Haneke’den sessiz çığlık

Avusturya sinemasının ustası Michael Haneke’ye fazlasıyla hak edeceği üçüncü Altın Palmiye’yi getiremeyecek belki ama, jürinin “Mutlu Son”u unutması düşünülemez. Unutmak istemek, sinema sanatını aşağılayan bir devekuşu politikası ürünü olabilir ancak...

Yayınlanma: 22.05.2017 - 21:34
Abone Ol google-news

İki Altın Palmiye sahibi Michael Haneke (1942), inatla aynı izi sürmekte. Giderek daha keskin gözlerle deştiği bireysel ve toplumsal çıkmazları, bir nebze ödün vermeden sergiliyor yine... İnat bu ya, neoliberal kapitalist düzenin etkisiyle çürümesi hızlanan ‘küresel medeniyet’in hızla gömüldüğü bataklığın üzerine üzerine gidiyor. Mülteciler sorunundan, kırılganlaşan Avrupa Birliği’nin siyasal çaresizliğine dek güncel gerçeklere eleştirel göndermelerde bulunuyor. Geniş seyirci kitlelerinin ortak paydasına seslenmek kaygısından özellikle sakınırcasına, yeri geldiğinde alabildiğince kışkırtıcı olmaktan kaçınmıyor.

Tam tersine, soğuk bir neşter gibi kullandığı mesafeli sinema dili, bir puzzle gibi sabırla inşa ettiği senaryonun çok katmanlı dokusunu daha da çarpıcı kılıyor. Bu yapıcı ve incelikli kışkırtıcılığı, diyaloglarla harmanlamak yerine, görüntülerin yoğun içeriği ve özenli estetiği üzerine inşa ediyor. Yeni teknolojileri çok yerinde kullanan mizanseniyle izleyicisini derinden sarsarak uyarıyor. Adıyla bile kışkırtıcı olan “Happy End”, bir noktada, 2012’de Altın Palmiye kazanan “Amour “un (“Aşk”) devamı: Yine baba-kız rolüne soyunan Isabelle Huppert ile Jean-Louis Trintignant’ın son derece duyarlı yorumlarıyla güç kazanan bir film.

Yine karısını çektiği acılardan kurtarmak için boğarak öldürmüş yaşlı bir adamı canlandıran Trintignant, bu kez taşra burjuvazisinin temsilcisi zengin bir işadamı. Gözlemlediği çürümüşlükten kökten kurtulmanın yolunu arıyor yine ama, onulmaz bir hastalığa yakalanmadığı için, İsviçre’deki özel klinikler bile ötanazi isteğini geri çeviriyorlar. Şirketinin yönetimini devrettiği kızı yine anlayışsız, katı ve soğuk bir insan; küresel finansın tuzaklarına kolayca düşen başarısız bir iş kadını; evlenmeye hazırlandığı Londra’da yaşayan, Fransızca bile konuşmayan sevgilisi tipik bir neoliberal... İhtiyar adamı anlayabilen tek aile ferdi, 13 yaşındaki torunu Eve’dir (Havva). Annesi intihar eden Eve, sevgisiz babasının yeni eşini de müzisyen bir kadınla aldattığını, bilgisayarındaki mesajları okuyunca tüm çiğliğiyle daha iyi anlar. Yazılım hatası olmayan, neredeyse incelikli bir edebi dilin gerisindeki şehvet ateşi, güncel pornografinin kaba yansımalarıyla doludur. Bu dünyada yaşamak gerçekten olanaksızdır. Annesinden geri kalan ilaçları dener Eve, ama başaramaz; sonra dedesine yardım eli uzatır...

Ancak, duyarsız, sevgisiz, anlayışsız ve bencil yetişkinler, dedeyle torununun arzuladıkları “Mutlu Son”a bile izin vermeyeceklerdir... Michael Haneke, mutsuz sonların kaçınılmaz olacağı hassas sürece girdiğimizi, dönüşü olmayan noktayı belki de geçtiğimizi sessiz bir çığlıkla haykırıyor. Bu imdat zilini duymamak, derinlemesine duyumsamamak olanaksız. Ancak, “Aşk” (2012) ve “Beyaz Bant” (2009) örneklerinde görülen birleştirici klasik öğelerin bu kez yok denecek kadar az olması, Avusturya sinemasının ustası Michael Haneke’ye fazlasıyla hak edeceği üçüncü Altın Palmiye’yi getiremeyecek belki ama, jürinin “Mutlu Son”u unutması düşünülemez. Unutmak istemek, sinema sanatını aşağılayan bir devekuşu politikası ürünü olabilir ancak...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler