Ercan Kesal'dan 'Cin Aynası'

“Cin Aynası”, Ercan Kesal’ın üçüncü kitabı. Kendi köyünü, çocukluğunu, hekimlik yıllarını, sinemayı, tarihî kişilikleri, toplumsal hayatın yıllar içindeki değişimini, acıları ve umutları bir potada eritiyor Kesal kitabında.

Yayınlanma: 11.10.2016 - 17:35
Abone Ol google-news

Geçmişe keder, geleceğe umut...

Ercan Kesal, üçüncü kitabı Cin Aynası ile iki yıl aradan sonra yeniden okur karşısında. İlk kitabı Peri Gazozu’yla gördüğümüz anlatıcı yönünü Evvel Zaman’da tuttuğu sinema güncesiyle pekiştiren Kesal, bu kez Cin Aynası’yla farklı bir paragraf açıyor hem kendisi hem de okurları için. Kitap, Kesal’ın yazılarınının derlenmesiyle ortaya çıkmış. Bunlardan “Çocuk Faşizmi Yanağından Tanır” Bavul dergisinde, “Eski Bir Gazetecinin Evrak-ı Metrukesi” BirGün Özel Sayı’da, diğerleriyse BirGün Pazar ekinde yayımlanmış. Ayrıca Kesal’ın kaleminden “Köyde Sucuk Salgını” ve “Bir Fotoğrafın Kerameti” adlı iki yazı da ilk kez okura sunuluyor.

Kitabın ismi hayli dikkat çekici. Bu ismin nereden geldiğini anlamak için bir anekdot paylaşmalı. Nurullah Ataç “cin aynası”nı “cinema” kelimesine karşılık olarak öneriyor: "Bi yol şunu söyleyeyim de içime hicran olmasın: Sinema'yı böyle 's' ile yazmak yok mu, betime gidiyor. Fransızlarla daha bir iki millet Yunancanın kappa harfini 'c' ile gösterir 's' gibi okurlar diye bizim 's' ile yazmamız mı gerekirdi? Kinema demeliydik. Cinema da hoş olurdu: cinli minli, ne güzel! Giderek belki 'cin aynası' der çıkardık" (Karalama Defteri, Nurullah Ataç, YKY). Sanıyorum Kesal’ın sinemacı kimliği burada devreye girip mizahla buluşarak kaleme aldığı kitabın içeriğinin yanı sıra başlığında da kendini gösteriyor.

 

TOPLUMSAL BELLEĞE KATKI

Yazarlığın bir anlamda arzuhalcilik olduğunu savunuyor Kesal. Ona göre İnce Memed, bir eşkıyanın arzuhâliyken Tatar Ramazan ise “bu oyunu bozmak” isteyen bir Arap’ın... Bu doğrultuda Cin Aynası da Peri Gazozu’nda tanıştığımız gazozcu Mevlüt’ün oğlunun arzuhâli olmalı. Kesal, denemelerinden oluşan kitapta dünden bugüne görüp geçirdiklerimizi kendi anılarıyla harmanlayarak onları gerçek sahiplerine teslim etme görevini üstlenmiş. Kişisel tarihini toplumsal tarihle örerek ilerliyor. Bu durumu toplumun sır kâtipliğini yapmak olarak tanımlıyor. Kitapta, onun yaşadıklarına tanıklık eden okur, aynı zamanda yakın tarihin can yakıcı bir özetini de bulabiliyor. Toplumsal belleğimize unutulmasın diye, küçük ama anlamlı “mezar taşları” bırakıyor Kesal. Bir yandan da yapabilecekleri varken yapmamanın vicdan azabını çekiyor. “En azından yazdım işte,” diyebilmek için yazdığını dile getiriyor. Zayıf olan toplumsal belleğimize hatırlama konusunda bir not düşerken aynı zamanda içsel bir rahatlama da öngörüyor.

Hatırlamak, keder verse de bu durumun insanın bilincini açık tuttuğunu söylerken; bilinci, vicdanla açıklıyor yazar. Hatırlamak bilinci, bilinç vicdanı tetikliyor ona göre ve insanı insan yapıyor. “Anı”, “hatırlamak”, “unutmamak” sıklıkla ele aldığı kavramlar… Her yer beton yığınına dönüşürken doğduğumuz evi, okuduğumuz okulu, geçtiğimiz sokakları yıllar sonra yerinde bulmamız imkânsızlaşıyor. Bu noktada Kesal, bellek-mekân ilişkisini hem bir yazar hem de klinik psikolog olarak etkileyici bir biçimde işliyor.

 

COĞRAFYA KADERDİR”

Doktor, senarist, yazar, oyuncu Ercan Kesal…

İnsanlık hallerini anlatırken çocukluğunda babasının söylediği bir sözle yıllar sonra yaşanan birkaç olayı zihninde bağdaştırıp bütüncül bir metin hâline getirerek bize aktarıyor. Bu çok yönlülüğe sahip olmasının nedeni, aslında ilk cümlede gizli… Başka bir sırrı daha olacaksa, muhtemel ki çocukluğuna dair anlatılarında onu hep bir kuytuda kapanmış kitap okurken bulmamız. Çok okumasının yanında, hemen yukarıda söz ettiğim kendini dinleten/okutan anlatıcı tarafının gelişmesine katkı sağlayan bir diğer unsur ise doğup çocukluğunu geçirdiği Avanos’un büyülü atmosferi ve Anadolu insanıyla iç içe olmak. Coğrafya kaderdir sözünün Türkiye ve Orta Doğu için pek de iyi anlamda kullanılmadığını düşünürsek Kesal ve onun düşünce dünyası, tarzı ve tavrının gelişimini, -bir nevi kaderini- iyi anlamda etkileyen Avanos özelinde bu söz, doğru ve olumlu bir anlam taşıyor diyebiliriz.

Çocuklarımızdan başka bir dünyamız ve geleceğimiz yok diyor Kesal. Son dönemde çocuklar, kıyıya vuran küçük bedenleriyle, cinsel istismar haberlerinde ya da on iki-on üç yaşlarında canlı bomba olarak karşımıza çıkıyor. Kesal, Rakel Dink’in deyimiyle “bir bebekten katil yaratan karanlığa” karşı çocuklardan umudunu kesmiyor. Böylesi bir gündemin içinde iyiliğe olan inancını hararetle korumayı başarıyor; hâlâ birlikte kurtulmaya ve yeniden buluşabilmeye dair umudu var. Bu konuda Galeano’dan ilham aldığını da gizlemiyor. Sanıyorum birçok alanda yapıt ortaya koyan yazarın umudunu diri tutan şey, üretme güdüsü. Üstelik Kesal, bunu yaparak zihnindeki tortulardan arındığını, yenilerine yer açtığını belirtiyor.

 

HER ŞEYİN ZEMİNİ: 1980 ASKERÎ DARBESİ

Bugün yaşanan birçok şeyin zemininde 1980 askeri darbesini görüyor. Ercan Kesal, Cin Aynası’nda darbe dönemini, 1984’te Diyarbakır zindanındaki ölüm orucunu, işkenceleri insani boyutlarıyla irdeliyor. Faşizmden bahsederken Gezi Direnişi’ni, “Gezi, çocukların canının erik istemesidir, sahilde çıplak ayakla yürümektir, üşüdükçe kendini yakan çocukların işidir” gibi hayli ilginç benzetmelerle açıklıyor. Kesal, dünden bugüne çok da bir şey değişmediğini ifade edip “Ülkede bir şeyler ne zaman değişecek?” sorusuna yanıt arıyor. Metin Göktepe’ye yapılan işkence, on yedi yıl sonra Ali İsmail Korkmaz’a yapılıyor, Hrant Dink’in dedelerini evinden barkından koparan linç kültürü, yüz yıl sonra onu hayattan koparabiliyor; Kesal geçmişte tanık olduklarını yıllar sonra eklenen yeni katliamlar, yeni acılarla bağdaştırarak aslında geçen zamanda bir arpa boyu yol alınamadığını gözler önüne seriyor. Okuru âdeta acılar tarihinde hüzünlü bir yolculuğa çıkarırken çocuklardan, insanlıktan, sinema ve edebiyattan da umutlu hikâyeler sunuyor.

Kitapta kadın, hep annelik düzleminde yer buluyor. Kesal’a bu noktada bir eleştiri getirmek kolaysa da; kadının aile içinde değerli görüldüğü ülkemizin toplumsal yaralarının yer aldığı bir kitapta bu durumu çok da yadırgamıyorum. Çünkü bu acılar coğrafyasında kadına verilen görev annelik, anneninkiyse kurban verdiği çocuğunun ardından gözyaşı dökmek. Bu durum, sadece Kesal’ın kaleminden Roboski katliamının anlatıldığı yazıyla bile kanıtlanıyor.

Prometheus, İvo Andriç, Tarkovski, Yaşar Kemal, Soma, Roboski, 68 kuşağı, Gezi… Hepsine dair bir şey bulabiliyoruz Cin Aynası’nda. Kendi köyünü, çocukluğunu, hekimlik yıllarını, sinemayı, tarihî kişilikleri, toplumsal hayatın yıllar içindeki değişimini, acıları ve umutları bir potada eritiyor Kesal. Kitabın arka kapağında da yer aldığı gibi Kesal’ın, ölüm, zulüm, acı, kötülük, direnmek, devrimci inat, iyilik, güzellik, çocuklar, insanlık ve sinema üzerine yazıları, bu kez bir kitap olarak okurlarını bekliyor…

Cin Aynası / Ercan Kesal / İletişim Yayınları / 292 s.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler