Düşünün, bahse mevzu mesele bir çocuktan katil yaratabilen bir iktidar. Böylesi bir iktidarın, hayatı kendi akılları ve vicdanlarıyla muhakeme ederek yaşamak isteyenlerle insanlarla nasıl bir ilişkisi olabilir ki? Kendi akılları ve vicdanlarını dinleyen insanlar ne zaman ve nerede yer ve yurt sahibi olabilmiş ki? Peki, bu onların var olmak için bir yere ya da yurda ihtiyaçları olmadığını mı gösterir? Belki de yer ve yurt denilen zeminin kendisinde bir tuhaflık vardır.

Tanrısız Gençlik’i oluşturan öyküler ve öykülerin isimleri iç içe devam ediyor. Her parça bir diğeri için yer hazırlayıp anlatının zeminini genişletiyor. Dünyanın bir yerinden antik çağlara uzanan göndermelerle insanlığın tarihiyle faşizmin tarihinin birbirlerini nasıl tamamlandığını ima ediyor Horváth. Kitabın bereketli dipnotları ise bu konuya kafa yormak isteyenlere yeni kapılar açıyor. Dolayısıyla aslında yalnızca bir roman okumuyor, faşizmin arkeolojisi hakkında kafa yormaya başlıyorsunuz. Gerisi içinden geçtiğiniz zamanla yüzleşme isteğiniz olup olmadığına bağlı. Eğer böyle bir isteğiniz yoksa ya da gark olduğunuz öfkeden memnunsanız Nazi Almanyası'nda geçen bir cinayet romanı okumuş olursunuz, o kadar…

Tanrısız Gençlik/ Ödön von Horváth/ Çeviren: Oktay Değirmenci/ Jaguar Kitap/ 192 s.

(1) 1900'lerde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu toprağı olan Rijeka, artık Hırvatistan sınırları içerisinde kalan Fiume'de.

(2) Alman Edebiyat Ödülü.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler