‘Toni Erdmann’ın yönetmeni Maren Ade: İlk sarılan biz olalım!

Yılın filmlerinden birisi olarak gösterilen “Toni Erdmann” aynı zamanda ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ Oscar’ı adayı. Cannes’dan beri sayısız ödül alan filmin yönetmeni Maren Ade’le konuştuk.

Yayınlanma: 04.02.2017 - 21:33
Abone Ol google-news

Hassas ve kalp burucu komiklikteki üç saatlik Alman filmi “Toni Erdmann” küresel kapitalizm çağında sıkışmış ve kayıtsızlaşmış bireyleri şefkatle ve absürd çıkışlarla sarsıyor. Yönetmen Maren Ade ile bir yuvarlak masa söyleşisinde buluşuyoruz; konuşmaktan sesi kısılmış ama neşeli kahkahalarla bölünen sohbet uzuyor, kendisi de zaten “Konuşmayı oldum olası pek severim” diyor. Fatih Akın’ın Türkiye bağlarından habersizmiş, şaşırıyor derken çağımızın idealizm boşluklarından söz açılıyor. Whitney Houston’ın ‘Greatest Love of All’ şarkısını nasıl da sevdiğini anlatıyor. Bu maskeli iletişimsizlik çağında beklemeden harekete geçelim diyor.

- Nasıl oluştu Toni Erdmann?

Babamdan esinlendim, o da muziplik yapmaya bayılırdı. Ama film tamamen otobiyografik değil tabii ki. Önceki filmlerimde olduğu gibi burada da benden çok şeyler var. Mizah duygusu olarak Andy Kaufmann’ı keşfetmek çok önemli benim için. Sonuçta küresel kapitalizmin yaşandığı bir dünyadayız ve bizi kıstırdığı yerde gevşemek gerek. Çünkü farkında olduğumuzu ve buradan çıkmak istediğimizi gösteriyor.

- Karakterleriniz sadece baba ve kız olarak değil, idealist olanla oyunu kuralına göre oynayan bir anlayışın temsilcileri olarak da karşı karşıya kalıyorlar...

Emekli müzik öğretmeni idealist baba ve çokuluslu bir şirketin yöneticisi olan kız çok farklı iki kuşağın temsilcileri.

- Baba kızıyla iletişime geçebilmek adına takma sakal ve diş gibi süslerle Toni Erdmann’ı yaratıyor ve onu herkes seviyor. Maskesiz iletişim kuramıyor muyuz artık günümüzde?

Dünyada olup bitenleri düşününce doğru, artık kendimiz olamıyoruz. Baba karakteri Toni Erdmann maskesiyle daha rahat ediyor çünkü özgürleştirici bir şey. Abukluk karşındakini de çok rahatlatan bir şey. Çünkü herkes bir şekilde sürekli rol yapıyor ve yaptıklarının farkında bile olmuyor. Kızının veya asistanının patronlarına karşı davranışı da hep maskeli ve bastırılmış. Ancak Toni gibi birisi gelince ne denli kastığımızı anlıyoruz. Yani kapitalizmin etkileri ofiste bitmiyor, hayata ve davranış biçimimize de etki ediyor. Sonuçta biz sistemin kendisi oluyoruz. Film bu anlamda politik ama tipik komedi olmadığı gibi, bildik politik filmlerden de olsun istemedim.

‘Senaryo yazımı iki yıl sürdü’

- Bu nedenle mi bir dönem ideallerinin yıkılışını temsil eden eski bir Demir Perde ülkesi Romanya’yı seçtiniz?

Sovyetler’in yıkılışından sonra Almanya oralara koşarak pastadan pay almak isteyen ülkelerin başındaydı. Maalesef Romanya çok uluslu şirketlerin istilasına uğradı. Şimdi Bükreş’e gittiğinizde her yerde Alman şirketlerinin tabelasını görürsünüz. Dolayısıyla benim için ideal bir lokasyon oldu. Savaş sonrası kuşak olarak babanın temsil ettiği idealler artık günümüzde rağbet görmüyor. Kızın çokuluslu şirketlerin başında yer alması ise zalim bir ironi. Ama kimseyi tam olarak doğru veya yanlış olarak ayırmak istemedim. Herkes farklı nedenlerle sıkışık.

- Dram ve komedi birlikteliğinin dozunu ayarlarken nelere dikkat ettiniz?

Komedi yapmak istemiyordum aslında ama şahane espriler yazmıştım. Bunlarla görünenin altındaki trajik manaları vurgulamak istiyordum. Gelgelelim en büyük korkum sulu sepken bir komedi filmi olma tuzağına düşmekti. Bu da önceleri bende fena gerilim yarattı. Ama komediden korkmamaya karar verdiğimde rahatladım. Senaryo yazımı çok uzun, iki yıl sürdü. Bir esprinin altını boş bırakamazsınız, beş sahne öncesi veya sonrasına gönderme olmalı.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler