Hangi gerçek? Hangisi gerçek

Cem Uslu, yazıp yönettiği “Popüler Gerçek” ile ilgili olarak “Çoğunlukça kabul gören şey gerçek sayılıyor. Neyin gerçek olduğuna neye göre karar veririz? Bildiklerimize, inancımıza, baktığımız yöne göre değişiyor gerçek” diyor.

Yayınlanma: 24.12.2016 - 21:19
Abone Ol google-news

Tiyatro İstanbul ile EKİP Tiyatrosu ortak yapımı “Popüler Gerçek” 6 Ocak saat 20.30’da Torium Sahne’de sergilenecek. Cem Uslu’nun yazıp yönettiği aynı zamanda rol aldığı “Popüler Gerçek”te ayrıca Kerem Atabeyoğlu, Almıla Uluer Atabeyoğlu, Emel Çölgeçen, Nihal Usanmaz rol alıyor. Oyun, uluslararası bir bilişim firmasının Türkiye ofisinin açtığı gerçeklik oyunu yarışmasını konu alıyor. Şirketin pazarlama bölümünde çalışan Çiğdem, Serhat ve Lalin yöneticileri Saadet Erenç’in görevlendirmesiyle yarışmayı kazananı ofiste ağırlıyor... Ofiste, sosyal medya, plaza dili, gerçeklik üzerinden diyaloglar akıyor. Peki biz o ofiste yaşananlara “gerçek”ten seyirci miyiz? Oyun sonrası sorularımızı Cem Uslu’ya yönelttik.

 

*Oyunda Serhat “Popüler olan gerçek oluyor” diyor. Bugün popüler olan mı gerçek oluyor?

 

Sadece bugün değil, ezelden beri böyle. Çoğunlukça kabul gören şey gerçek sayılıyor. Pisagor Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddia ettiğinde tarih milattan önce 500’dü. Ne var ki iddiası büyük kitlelerce benimsenmedi. Çoğunluk tarafından kabul görebilmesi için aradan 2 bin senenin geçmesi, Galileo’nun ömrünü ev hapsinde tamamlaması ve Macellan’ın sürekli olarak aynı yöne giderek Dünya’yı turlaması gerekti. Milyarlarca yıldır zaten yuvarlak bir şekilde dönüp duran gezegenin yuvarlaklığı ancak o zaman bir “gerçek” hâline geldi. Peki o tarihe kadar geçen binlerce yılın gerçeği neydi?: Dünya düzdür. Daha pek çok örnek verilebilir. Bugün görmüyor muyuz? Daha birkaç yıl öncesinin kahramanları bugün vatan haini, dünün vatan hainleri bugün kahraman değiller mi? Hangisi gerçek?.. Ne değişti?.. Bilgi? Yaklaşım? İnanış?.. Değişmeyen ne peki? Kitlelerin bir şeye inanmaktaki ortaklığının o şeyi bir ya da bin yıllığına gerçek kılabildiği.

 

*Oyunda artırılmış gerçeklikten bahsediliyor. Artırılmış gerçekliği tanımlar mısınız?

 

“Artırılmış Gerçeklik” bilgisayar dünyasına ait bir terim aslında. “Zenginleştirilmiş Gerçeklik” olarak da kullanılıyor. Temelde, gerçek dünyaya ait bir çevrenin içerisine bilgisayar tarafından üretilmiş çeşitli ses ve görüntülerin yerleştirilmesiyle elde edilen yeni görünümleri ifade ediyor. Bunun en popüler örneğini yakın zamanda şu “Pokemon GO” oyununda gördük. Milyonlarca insan bu oyunla adeta çıldırdı, ellerinde telefonlarla, gerçekte var olmayan bir takım yaratıkları yakalayıp savaştırmak için birbirini ezdi. Gazetede okuduğum bir haberi unutamıyorum! ABD’de 19 yaşında bir kadın, Pokemon bulmak için nehir kıyısında dolaşırken bir insan cesediyle karşılaşıyor. Neyse işte, polis geliyor, olay medyaya yansıyor filan derken bir haberci soruyor kadına, “Burada bir cesetle karşılaştınız, nehir kıyısında Pokemon aramaya devam edecek misiniz?” diye. Kadının cevabı inanılmaz!.. “Tabii ki edeceğim, Su Pokemonu’na ihtiyacım var!”.

 

*Oyunda gerçek ve sahte çoğu kez yer değiştirebiliyor. Gerçeğin sahtesi olur mu? Ya da sahtenin gerçeği var mıdır?

 

Kelimelere yüklediğimiz anlamlar imgelemimizi belirliyor, sonra da bu imgelem gerçekliğimizi. “Gerçeğin sahtesi olur mu?”. Olur. “Sahtenin gerçeği var mıdır?” Yoktur. Bu soruları tam tersi cevaplamanın da mümkün olduğunu kabul ettiğimiz müddetçe benim için sorun yok. Gerçeğin ne olduğundan nasıl emin olabiliriz? Neyin gerçek olduğuna neye göre karar veririz? Sahte saydığımızın gerçek saydığımız yerine geçmeyeceğinin garantisini verebilir miyiz? O adam kötü biri mi? Şu kadın dürüst mü? O çocuk tembel mi? Plüton bir gezegen mi? Pi 3,14 mü?.. Bildiklerimize, inancımıza, karakterimize, ideolojimize, psikolojimize, durduğumuz yere, baktığımız yöne göre değişiyor gerçek. O orada. Hep orada. Mesele, bizim onu ne zaman fark edeceğimiz. Ama fark etmediğimiz –ve belki hiçbir zaman da fark edemeyeceğimiz– şeyin orada olduğunu nereden bilebiliriz?.. “Gerçek” derken bir olgudan mı söz ediyoruz, bir yafta mı yapıştırıyoruz, yoksa bir temennide mi bulunuyoruz, ondan bile emin değilim ben.

 

*Oyunda, sosyal medya üzerinden takip edilme ve takip etmeye duyulan hazzın önlenemez yükselişini de görüyoruz. Bugünün gerçekliği, insanların izlemeyi ya da izlenilmeyi gerçek hayatta değil de sosyal medya üzerinden yapması mıdır?

 

İnsan izlenilmeyi sevmez aslında. İzletmeyi sever. Neyi gösterip neyi göstermeyeceğine karar verebilmek ister. Sosyal medya bu yüzden bu denli ele geçirdi benliğimizi. Çünkü kendimize dair –gerçekliğine zaman zaman kendimizin bile inanabileceği– bir kurgu oluşturabilmemize imkân tanıyor. Sosyal medyayı kullanarak mutlu görünebilirsiniz. İnsanlar sizin çok okuyan biri olduğunuzu sanabilir. Kocanıza âşık, çocuğunuza düşkün ya da mesleğinizde usta olduğunuzu düşünebilirler. 5.000 kişilik geniş bir arkadaş çevresine, 500.000 kişilik bir takipçi kitlesine sahip olabilirsiniz. Dürüst, komik, dindar, entelektüel, vatansever, sevgi dolu ya da kibirli biri olduğunuza inanabilirler. Çünkü sadece sizin gösterdiğiniz kadarını görüyorlar. Peki bu gerçek mi? O kişi siz misiniz? Bir bakıma, evet. Siz orada görünen sizi göstermeyi tercih etmiş olan sizsiniz.

 

*Artık “Trend Topic” olan duygular üzerinden mi birbirimize temas ediyoruz. “Nefret” TT olmuşsa, nefrete mi hashtag açıyoruz?

 

Sosyal varlıklarız elbette. Sosyal medya, sokak ya da işyeri… Öteki’yle ilişkiye girdiğimiz her yerde etkileniyor ve etkiliyoruz. Dolayısıyla, toplumda hangi duygu revaçtaysa, toplum hangi duyguyla güdüleniyorsa, birey de o duyguyla güdüleniyor. Sosyal medyada “trend” olmuş bir şey sokakta konuşulmuyor değil ki! Sokak sosyal medyayı, sosyal medya sokağı, iş yerinde başınıza gelen şey o akşam evde konuşacağınız konuyu, evde yaşadığınız hadise okuldaki sohbetinizi belirliyor. Sürekli bombaların patladığı, insanların birbirinin üzerine yürüdüğü, bağırmadan iki kelime konuşmanın mümkün olmadığı bir atmosferde neyin TT olmasını bekliyoruz? Sevginin mi? Barışın mı? Sanatın mı? Hayır, tabii ki savaş TT olacak, çünkü sohbetimizin kaçınılmaz malzemesi o. Meydanlarda, parklarda, bahçelerde klasik müzik konserleri veriliyor da insanlar mı Brahms’tan konuşmuyor!.. Hayatında hiç deniz görmemiş birine yüzme bilmediği için nasıl kızarsın!

 

*Bu oyunla aslında “Hepimizin hayatı bir reality show” mu diyorsunuz?

 

"Reality Show” denen TV formatı, zaten gerçek insanları konu alır. Hem de bizzat o gerçek insanları kullanarak. Ama bu sırada –eşyanın tabiatı gereği– taklide başvurur. Buradaki tehlike, kendi varlıklarıyla orada bulundukları iddiasında olan o “gerçek” insanların aslında bir başkasını taklit etmeleridir. Bu çoğunlukla, olmadıkları ama olmak istedikleri ya da olduklarını iddia ettikleri o kurgusal kişinin taklididir. Bir an için mesela, şu bir grup insanın aynı evde yaşadığı programları getirelim gözümüzün önüne. Herkes son derece doğrucu. Herkes son derece dürüst. Açık sözlü, içten, zeki, mert, yüce gönüllü… Bir ev dolusu Kusursuz Süper İnsan! Ama durmaksızın kavga ediyorlar!.. Birbirlerinin arkasından konuşuyor, hizipleşiyor, yeri geliyor yalan söylüyor, yeri geliyor psikolojik, sözel veya fiziksel şiddete başvuruyorlar!.. Ne için peki? Ödül için. O hafta elenmemeleri gerek. Devam etmeyi becermeleri gerek!.. Hayatlarımız da böyle değil mi artık? Mobese’sinden tut webcam’ine, gizli kamerasından tut cep telefonu kamerasına kadar dört yanımız kameralarla da çevrili zaten!..

 

 

*Oyunda, telefonunun kamerasından etrafı gözetleyip şirinleri avlayan Lalin de var. “İyi bir insan olursanız artık 'Usta Şirin'i değil, 'Robot Şirin'i, 'Simyacı Şirin'i görebilirsiniz” mi diyorsunuz? Siz de bu oyunla gerçek dünyanın içine işlenen sanal insanı mı avlıyorsunuz?

 

Biz kimseyi avlamıyoruz. Biz bir şey paylaşıyoruz izleyicimizle. “Bizim bir takım meselelerle ilgili birtakım düşüncelerimiz var; siz ne düşünüyorsunuz?.. Biz şu durum karşısında şöyle hissediyoruz; siz nasıl hissediyorsunuz?” diye soruyoruz. İzleyicimiz de hem oyun esnasında bize veriyor cevabını, hem de o akşam evine döndüğünde, ertesi gün iş yerinde, 15 yıl sonra benzer bir durumla karşı karşıya kaldığında kendine. Bizim yaptığımız, her şeyden ve herkesten önce kendimizi sağaltmak. Sahnede bahsettiğimiz hiçbir şeyden kendimizi soyutlamıyoruz. Aksine, bizim de içinde bulunduğumuz, bir parçası olduğumuz, etkilendiğimiz ve etkilediğimiz şeylere dair bir söz söylemek bütün gayretimiz. Dolayısıyla, “gerçek dünyanın içine işlenen sanal insan”dan söz ettiğimiz düşünülüyorsa eğer, bizim de o sanal insanlardan olduğumuzun gözden kaçmamasını dilerim.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler