Murat Belge'den 'Şairaneden Şiirsele'

Murat Belge, yeni kitabı "Şairaneden Şiirsele" ile Türkçede modern şiirin izini sürüp değerlendirmesini yapıyor. Belge'nin kaleminden çıkan, şiiri, toplumsal kültürle ilişkisi çerçevesinde inceleyen bir tartışma metni. Biz de Murat Belge'yle anlattığı dönemi ve bu dönemin şiirini konuştuk.

Yayınlanma: 29.01.2018 - 11:44
Abone Ol google-news

'Şiiri anlamak, toplumda ne olduğuna bağlı'

 
- Şairaneden Şiirsele bir edebiyat tarihi kitabı değil ama bir yandan bal gibi bir edebiyat tarihi kitabı. Salt -sizin deyiminizle söylüyoruz- bir "dedikodu kitabı" da değil ama diğer yandan evet, çok nahif bir dedikodu kitabı aynı zamanda. Adını nasıl koymak gerekir sizce? Ne demeliyiz ya da illa ki bir şey demeli miyiz?

- Bir süredir kendisi kişisel olmayan bir konuyu içine kişisellik katarak anlatmayı, işlemeyi sever hâle geldim. Bu biraz yaşın ilerlemesi ve anılardan bahsetme ihtiyacından da oğmuş olabilir tabii ama kişisel bir ihtiyaç olmanın ötesinde yine yaş ilerlemesiyle de bağlantılı olabilir. Artık bu memleketin epey görmüş geçirmiş kuşağından bir adamım, dolayısıyla da kitapta anlattıklarımın unutulup gitmesin diye daha nesnel diyebileceğim bir tarafı olduğunu da söylemeliyim. Salt başımdan geçenleri anlatayım derdiyle yola çıkmadım ama, böyle bir refleks de vardı kitabı hazırlarken. Bu kitapla şiir üzerine, şairler üzerine yüz yüze yaşanmış olaylar, kimi hikâyeler anlamlı bir hâle gelebiliyor. Örneğin Ece Ayhan'ın arkadaşlarını mahmekemeye vermesine "Vay alçak!" demekten öte bir yorum ortaya koyabilmek, meseleye-meselelere diğer taraftan da bakılabilmesini sağlamak amacım.

 - Çalışma süreci nasıldı peki? Anıların içine tekrar girmek, o dünyada yeniden gezinmek ne hissettirdi size?

- Çok hissetmedim bunu doğrusu. Oturup yazmaya başlayınca arkası geldi.

 - Kitabın kapsamını nasıl oluşturdunuz? Neydi kriterleriniz? Neye göre belirlediniz kitaba alacağınız şairleri? Tamamen kişiselliğe ve bire bir tanıdığınız isimlere mi yöneldiniz yoksa belli bir dönem gözeterek mi ilerlediniz? Nasıldı?

- Cumhuriyet döneminin şiiri ve şairleri bu kitapta anlatılan. İkinci Yeni diye anılan şairlerin hemen hepsiyle oldukça yakın diyebileceğim ilişkilerim oldu. Dolayısıyla şiir anlayışlarıyla birlikte anılarıyla da kitapta yer aldılar. Birçok önemli ve iyi şair var ki çeşitli nedenlerle onların şiirini yeterince izleyemedim. Bu kitap bir yandan çalışılan bir yandan yazılan bir kitap değil. Hâlihazırda mevcut bir birikimin kâğıda dökülmesinden ibaret. Dolayısıyla bazı isimler kitapta yer almıyor. Gülten Akın gibi bir isim yok mesela kitapta. Olması lazım... Kitapta yer alan şairler arasında Gülten Akın'ın da bir yeri var ama, şimdi oturup Gülten Akın'ı en baştan okumam lazım ki onun üzerine de kitapta bir bölüm açabileyim. Bu yüzden böyle bir yola sapmayıp zihnimdeki dökümü yansıtmaya çalıştım sadece.
  

"BİZDE HER ÜÇ KİŞİDEN DÖRDÜ ŞAİRDİR"

- Şiirle kurduğumuz ilişkiden bahsedelim... Tosun edebiyatı da dâhil olmak üzere şiirle farklı bir ilişkimiz var toplum olarak. Bu ilşkinin zayıfladığını ya da güç, alan kaybettiğini düşünüyor musunuz? Bunun nedenlerini de öğrenmek isteriz...

- Şiir genel olarak kafiyeli söz söylemek olarak anlaşılır. Aynı zamanda ve bir şekilde de dışavurum aracıydı insanların. Kafiyeyi tutturduğun zaman da şiir yazıldığı sanılıyordu. Dolayısıyla da duyguları ve istekleri ifade etmenin ilk aracı olarak kullanılıyordu. Aziz Nesin’in meşhur Macaristan fıkrasındaki gibi… "Bizde  her üç kişiden ikisi şairdir" diyorlar, Aziz Nesin de "o da bir şey mi" diyor, "bizde her üç kişiden dördü şairdir". Şimdi anlatım olanakları açısında imkânlar da genişledi. Oğuz Aral bahsine bu kitapta değiniyorum. Biz insanlarla ilgilendiğimiz için karikatürcü oluyorlar demişti. Yoksa öyle bir karar vermiş değildiler; tiyatrocu, müzisyen ya da ressam da olabilirlerdi yönlendirilselerdi. İlgilenildiği için o alana kayıyorlar. Şimdi gidebileceği yerleri çoğaldı insanların. Mesela Birikim’i 1970’lerde çıkarırken gelen mektupların büyük çoğunluğunu şiir oluşturuyordu. Şimdi daha çok roman üstleniyor bunu. Yönlendirme ve ilgilenmeyle alakalı bir durum...

 - Dönemle de ilgili bir durum olsa gerek bu. Şimdinin lokomotif  türü roman. Bahsettiğiniz dönemde siyasal akımlar da şairleriyle anılıyordu.

- Evet. Mesela senaryo da o kadar fazla gündeme gelmiyor çünkü herkes yönetmen olmak istiyor. Kaleci adaylarının sayıca fazla olmayıp, santrfor adayının çok olması gibi… Roman yazanların sayısında artış var tabii. Şiire göre üzerinde çalışılması daha zor. Demek ki onca sayfayı doldurabilecek insan sayısı çoğaldı.
 
"ULUS DEVLET KURMAK BAŞKA, ŞİİR BAŞKA"

 - Bu noktada da neye roman dediğimiz devreye giriyor aslında. Sizin de kitapta üzerine gittiğiniz konulardan biri, neye şiir dediğimiz. Buradan devam edelim. Elimizdeki metni şiir yapan ne?

- Manzumeden şiire geçiş de denebilir buna. Ama şimdi hem Türkiye’de hem de bütün dünyada şiir büyük ölçüde rafa kalktı.

- Toplumun şiire bakışının ya da alışageldiğimiz şiir formunun değişmesinin başat nedenleri neler sizce? Az önce de dediğiniz manzumeden şiire geçişin hikâyesini toplum ve toplumsal olaylar üzerinden nasıl okuruz?

- Bu oldukça karmaşık bir konu. Epey bir tarihi de var. On dokuzuncu yüzyıldan bakacak olursak; benim manzumeden şiire geçiş dediğim şeyden meseleye bir olumluluk atfettiğim açık. Ama popülerite ve etkili olma gibi noktalardan baktığın anda, şiirin gerçek şiir olmaya başladığı zaman şiirin popüleritesini de kaybetmeye başladığı zaman oluyor. Kimse Edip Cansever’i vaktiyle Namık Kemal’in okunduğu kadar okumuyordu.

- Ama Namık Kemal sizin deyiminizle “bağırıyordu”…

- Evet, iyi bir şiir değildi Namık Kemal’inki ama etkili ve popülerdi çünkü demin de  konuştuğumuz gibi şiir dediğimiz şeyin ötesinde bir takım işlevler üstlenmişti. Bunlar da toplumda genel kabul görüyordu. Özellikle Batı’nın dışında kalan dünyada; Batılılaşma, uluslaşma gibi süreçler hemen aynı tarihlerde yaşandı ve yine hemen herkes bu yola girdi. Bu zaman diliminde şiire çok önemli bir yer verdi herkes. Birkaç yerde bu önem verme dürtüsü öne çıkınca pek çok kesim de bu yoldan gitti. Ama şunu unutmamak gerek: Ulus devlet kurmak başka, şiir başka… Demem o ki şiire çok da üzerine vazife olmayan nitelikler yüklenmiş. Bahsettiğimiz popülerite ve etkinliği yaratan da bu durum oluyor. Sonra yavaş yavaş şiir kendini bu zeminden çekiyor ve gerçek anlamda şiir olmaya başlıyor. O zaman o nedenlerle şiir okuyup coşan adamlar, şiir okumamaya başlıyor. Sonraki şiiri de beğenmiyorlar doğal olarak. Böyle şiir mi olur diyorlar…
  

"MODERNİST DEĞİL AMA MODERNLER..."

- Çok doğru ama şöyle bir şey de var: Kitapta Garip’i anlattığınız bölümde, özellikle Orhan Veli neyi yıktığının farkında ve yıktığı şiiri çok iyi biliyor. Sorumuz şu: Modern şiirin oluşum sürecini Ahmed Haşim ve Yahya Kemal'den alıyorsunuz. Peki onlar neyi yıktığının ya da neyin üzerine geldiklerinin farkında mıydı?

- Bence farkındaydılar. Birbirlerinden farklı biçimlerde olabilir bu farkındalık, çünkü çok farklı mizaçları olan iki adam Haşim ve Yahya Kemal. Ama ikisi de kendi şiir olarak belledikleri olguyu iyi bilen ve bunun üzerine düşünmüş adamlar. Bir de muhtemelen mizaç farklılığı, dünya görüşü farklılığı olabilir ama ne olduğunu hâlâ tam anlamıyla tanımlayamadığımız “zevk-i selim” diye bir tabir var ki bu noktada beraberler işte. Bir şeyin zevkli veya zevksiz olduğunu okuyunca derhal anlıyorlar. Modernist değil ama modernler. Yani modernist denebilecek bir ideolojiyi benimsemiş değiller, tam tersine ikisi de geçmişe kuvvetle bağlı.

- İkisi de aruz kalıpları üzerine yazıyor şiirini ama muhteva üzerine de epey düşündükleri belli…

- Haşim için pek söyleyemiyoruz ama; Yahya Kemal’e daha kolay neo-klasik diyoruz… İkisi de yenilik peşinde, bu doğru çünkü zaten kendilerini bağlamak istedikleri geçmişte onlar gibi adam yok. Öncekiler kavanozun içindeki balık gibi. Haşim ve Yahya Kemal, kavanoza dışarıdan bakıp ben de öyle olsam diyen iki şair. Çok ciddi bir farka sahip bu bakış var oluş biçimi açısından. Yahya Kemal’de tabii bütün bir Osmanlı tarihinin belirli bir özüyle kendini özdeşleme çabası var, Haşim’de bu daha estetik bakışla sınırlı.
  

 "TOPLUM BIRAKMAZ İNSANI"

 - Şiirin yol haritasını toplumsal kırılmalarla birlikte okuyorsunuz kitap boyunca. Bu ne verir, ne gösterir bize?

- Bu sorunun yolu sanat sanat için mi yoksa toplum için mi problemine kadar gider. Bana göre, sanat sanat içindir deyip kendini siyasi olaylardan çekmeye çalışan insanlar bile bir toplumun ürünüdürler ve o toplumun ölçüleri dâhilinde toplumla ilgilenme ya da ilgilenmeme tavrını takınırlar. Toplum bırakmaz insanı; kendinden bağımsız kimseyi bırakmaz. Bu bağlamda şiiri anlamak da toplumda ne olduğuna büyük ölçüde bağlı. Ondan koparamazsın. Bütün bu sanat ve edebiyat konularında yapmaya çalıştığım; bilimin de alanı olan psikoloji, sosyoloji ya da iktisadı sanatın yönünü belirleyen halkalar olarak görmek...

 - Peki bugünün şiirini aynı bakış açısıyla okumak mümkün mü?

- Büyük bir dönüşüm var gibi geliyor, elimizde tutup hissedemediğimiz… Tüm bu elektronik ortam da bunun zeminini meydana getiriyor. Bütün o “tosuncular” mesela şimdi artık tuvalet duvarına yazmak zorunda değil. Ellerinde alet var artık, başka yerlere yazıyorlar. Bu aynı zamanda herkesin sanatın yalnızca alıcısı değil aynı zamanda üreticisi olduğu bir mecra yaratıyor. Tam anlamıyla gerçekleşmiş değil belki şu an ama yolunun açılmadığını da kimse söyleyemez.
  

"ZOR ŞARTLARDA FARKLI İŞLER YAPABİLİYORUZ"

- Büyük bir değişimden bahsettik az önce. Bir büyük değişim de Dil Devrimi ile beraber yaşanıyor. Gelenekten, gelenek şiirinden büyük bir kopuş… Buna rağmen kendi geleneğini oluşturan bir şiir hâline geliyor şiirimiz. Gelenek oluşturmak zaten başlı başına bir meseleyken, eski ile kopuşun üzerine yeni bir gelenek inşa etme süreci nasıl gelişiyor? Sıkıntılı meseleler…

- Genel bir Türk karakteri diye bir şey varsa onu biçimlendiren unsurlardan biri, başarı açlığı ve özlemi. Onun için nefret etmesi gereken insanlar bile Orhan Pamuk’u sevebiliyor. Türk uçak mühendislerinin uluslararasu bir başarısı yok ya da Türk hukukçuları büyük bir açılım sağlamadı… Ama sanatla uğraşan Türkler iyi kötü bir şey yaptı. Kitapta ele aldığım Ahmet Haşim ve Ülkü Tamer arası gelip geçmiş şairlerin, Hollandalı  ya da Fransız şairlerden geri kaldıkları kanısında değilim. Pekâlâ iyi şairlerimiz çıktı. Ayrıca Yaşar Kemal’imiz çıktı, Yusuf Atılgan’ımız çıktı. Sanatla uğraşanlar en başarılılarımız ama en başarısı görülmeyenlerimiz de aynı zamanda. Aldıkları mükafat birkaç dava ve hapis oluyor genelde. Yani bu bağlamda zor şartlarda farklı işler yapabiliyoruz. Kürek yarışına gireceksin kayık yok. Dilin değişmesiyle kendilerini böyle bir durumda buluyorlar.

- Ama kendilerine yeni kayık yapmayı biliyorlar…

- Evet, yeni kayık yapıyorlar ve epey de yol alınıyor o kayıkla. Tüm dünyada şiirin son demlerinin yaşandığı bir dönemde böyle bir olay gerçekleşiyor burada. Tartışılması, üzerine gidilmesi gereken bir mesele.

- Son olarak masada bekleyenler neler; onu soralım…

- Oğuz Atay ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı yazmak istiyorum; Yusuf Atılgan’ı yazdığım gibi… Bir de Sosyalizm kitabı kitabı yapmak istiyorum. Son büyük projem diyebilirim. "Boğaziçi Yalıları" gibi bir "Beyoğlu" kitabı yazmak niyetim de var.

Şairaneden Şiirsele - Türkiye'de Modern Şiir / Murat Belge / İletişim Yayınları / 582 s.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler