Kabuktaki garabet

Başrolünü Scarlett Johansson’un üstlendiği “Kabuktaki Hayalet” uyarlandığı efsanevi manga serisinin bir hayli uzağında kalan zayıf bir deneme.

Yayınlanma: 31.03.2017 - 19:49
Abone Ol google-news

Hemen uyaralım, bu filmi izlediğinizde aklınıza daha önce izlediğiniz birçok farklı film gelecek. “Blade Runner” gibi, “The Matrix” gibi. Hatta “Total Recall”, “Minority Report”, “The Fifth Element” ve “A.I” gibi. Dahası hâlâ hafızalarımızda tazeliğini koruyan TV dizisi “Westworld” gibi. Ve inanın bana, bu iyi bir şey değil; aksine “Ghost In The Shell - Kabuktaki Hayalet” gibi bir efsanenin bu ilk ‘live action’ uyarlamasını bir hayli zedeleyecek bir durum. Dikkat ederseniz daha Scarlett Johansson meselesine değinmedim bile.

Yukarıdaki girizgâhtan da anlaşılacağı üzre, yönetmen Rupert Sanders’in filmi sınıfı geçemedi. İşin aslı Sanders bu filmi 90’ların başlarında çekseydi belki belli açılardan baştacı edilebilirdi ama kurduğu görsel dünya ne yazık ki hem daha önce yaratılmış ikonik filmlerden apartma hem de yaratıcılıktan uzak. Ama şunu da teslim edelim, filmin aksiyon yönü bir hayli güçlü, temposu yerinde ve derinlikten yoksun olsa da seyirlik yanı fena değil. Konuya önceden hâkim olanlar için yetersiz bir senaryosu ve Binbaşı’nın kimliği hakkında aslında uzun yıllar sürmesi gereken bir gizemin faş edildiği bir finali var ama “Ghost” ile ilk kez tanışacaklar için çok da önemli olmayabilir bu.

Yanlışlar zinciri

“Blade Runner” ya da “The Matrix” gibi filmlerin sarsıcı etkisini yakalamak o filmlerin kimi unsurlarını taklit etmekten değil de yepyeni bir dünya, benzersiz bir konsept yaratmaktan geçiyor elbette. O yüzden de yönetmen seçimi yanlış diyoruz zira Sanders bu yaratıcı vizyona sahip değil. Oysa günümüzde bilim-kurgu alanında ürünler veren ve böylesi bir denemede neler yapabileceklerini merak ettiğimiz o kadar çok isim var ki. Neill Blomkamp (District 9) ya da Gareth Edwards (Monsters), hatta keşke Shane Carruth (Primer)... Bilim-kurguya az da olsa bulaşan Ben Wheatley (High-Rise) gibi bir isim de olabilirdi mesela ya da Duncan Jones (Moon). Liste uzayıp gider, hayıflanmanın anlamı yok.

Filmin oyuncu seçimleri, özellikle de Binbaşı rolündeki isim de sorunlu. Bir kere aslen bir mangadan uyarlanan ve teorik olarak 1995 tarihli bir animenin yeniden çevrimi olan “Ghost In The Shell” Japonya’da geçen ve karakterlerinin büyük bölümü Japon olan bir hikâye. Oysa Sanders’ın filminde Takeshi Kitano hariç (filmin en güzel repliği de onun bu arada: “Kurt avlamaya tavşan yollanmaz”) hemen tüm önemli roller batılı beyaz oyunculara oynatılmış (Juliette Binoche, Michael Pitt, Pilou Asbaek vb) ve böylesi bir kadronun gişede daha iyi sonuç vereceği düşünülmüş. Scarlett Johansson’un varlığı ise, kendisinin daha önceki aksiyon ve bilim-kurgu (ve hatta Japonya - “Lost In Translation”) karnesi iyi notlarla dolu olsa da, filme yöneltilen en büyük eleştirilerden biri. Kimileri böylesi bir Hollywood prodüksiyonunu sırtlayacak Asya kökenli bir yıldız olmadığını ileri sürüyor gerçi ama onun da cevabı hazır bizce: Yapmayın o zaman.

Filmin konusu

Film belirsiz bir gelecekte, belirsiz bir ülkede geçiyor. Teknolojik gelişmeler artık insanların istedikleri vücut parçasını ya da organını kendilerine ekleyerek yaşam kalitesini artırmalarına izin verecek bir boyuta gelmiştir. Hanka Robotics adlı büyük bir şirketin öncülüğünü yaptığı bu teknoloji sayesinde sadece beyni çalışan, tüm bedeni tahrip olmuş bir kadın deyim yerindeyse yeniden yaratılarak bir silaha dönüştürülür. Binbaşı adıyla tanınan bu kadın bir yandan kendi geçmişini keşfetmeye; bir yandan da sistemi hackleyerek tüm kente terör estiren gizemli bir adamı yakalamaya çalışacaktır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler