Sadakat ile ihanet arasında bir denge

Usta çevirmen Celal Üster, yeni kitabında; çıraklık günlerini, Memet Fuat gibi bir ustanın yanında yetişmesini, Mamak Cezaevi’nin zorlu koşullarında çeviri uğraşında nasıl ısrar ettiğini anlatıyor. Üster çeviri için “Hem çevirdiğin yazarın bambaşka bir mantıkta seyreden özgün metnine tutsak düşmeyeceksin, hem de kendin “yazarlığa” kalkışmayacaksın; “sadakat” ile “ihanet” arasında kılı kırk yaran b

Yayınlanma: 10.02.2019 - 23:15
Abone Ol google-news

Çevirmen, gazeteci, yazar ve bir kültür insanı Celal Üster’in yeni kitabı “Bir ‘Çevirgen’in Notları” Can Yayınları’ndan çıktı. Yıllarını çeviriye, kültür ve sanata adamış bir üstat Celal Üster. Benim için ise her zaman dinleyen, öğreten sıcak ve samimi bir şef. Bir dönem gazetemizin Kültür Servisi’nin şefliğini üstlenen Üster ile yaklaşık yedi yıl çalıştım. Her zaman bilgisine ve iş disiplinine hayran oldum ve ondan çok şey öğrendim.

Üster yeni kitabında; çıraklık günlerini, Memet Fuat gibi bir ustanın yanında yetişmesini, Mamak Cezaevi’nin zorlu koşullarında çeviri uğraşında nasıl ısrar ettiğini anlatıyor. Bundan başka edebiyat sevgisine, tutkuyla çevirdiği yazarların kendisine verdiği esrikliklere, ustaların dünya şiirinden olağanüstü dizelerin olağanüstü çevirilerine ve bazı çeviri analizlerine de yer veriyor.

‘Türkçesi: Celal Üster’...
Benim için daimi şef olan Üster’in kitabını okuyorum, daha başlardayım sayfa 21-22, yüzümde bir gülümseme beliriyor biraz da duygulanıyorum ve diyorum ki işte öyle kolay Celal Üster olunmuyor. İşine bu kadar aşkla bağlı olan ustanın 20’li yaşlarında başlamış heyecanı ve hiç eksilmemiş.
Şöyle diyor Üster kitabında; “...Derken, bir akşamüstü, Sinematek’in kapısının önünde sohbet koyulaşmışken karşıdan Nedim Gürsel görünüyor. Elindeki Yeni Dergi’yi sana doğru sallıyor. Aklından, demek benden önce almış yeni çıkan sayıyı, diye geçirirken, yaklaşıyor, “Senin çeviri yayımlanmış!” diyor...

Göklere uçuyorsun!
Dergiyi alıp, içerideki yazıların başlıklarının yazılı olduğu beyaz zeminli kapağına bakıyorsun: “Bize Toprak Verdiler” – Juan Rulfo... Öykünün başladığı sayfayı buluyorsun...
Sayfaları hızla çevirerek öykünün sonuna geliyorsun. Altta, sağda üç sözcük... “Türkçesi: Celâl Üster.”
Akşam serinliğini içine çekiyorsun...
İçeri girilip koltuklara oturuluyor, film başlıyor, ama film umurunda değil. Biri karanlıkta yüzüne bakacak olsa filmi dikkatle izlediğini sanır. Oysa sen bakıyorsun, ama görmüyorsun. Gözlerinin önündeki, kareler, sahneler, görüntüler değil, Yeni Dergi’nin kapağı, “Bize Toprak Verdiler”in o ilk satırları...”

“Bir ‘Çevirgen’in Notları” adlı kitabınızın yazım sürecinden bahseder misiniz?
Son birkaç yıldır çok yoğun bir çeviri çalışması yapmıştım. Robert Louis Stevenson’ın “Dr. Jekyll ile Bay Hyde”ı, H. G. Wells’in bilimkurgu romanları “Doktor Moreau’nun Adası”, “Zaman Makinesi” ve “Dünyalar Savaşı”, Willis Barnstone’un “Borges Sekseninde”si, benim hazırladığım “İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları” birbirini izlemişti. Biraz soluklanmak istedim galiba. Bu soluklanmayı kendi kitaplarımla gerçekleştireyim dedim. Önce “Körün Taşı” başlığı altında yazdığım denemelerimden seçtiklerimi bir kitapta topladım. Ardından, elli yıllık çeviri uğraşımın pek çok anıyı, yaşantıyı içerdiğini fark ettim. Hocalarım, ustalarım, dergiler, yayınevleri... Kitaplarını çevirirken Thomson’la, Rulfo’yla, Borges’le, Wells’le boğuşmalar! Meğer bütün bunlar nicedir “notlar” halinde bekliyormuş belleğimde! Belleğimden sözcüklere, anlatılara döküldüler. “Bir ‘Çevirgen’in Notları” çok kısa sürede ortaya çıktı.

Kitabınızda çeviriye nasıl başladığınızı, anılarınızı okuyoruz ve görüyoruz ki hayat sizi bir şekilde hep çeviri yapmaya itmiş, çeviri Celal Üster’in yaşama biçimi diyebilir miyiz?
Evet, hayatın kurbanıyım galiba, hayat beni çeviri yollarına düşürdü! Çevirinin benim için bir “yaşama biçimi” olduğu da söylenebilir. Yapıtlarını çevirdiğim yazarların bana verdiği esriklikler, o esriklikleri sevdiklerimle, dostlarımla paylaşmalar. Hayatın dayattığı zorlukların, baskıların üstesinden kendimi çeviri uğraşına vererek geldim sanırım. Olağan, sıradan yaşamımın yanı sıra “ikinci bir yaşam” kurdum çevirdiğim yazarlar ve kitaplarla. Thomson’la tarihöncesinin derinlerine daldım, Rulfo’yla Meksika’nın ovalarında yürüdüm, Borges’le edebiyatın dolambaçlarında kayboldum, Wells’le insan geleceğinin sınırboylarında dolaştım. Yoksa gerçek yaşama kolay kolay katlanamayabilirdim. Evet, çeviri uğraşının beni bir bakıma var ettiğini söyleyebilirim...

Doksana yakın kitap...
Kitabınızın adı neden “Bir Çevirmen’in Notları” değil de, “Bir ‘Çevirgen’in Notları”?
“Çevirgen” sözü, Adnan Benk’in, 1980’lerin ilk yarısında çıkardığı Çağdaş Eleştiri dergisindeki bir yazısından geliyor. O yazısında bir çevirmenimizin bir çevirisini ağır biçimde eleştirirken ona “çevirgen” nitelemesini yakıştırmıştı. Hep düşünmüşümdür, Adnan Benk benim çevirilerimden birini eleştirecek olsa onun “çevirgen” nitelemesinden yakamı sıyırabilir miydim diye. Bugün Benk hayatta olmadığı için bu sorunun yanıtını bilemiyoruz. Ben de kendi kendime gel bu sorunun yanıtını kendin ver dedim. Bir insan elli yıldan fazla bir süre pek çok başka uğraşa dalsa da çeviri yapmadan edememişse, doksana yakın kitap çevirmişse, ona “çevirgen” denmez de ne denir? Mark Twain, “Mizah müthiş bir şeydir, kurtarıcıdır. Ortaya çıktığı anda ne üzüntü kalır, ne öfke” demişti. Ama mizahın en hoş yanlarından biri de, insanın kendi kendini alaya almasıdır. İnsan, kendi kendisiyle dalga geçemiyorsa, beş para etmez...

‘Yazdım, kurtuldum...’

Siz yıllarınızı çeviriye, kültür ve sanata, hatta gazeteciliğe adamış bir üstatsınız, benim için de daimi şef... Neden bu kitap yıllarca önce değil de bugün çıktı?
Bak, ne güzel işte, sen de dalga geçiyorsun benimle. Şaka bir yana, bu kitabın neden bugün çıktığına gelince: Biz insanların ne zaman doğacağı kendimize bağlı değil, ama bence bir kitabın ne zaman doğacağı yazarından çok kendisine bağlı. Ne zaman yazılacağına, ne zaman yayımlanacağına kendisi karar verir kitap. Bu kitap da geldi dedi ki: Celal, yetmişine geldin gidiyorsun, hadi yaz beni artık! “Çevirgen”, çeviri uğraşım üstümden bir tür otobiyografim oldu benim. Yazdım, kurtuldum, hayatımdan...

İnsan çocuklarını ayırt etmez ama çevirdiğiniz kitaplar arasında en beğendiğiniz, evet çok iyi bir iş çıkarmışım dediğiniz var mı?
Bunun yanıtını ancak başkaları verebilir. Ama çevirirken kendime en yakın hissettiğim kitapları soracak olursan: Juan Rulfo’nun öykülerini, George Thomson’ın “Tarihöncesi Ege”sini, Marx ve Engels’in “Komünist Manifesto”sunu, Borges’in “Atlas”ını, Haşek’in “Aslan Asker Şvayk”ını sayabilirim ilk ağızda...

Sabahattin Eyüboğlu’nun bir sözünü okumuştum, şöyle demiş vaktiyle: “Çeviri kadın gibidir, ya serbest ve güzel olur ya da sadık ve çirkin”... Sizce çeviri sadık olunca mı, yoksa serbest olunca mı güzel olur?
Bu sözü geçmişte pek çok yazarda, çevirmende bulabilirsin. Örneğin, Can Yücel de hemen hemen aynını söylemiştir: “Çeviri kadın gibidir, sadığı güzel, güzeli sadık olmaz.” Çeviriye “erkekçe” bir yaklaşım! Ben şöyle demeyi yeğliyorum: Hem çevirdiğin yazarın bambaşka bir mantıkta seyreden özgün metnine tutsak düşmeyeceksin, hem de kendin “yazarlığa” kalkışmayacaksın; “sadakat” ile “ihanet” arasında kılı kırk yaran bir denge kuracaksın...

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler