Ünlü ressamların gizli aşk yarışı

Türk sanatının bir dönemine bakarken: Ünlü ressamların gizli aşk yarışı

Yayınlanma: 04.01.2019 - 20:48
Abone Ol google-news

Zaman, yaşananların üzerine bir sis perdesi gibi çökerek bilinmezliğe iter. Bir dönem, coşkusuyla, sevinci ve üzüntüsüyle kanlı canlı ortalarda gezinen kimseler geçen zamanla birlikte unutulup gidiyor. Ondan sonrası kâğıt üzerinde kimi sözcüklerin arasına sıkıştırılmış bir öyküden ötesi değil artık. Nedendir bilinmez, en çok da yıl bitimlerinde, önce geçmişle hesaplaşma duygusu ardından da ileriye dönük mutluluk dilekleri ağır basar. Zamanın kesintisiz akıp gidişini düşünmez kimseler. İnsanların kendince dilimlediği saat, ay ve yıl benzeri bölümlemelere ayrı anlamlar yüklemesi de böylesi bir kaygıdan olmalı. O nedenle her yerde, biten yılı kapsayıcı hesaplaşma notları ortalığı kaplar.
Bir yerde iyi de oluyor galiba.

En azından belli bir süreçte yaşanan -olumlu ya da olumsuz- olaylar anımsanıyor.
Belleğin kendini tazelemesi bu işte...
Hazır yeni bir yıla başlamışken şöyle bir geriye uzanmakta yarar var. Elbet konumuz sanat olduğuna göre bakacağımız pencere de orası olacak. Yalnız bu kez, sanat olgusu yerine asıl oyuncuların yaşadıklarını gündeme alalım.
Hemen ekleyelim, geçmişte, biten bir yılın son günü ülkesinden ayrılan Fikret Muallâ 1 Ocak 1939’da Fransa’dadır.
Yoksulluk içinde geçecek yaşamın son bölümü orada tamamlanır.

Platonik bekleyiş
Gitmeden öncesinin olayları oldukça karışık. İşin içinde politika var, parasızlık var. Sanatçıya özgü düşünce sisteminin yarattığı uyumsuzluk da cabası. Üstüne üstlük gönül işleri istediği gibi yürümez. Bunların tümü üst üste geldiğinde ortaya çıkacak ruhsal durumu anlamak daha kolaylaşacak galiba. Öğrenim yıllarının geçtiği Almanya günlerinde orada bulunan Hale Asaf’a vurgundur sanatçı. Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde Arthur Kampf’ın atölyesindeki dönemde başlayan arkadaşlıkları zaman içinde tek yanlı, karşılığı olmayan bir duyguya dönüşür. Elbet Hale yanıt vermeyecektir arkadaşına.
Öylece kalakalan iç kırıklığı.
Bir süre sonra Hale Asaf 1927 yılında arkadaşlarını görmek için Paris’e gidecektir.

Kimler arkadaşı?
Resmimizin en önemli adları hep orada: Refik Epikman, Cevat Dereli, Mahmut Cuda, Nurullah Berk, Ratip Aşir Acudoğu, Muhittin Sebati, Ali Karsan, İsmail Hakkı Oygar, Ali Hadi Bara, Fahrettin Arkunlar ve Şeref Akdik.

Gizli çekişme
O yıllar Paris sanatın merkezi. Birçok ülkeden gelen sanatçılar buradaki atölyelere devam ediyor. Hale Asaf da bu kervana katılanlar arasında. Akademide André Lhote’un öğrencisi olur. Buradayken İsmail Hakkı Oygar ile nişanlanır ama uzun sürmez bu ilişki. Çünkü bir yığın hastalıkla boğuşan sanatçının duygusal yönü de iniş çıkışlıdır.

Çevresindeki sanatçı arkadaşlarından kimilerinin ona karşı yakınlık duyduğu bilinen bir gerçek. Özellikle Nurullah Berk ile Mahmut Cuda arasındaki yarışma örtülü şekilde sürmektedir.
İlk sanatçımız, o günlerde tam da aranan salon beyefendisi modeline uyan bir görüntü sergiliyor. Günün moda danslarını bilen, davranışlarıyla birçok kesimce aranan kişilik. Cuda ise böylesi görüntünün çok uzağında. En azından görünüş bakımından oldukça ayrı düşen iki model. Söz konusu ayrımın sanatçılarımızın sanatsal yönlerine ilişkin bir değerlendirme ya da sınıflandırma anlamına gelmediğini ekleyelim hemen. Dillendirilen şeyin sanatsal bağlamla ilgisi yok burada. Yalnızca aynı çevredeki bu gençler arasında duygu üzerinden ortaya çıkan bir yarışma. Birbiriyle aynı dünyayı paylaşan sanatçıları insanca duygularıyla gösteren bir yaklaşım.
Hale Asaf kısa süre sonra bir İtalyan’la yaşamını birleştirerek arkadaş grubuyla yollarını ayıracaktır. Bu süreç de uzun sürmez. 1938 yılında yaşamdan ayrılır. O günden beri Paris’in topraklarında uyumakta. Yaşananların yoğunluğuna bakılırsa her şey birbirinin içine geçmiş gibi. Konuyu daha fazla dağıtmama adına yığınla ayrıntı görmezlikten gelindi. Örneğin Nurullah Berk 1928’de yurda dönmüştü. 1932 yılında yeniden Paris’e gittikten sonra 1933’te D Grubu’nun kurucu üyeleri arasında yer aldı.

Nâzım için ayrıldı
1939’da Berk, Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Başkanı Léopold Lévy’nin önerisiyle öğretim kadrosuna katılır.
Zaman hızla akıp geçer. Berk, bu kez de karşısına çıkan bir başka kadınla yaşamını birleştirir.
Kadının adı: Münevver Andaç.
5 yıl süren evlilikten bir kızları olacaktır. Yine ayrılıklar gündeme gelir. Münevver, Bursa Cezaevi’nde yatan hala oğlu Nâzım Hikmet’e sevdalanınca 1949 yılında eşinden ayrılıp Nâzım’la evlenir.
Artık çok gerilerde kalmış eski günler kimi olayları unutturmuş gibidir.
Geçmişte bir araya gelmiş onca sanatçının her biri bir yana savrulmuştur. Herkese başka yollar açmıştır yaşam. Bu arada Nurullah Berk’in hazırladığı “İstanbul Resim ve Heykel Müzesi” adını taşıyan kitabı Ocak 1972’de yayımlanır. O süreçte dikkati çekmeyen ayrıntı. Ama bir yerlerde eskinin yaraları depreşir sanki. Hemen ertesi yıl Mahmut Cuda “Kılavuzun Böylesi” broşürüyle çıkar ortaya. Amaç söz konusu kitapta gördüğü yanlışlar üzerinden sanatçıyı eleştirmekten başkası değil. Zaten kitapçığın kapağına elleriyle çizdiği figür de eleştirinin boyutunu göstermesi bakımından ayrı bir anlam taşıyor. İki usta sanatçı arasında geçmişte kalmış gizli yarışın su yüzüne vurması sayabiliriz bu çekişmeyi.

Sonuçta, insan olmanın doğal uzantısı yaşananlar. Karmaşık ilişkiler, duygusal yönelmeler, kırgınlıklar ve coşkularla yüklü yaşamlardan geriye kalan nedir diye sorulsa yanıtı boşlukta kalır.
Yalnızca şunu biliyoruz ki, kısacık zaman aralığına gizlenmiş onca öykünün üzeri bilinmezlerle örtülü kalmış. Şimdilerde insan olarak, sanatçının iç dünyasına gizlenmiş çapraşık duyguların ağırlığı altında yitip gitmiş yaşantılar yok ortalarda.
Bir serüven dizisini kıskandıracak denli yoğun ve ilgi çekici değil mi?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler