Ceylan Özçelik: Bir kadın hatırlar!

67. Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gösterilen ‘Kaygı’nın yönetmeni Ceylan Özçelik ile söyleştik

Yayınlanma: 18.02.2017 - 21:26
Abone Ol google-news

Yıllarca eleştirmenlik yaptıktan sonra ilk uzun metrajlı filmi “Kaygı” ile 67. Berlin Film Festivali’nin Panaroma bölümünde yer alan Ceylan Özçelik, bu başarısını mütevazı bir edayla savuşturuyor ama sevincini bizimle coşkuyla paylaşıyor. Nisan sonunda Türkiye’de de vizyona girecek olan “Kaygı” televizyon kurgucusu Hasret’in (Algı Eke) işi bırakıp kendisini eve kapatarak anne ve babasının ölümüyle ilgili gerçeklere ulaşma çabasını anlatıyor.

- Yıllarca başka filmleri eleştirdikten sonra kendi filminizi yönetirken neler yaşadınız?

Çok mutluyum çünkü eleştirmen olmak bana çok avantaj sağladı. Tabii ki 14 yıl boyunca eleştirmenlik yapmak istemiyordum. Üniversite yıllarımda bir kaç yıl sürecek bir şey gibiydi başlarda çünkü çocukluktan bu yana esas hayalim sinema yapmaktı. Neyse sonunda hayallerimi gerçekleştirdim.

İlk filmle Berlin’e

- İlk filminizle Berlinale’ye seçildiniz, haberi nasıl aldınız?

Evde bir duvardan bir duvara atladım! İnanılmaz bir duyguydu! Birden mail kutuma davet gelince yaşadıklarımı anlatamam. Çünkü filminizi geniş kitlelere ulaştırmak istiyorsunuz ve çabalıyorsunuz. Berlinale’ye de başvurmuştuk ama akıbetini soracağımız, tanıdık birileri hiç yoktu. Küratör Thomas Hailer’in filmi çok beğenmesiyle alındığımızı öğrendik. Alman basınına ön gösterim olduktan sonra zaten söyleşi istekleri yağmaya başlamıştı, çok mutluyum.

- Genç bir kadın, bastırılmış bir travmanın yarattığı kâbuslar ve gerçeği bulma çabasını anlatıyorsunuz. Nasıl oluştu film?

Kendimden yola çıktım. Medya çalışanı olarak zaten bir sürü travmam var ama evde seyirci olmak da ayrıca farklı. Arada bir yıl kadar işsiz kaldığım bir dönem oldu ve kendimi eve kapattım. Evde üç haber bile izleseniz beş dakikada dünyanız kararıyor ve dışarı adım atmak istemiyorsunuz. Dışarıdan içeri gelen ambulans, inşaat, yıkımın sesi geliyor. Sürekli bir delilik halindesiniz aslında. Buradan yola çıktım ve kendini eve kapatan bir kadın üzerinden halimizi sorgulamak istedim.

- Medya ortamında bir akıl kayması yaşanıyor, değil mi?

Evet, herkes bir akıl kayması yaşıyor. Gerçek nedir, bilen veya arayan yok. Zaten Hasret de ‘Ben uzaylı mıyım?’ gibi ortalarda endişeyle dolaşıyor. Dışarı ve içerisi hayatlar çok da farklı değil bu bağlamda. Yakın arkadaşları ise birer ‘tanık’ yani bizim gibi. Zaten seyircinin merak ettiği soruları soruyorlar. Tabii ki suçu onlar işlemedi ve sürekli yardım etmeye çalışıyormuş gibiler ama etmiyorlar.

- Hasret son derece güçlü ama tabii ki yaralanabilir ve kırılgan da bir insan, bu insani dengeleri nasıl gözettiniz?

Yalnız kalan, tek başına bir kadını anlattım. Öncelikle büyük kahramanlıkları yok, medyada yaşadığı aksaklıklar üzerine büyük laflar etmiyor. Haberde çalışmak yerine belgesellerini kurgulamak istiyor. Gerçeğe ulaşamamanın hüznüyle dolaşıyor. Tabii ki anne ve babanızla ilgili bir durumsa hele, gerçeği bulamadığınızda boğulursunuz. O nedenle karakteri normal buluyorum bir yandan da. Paranoyak değil sadece hatırlamanın peşinde.

- Ama dön dolaş birisi hatırlıyor, bu çok önemli değil mi?

Evet, ‘bir kadın hatırlar’... Bu fikir çok hoşuma gidiyor. Ayrımcılık yapmak istemiyorum, bir insan hatırlar da diyebiliriz ama bu bir kadının öyküsü. Bu nedenle filmin umutsuz bittiğini düşünmüyorum.

- Hatırlamak nedir sizce?

Hatırlamak deyince önce ‘unutturmaktan’ başlamak gerek. Hatırlamayla ilgili bir film yapıyorsak devlet, basın ve kentsel dönüşümü içine almadan yapamayız. Bunlarla biz unutuyoruz. Kütür merkezleri yok ediliyor veya boş, kaderine bırakılıyor. Devlet sistemi tarihi yeniden kurguluyor. Ortada bilmemiz istenen yapay gerçek ve varolan gerçek var. Ama filmin söylediği de bu: Siz istediğiniz kadar sahte gerçekler üretin gerçek mutlaka bir yerden sızar ve size döner.

- Peki hatırladıktan sonrası nedir?

Ben 1980 doğumluyum yani bizim kuşak duruma biraz hâkim. 90’larda izlediğimiz çoğu şeyin kurgulanmış olduğunun farkındaydık. Ama 90’larda doğan neslin çoğu Gezi’ye kadar neler olup bittiğinin farkında değildi. Gezi’de ne zaman onlar da terörist olarak kodlandılar o zaman biraz bilinçlemeye, ‘Bir dakika medyada izlediğimiz herşey doğru değil galiba’, demeye başladılar. Her şey farkındalıkla başlıyor, bir anlamda.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler