Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü: Sevinç Doğan

Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü bu yıl "Mahalledeki AKP" adlı çalışmasıyla Sevinç Doğan'a verildi. İstanbul-Kağıthane'nin işçi ve gecekondu mahallesi Sanayi Mahallesi'nde bir saha çalışması yapan Doğan ile kitabını konuştuk.

Yayınlanma: 25.11.2017 - 00:10
Abone Ol google-news

'AKP’nin siyaset yapma biçimine odaklandım'

- Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü'nü Mahalledeki AKP adlı kitabınızla aldınız. Öncelikle bu ödülü kazanmak size ne hissettirdi, onu soralım.

- Beklemediğim bir şeydi, duyduğumda biraz şaşırdım. Kitap geçen sene Haziran'da çıktı ve hatırı sayılır bir kamuoyu ilgisi oluşmuştu. Şimdi üstüne Sosyal Bilimler Ödülü'nü almak çok gururlandırdı. Her şeyden önce insanın emeğinin görünür olması güzel.

- Kapsamlı bir saha araştırması yürütmüşsünüz. Yaptığınız araştırmanın hangi eksikliği dolduracağını düşündünüz?

- Araştırmaya başlarken en temelde, AKP’nin nasıl olur da hâlâ iktidarını südürebildiğiyle ilgili bir merak vardı. Var olan çalışmalar konjonktürel gelişmelerden sosyoekonomik politikalara, liderin “karizması”ndan din-cemaat ilişkilerine kadar geniş bir yelpaze içinde değişiyordu. Üst düzey siyaset sınırlarında kalan çalışmalar arasında saha araştırmaları ise yok denecek kadar azdı. Burada gölgede kalmış bir alana, yerel-toplumsal süreçlere eğilmeye çalıştım. Gündelik hayat içinde ve “sıradan” insanlar üzerinden AKP’nin örgütlenme ve siyaset yapma biçimine odaklandım.

- AKP ve mahalle sözcükleri yanyana gelince ister istemez Şerif Mardin'in "mahalle baskısı" kavramı da geliyor akla. Mardin'in tezlerini test etme fırsatınız da oldu mu araştırmanız sırasında?

- Mahalle baskısını; farklılık ve çeşitlilik gösteren bir mahallede, bunları bastırmak anlamında kullanıyorsak böylesi durumlardan bahsedilebilir. Burada AKP’nin yerellerde farklılıkları baskılayan ve bunlara müsamaha etmeyen bir siyasal kültürü ortaya koyduğu söylenebilir. Örneğin Sanayi Mahallesi isminin, itirazlara rağmen Sultan Selim olarak değiştirilmesi bir örnek. Bu isim değişikliği, mahallenin sol geçmişini de içeren siyasi ve sosyal tarihinin, mezhepsel çoğulculuğunun yani heterojen kimliğinin yok sayılması ve otoriter-muhafazakâr-piyasacı yönetim anlayışının  dışavurumu olarak görülebilir.

"ŞİRKET GİBİ İŞLEYEN BİR PARTİ"

- AKP 15 yıldır iktidarını sürdürüyor. Yaptığınız araştırma sonucunda bu sürekli iktidarın başlıca sebeplerini nasıl sıralarsınız?

- Şu anda içinde olduğumuz baskı koşullarında sürdürülen iktidar biçimi kenara bırakıldığında, AKP’nin toplumun hatırı sayılır kesimlerine hitap etmeye devam ettiğini görüyoruz. Diğer siyasal partilerden farklı olarak toplumsal alandaki bağlarını kurmaya ve sürdürmeye özen gösteriyor. İstanbul’un pek çok mahallesinde kurulan parti örgütleri, kitlelere siyaset taşıyan  aracılar olarak görülebilir. AKP daha önce geride kalmış siyasal çevreleri iktidara taşıdı. Beraberinde, yereldeki küçük girişimcileri siyasal-ekonomik ağlara dahil etti. Eğitim sermayesi açısından dezavantajlı konumdaki ev kadınlarına ulaşmada başarılı oldu. Piyasa koşulları içinde tutunmaya çalışan alt sınıflara daha avantajlı çıkma umudu verdi. Bu bağlamda AKP’nin iktidarını kendinden menkul bir şey gibi görmek yanıltıcı olur. Nitekim  tam da var olan toplumsal eşitsizliklerin, tarihsel olarak kapanmamış yaraların ve sorunların kendisi bu iktidarı besliyor. Demokrasi kültürünün oluşmadığı, neoliberal piyasa koşullarının yakıcı hâle geldiği, toplumu bir arada tutan değerlerin baltalandığı koşullarda, AKP’nin pratikleri de olağan dışı kalmıyor.

- Kitabınızın alt başlığı "Parti İşleyişi, Taban Mobilizasyonu ve Siyasal Yabancılaşma"... Siyasal yabancılaşma meselesini biraz açabilir misiniz?

- Parti ağlarına dâhil olan insanların siyasallaşma süreçlerine dair bir kavramsallaştırma çabasıydı bu. Parti şirket gibi işliyor ve burada insanlar siyaseti bir görev ya da iş gibi yapıyordu. Yerelde yapılan her türlü faaliyet, yukarıdan hiyerarşik bir yapılanma içinde belirleniyordu. Örneğin mahalle toplantılarının gündemleri ya da ev ziyaretlerinde konuşulacaklar dahi yukarıdan belirleniyordu. Parti aktivistleri yaptıkları her şeyi rapor ediyordu. Yaptırımlar, geri dönüşler, teşvikler, ödüller, performans ölçümleri ya da görevden almalar gibi profesyonelleşmiş-bürokratik bir işleyiş vardı. O insanlar için siyaset, kendi sözlerini söyleyebildikleri ve üretebildikleri bir faaliyet değildi. Her şey “lider”e bağlanıyordu. Aktivistlerin politik kararlara katılım yetkileri yoktu. Bu anlamda siyaset, özgürleştirici bir etkinlik değildi ve toplumun genel yararından kopuk, sadece kendi yararlarına dönük, yabancılaşmış bir biçim gösteriyordu.

"PARTİ LİDERLE ÖZDEŞLEŞMİŞ DURUMDA"

- Bugünlerde partinin söylemlerinde Atatürkçülük vurgusunun öne çıktığını görüyoruz. Gözlemlerinize dayanarak bu söylemin tabanda nasıl bir etkisi olur sizce?

- Atatürkçü kesimler için bu vurgunun bir inandırıcılığı bulunmuyor gibi. İslami-muhafazakâr kesimler arasında ise Atatürk’ün bir devlet lideri olarak kabul gördüğü, AKP’nin ılımlı İslam projesi içinde eritildiği söylenebilir. Diğer taraftan referandum sonuçları geniş toplumsal kesimlerin rahatsızlığını ortaya koydu. Yaşam tarzlarına yapılan müdahaleler toplumsal alanda tehdit olarak algılanıp reaksiyon yaratıyor. Atatürkçülük vurugusu, tepkileri azaltmaya yönelik bir hamle olarak görülebilir.

- Peki halk iktidarla arasındaki ilişkiyi nasıl algılıyor? Yani o iktidarı kendi oylarıyla oraya getirdiğinin farkında mı ve aynı şekilde oradan indirebileceğinin?

- AKP’nin toplumsal alandaki desteği, devlet içindeki güç mücadelesinde elini güçlendiren kozlardan biri. AKP’ye onay veren kesimler için bugün artık parti, liderle özdeşleşmiş durumda. 15 Temmuz’daki temel motivasyon liderin akıbeti üzerinden kurulmuştu. “Millet iradesi”, temsilî demokrasiyi ifade etmedi, iktidar  bu kavramla çoğunluk adına yaptıklarını meşrulaştırmaya çalıştı. Fakat 15 Temmuz’da ilk defa AKP’yi destekleyen kesimlere darbe gibi bir siyasal olayın akıbetini belirleyen bir öznellik atfedildi.

- Böyle araştırmalar Türkiye'de çok sık yapılmıyor. Bunun sosyoloji ya da sosyal bilimler alanında bir eksiklik olduğunu düşünüyor musunuz?

- Maalesef bilgi üretimi yani anlama-kavramsallaştırma süreçlerinde saha araştırmalarına pek rastlamıyoruz. Özellikle siyaset sosyolojisi alanında birbirine gönderme yapan metinlerarası ve her şeyi mega teorilerle açıklayan indirgemeci yaklaşımların egemen olduğunu görüyoruz. Saha araştırmaları ise dinamik, güncel, farklılıkları yakalamaya imkân veren bir yaklaşım olarak  görülebilir.

- Peki neden saha araştırmalarına çok önem verilmiyor?

- Bizim akademik kültürümüzde maalesef saha araştırmalarının oturmuş bir geleneği yok. Aynı zamanda ampirik ve kuramsal çalışmalar arasındaki kopukluktan, disiplinlerarası yaklaşımların azınlıkta olduğundan bahsedilebilir.

Mahalledeki AKP-Parti İşleyişi, Taban Mobilizasyonu ve Siyasal Yabancılaşma / Sevinç Doğan / 270 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler