Hasan Gürkan'dan 'Belki Bir Elvedanın Başlangıcındayız'

Hasan Gürkan’ın “Belki Bir Elvedanın Başlangıcındayız” adlı kitabı, yoğun bir şiirsellikle yazılmış metinlerden oluşuyor. Erotik yanı ağır basan ve tenselliği kutsayan bu aşk kitabı, aynı zamanda sarsıcı bir ‘aşknâme’. Fonda ‘göçmenlik’, sürgün yıllarının kentleri ve gurbetin ayrılmaz parçası yalnızlık var.

Yayınlanma: 03.04.2018 - 15:55
Abone Ol google-news

Bir aşk güzellemesi

Hasan Gürkan’ın kitabından yeni haberim oldu. Oysa Nisan 2017’de çıkmış; “Belki Bir Elvedanın Başlangıcındayız”. Kitap hakkında derleyip toparlayıcı bilgiyi, önsözde Oya Baydar vermiş: “Hasan Gürkan’ın şiiri kurulu düzenin riyakâr ahlak kurullarına, aşkı tutsak eten egemen ahlaka saldırgan bir başkaldırıdır.” Yazısının bir başka yerinde de soru biçiminde bir cümle karşımıza çıkıyor: “Kendi derinliklerini, devrim ütopyasının peşinden sürüklenirken yenilen insan hayata anlam vermek için aşkın tenselliğine sığınıp yalnızlığından kurtulabilir mi?”
 
BİR DUYGU SELİ

İlk alıntındaki “şiir” sözüne bakıp bir şiir kitabıyla karşılaşacağınızı sanmayın sakın. Şiir kitabı değil, şiirsel bir dille -ama yoğun bir şiirsellikle- yazılmış metinler toplamı kitap. Erotik yanı ağır basan, tenselliği kutsayan bir aşk kitabı. Kamasutra ya da Neşideler Neşidesi’ndeki kadar çıplak, açık bir dille. Cesur bir aşk güzellemesi. Sarsıcı bir ‘aşknâme’. Fonda ‘göçmenlik’, sürgün yıllarının kentleri ve gurbetin ayrılmaz parçası yalnızlık var. İç çatışmaların ve kendisiyle hesaplaşmaların eşliğinde, etkili bir ‘atmosfer’ oluşturuyor bu -aşka abartılmamış, dozunda bir hüzün, burukluk katan- fon.

Yazar, gerçekte ‘edebiyat eseri’ yaratmak için ve okunsun diye yazmamış bu metinleri. Kitabın girişinde belirttiği gibi kendisi için ve “kendine” yazmış. Açıklamaya gerek bırakmadan anlaşılıyor bu.

Duygularını, düşüncelerini yazıya dökmekten başka bir amacı yok. Onun için içten, sıcak. Bir duygu seli. Ta yükseklerden, kayalıklardan düşen bir çağlayan. Akışkan bir anlatımı var. Aynı paragrafta oradan oraya geçişler, bir mekân ya da andan başka bir mekâna, ana sıçrayışlar olabiliyor. Yaşananla ‘mazi’ iç içe giriyor. Düz değil, bol virajlı bir anlatım. Anılar, iç dökmeler, kendisiyle, içindeki benle söyleşmeler art arda geliyor. Ama ille de aşk. Benliğini tutsak almış, çılgın aşk. Kalemi ısrarla onun etrafında döneniyor, yoğun bir şiir yüküyle… Şu yalın, sade sözlerdeki şiire bakın: “Birbirimizi seviyoruz/ başkaca bir diyeceğimiz yoktur.” Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi Gürkan, duygularını kimi zaman koşuk biçiminde dile getiriyor. Bir yerde de Günter Graas’ın Teneke Trampet’in bir bölümünde yaptığı gibi tiyatro tekniğine başvuruyor. Bütünüyle özgür hissetmiş biçimde kendini. Kitabın en sevdiğim bölümü “Milena” oldu. Gerçek bir edebi metin. Okuyunca üzülüyor insan, böyle metinler yazabilen birinin kaleminin kapağını geç açmasına. 

 
BAZI ELEŞTİRİLER

Buraya dek söylediklerim, kitabın övülecek yönlerine, yanlarına ilişkindi ama eleştirilecek tarafları da var. Yazarı arkadaşımdır diye eksikleri, aksaklıkları görmezlikten gelecek değilim (bizde âdettir; arkadaşlar, tanıdıklar kollanır, yalnızca övülür; olumsuzluklar belirtilmez, es geçilir, debiyatta ‘arkadaş hatırı’ olmaz). Anlatımda değil, dilde savrukluk ve özensizlik bu olumsuzlukların başında geliyor. Özellikle sözcük seçiminde çok özensiz davranılmış. ‘Anlam’ dururken ‘mana’ denir mi ya da ‘oysa’ dururken ‘halbuki’, ‘neden’ dururken ‘sebep’, ‘yöntem’ dururken ‘metot’ denir mi? Şu cümledeki sözcük karmaşasına bakın: “Ütopyası eksik bu gerçeklik, seninle birlikte yaşama düşüme rağmen hayatımın mana ve ehemmiyetinin ne olduğuna dair kendime sorduğum soruyu bütün cesametiyle gündemde tutuyor.” Kusura bakmasın ama aşure gibi bir dil. Böylesine başarılı bir anlatımda, bu tür ‘ihmal’leri görünce şaşırıyor insan. Şunu da söylemeliyim; yazar, cinsel imgelerde betimlemelerde bir noktadan sonra tekrara düşerken yer yer yazım ve noktalama yanlışları yapıyor. Savrukluk o boyutta ki Attilâ İlhan’ın adı “Atilla”, Faulkner’in adı “Foulkner” olarak yazılmış; Ahmet Muhip’in soyadı bir yerde “Dıranas”, bir yerde “Dranas” olmuş. Hadi bunlar dizgiden kaynaklanıyor diyelim (kitapta çok dizgi yanlışı var) ama “Serenad”ın “Yeşil pencerenden bir gül at bana” dizesini, on üç sayfa sonra “Bir gül at bana yeşil pencerenden” olarak yazmayı dizgi yanlışıyla açıklamak mümkün değil. Bir de Faulkner intihar etmedi, kalp krizinden öldü. Bütün bu dikkatsizlikler, yukarıda dediğim gibi yazarın bu metinleri okunsun diye değil, kendisi için yazmasından kaynaklanıyor. Yoksa bunları bilmeyecek biri değil Gürkan. Öylece yazmış ve bırakmış ama okurun önüne çıkarken gözden geçirip çapakları temizlemek gerekirdi, işte onu yapmamış.

Bu arada yayınevinin sorumsuz, ‘lakayt’ tutumu üzerine de bir iki söz etmek gerekiyor. Bir sürü dizgi ve düzelti yanlışının, kapağın baştan savma düzenlenişinin, kötü oluşunun yanında, öyle bir halt yemişler ki adamı çileden çıkarıyor. Bir bölümü -biri yanlış, biri sözde düzgün hâliyle- iki kere basmışlar. Ayıptır. İnsanda utanma olur biraz. Kan akıyor o satırların arasında; her kelimeden, her harften ter damlıyor, görmüyor musunuz? Bir de içerde -sanki kitabı katletmekten başka bir şey yapmışsınız gibi -“yayın koordinatörü, genel yayın yönetmeni, editör, kapak tasarım, iç tasarım” diye dizi dizi adlarınızı sıralamışsınız. İnsanın, “kitap işleriyle uğraşmayı bırakıp manavlık, kabzımallık filan yapın siz ancak onu becerebilirsiniz, etiketlerin altına imzanızı bol bol atarsınız hem o zaman” diyesi geliyor.

Böyle saygısızca, hoyratça ‘muamele’yi hiç hak etmemiş bu güzel, içten, sıcak -ve ‘son tahlilde’ başarılı- kitaba, tatsız, ‘limoni’ bir bitiriş yaraşmaz. Onun için iç açıcı, aşk ve muhabbet dolu bir alıntıyla bitireceğim yazıyı: “Onlara de ki biz bu sevdayı akıldan, mantıktan, ahlaktan, ayıptan ve her türlü izahtan ve mazeretten münezzeh kıldık ve insan ruhunun yedi kat derinliklerine gömdük.”
 
Belki Bir Elvedanın Başlangıcındayız / Hasan Gürkan / Gece Kitaplığı / 170 s.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler