Bir müze, bir dünya

Sunay Akın ile kocaman bir dünya yarattığı Oyuncak Müzesi’nde buluştuk. Akın’la oyuncakların yanı sıra ‘Adalet Yürüyüşü’nü de konuştuk.

Yayınlanma: 25.06.2017 - 18:41
Abone Ol google-news

Kapısında kurşun askerler ve zürafaların olduğu, beyaz kocaman bir köşk. Kapıdan içeri giriyoruz. Büyük kocaman bir dünyanın yaratıldığı bu köşkte geçmişe ve birçok ülke çocuklarının hayallerine geri gidiyoruz. Sunay Akın’ın kurduğu Oyuncak Müzesi büyük bir dünya evet, ama aslında ülkelerin soyo-ekonomik ve siyasal durumunu da açıkça ortaya koyan bir müze. Müzenin girişinde bir terzi dükkânı... Bu Trabzon’daki terzi dükkânının vitrininde, Sunay Akın’ın annesinin ve babasının tanışmasına vesile olan bordo bir ceket yer alıyor... Akın, babasının annesiyle tanışırken diktiği bu üç düğmeli ceket için, bir düğmesinin koptuğunu ve kendisinin ortanca düğme olduğundan bahsediyor gülerek. Babasının terzi dükkânında kullandığı araçlar, gereçler, makaslar cetveller... Müzenin girişinde duran oyuncakların terzi oyuncakları olmasının sebebini de buna bağlıyor Akın. Herkesin çocukluğu özeldir... Geçmişe duyduğumuz en büyük özlem çoçukluğumuza duyduğumuz özlemdir aslında. Ama biz büyükler, çocuk olmayı küçüklük olarak görüyoruz günümüzde. Büyükler birbirlerini rencide etmek, aşağılamak için çocuğun dünyasını tarumar ediyor, kırıp geçiyor. Oysa Oyuncak Müzesi’ni gezdikten sonra çocuğa değer veren toplumların dünyayı yönettiğini görüyoruz. Akın’la müzeyi gezmeye başladığımda bir çocuk kadar heyecanlıydım. Müzeyi gezdikçe heyecanımın yerini hüzün almaya başladı. Çünkü çocukluğumda hiç tanık olamadığım büyük bir özenle üretilen o müthiş oyuncaklara başka ülkenin çocuklarının 1800-1900’lü yıllarda tanık olmasına, geçmişim ve bugünün çocukluğu adına üzüldüm. Günümüzde bile rastlamadığım duvarında tabloların asılı olduğu, çalışma masalarında kitapların durduğu, her köşesinin özenle yapıldığı aslında oyuncaktan çok maket bir evi andıran bebek evleri, en ince ayrıntısına kadar düşünülen eczane, hastane, pastane, şapkacı, saatçi, kasap, çocuk odası, banyo...

 Bebek evleri...

Bir oyuncak müzesinin en önemli parçalarıymış bebek evleri. Bu çok ender bulunan evler, ahşap, duvar kâğıdı, porselen bebeklerden yapılan oyuncaklar. 100 yıl önceki bir çocuğun odasını görüyoruz ve hemen altında yüz yıl önceki bir manav, yüz yıl önceki banyolar neye benziyordu bunu da görüyoruz müzede. Akın, “Teneke bebek evi banyolar ve bunların içine su koyuyorlar, sifona basıyorlar ve su geliyordu. İlk çamaşır makineleri, ilk süpürgeler neye benziyordu burada görüyorsunuz. Bebek evleri müzelerin en değerli eserleridir, bunların en büyük boyları 1.75 boylarında. Benim tespitim Danimarka’da, Hollanda’da ve İngiltere’de 3 tane var. Bir tane de burada görebilirsiniz. 1870 ve 1890 yılları arasında Viktorya dönemindeki bir bebek evindeki mimari, kostümler hepsine bakıyorsunuz” diyor. Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan lunaparklardaki eğlence makineleri, dönme dolaplar, atlıkarıncaların yer aldığı başka bir vitrin. 1880’ler 1890’lardan bir oyuncakçı da var. Bunlara Picasso’ya, Van Gogh’a Dali’ye bakar gibi bakın diyor Akın ve ekliyor, “Bakın burada bir kütüphane. Çocuklar kitap okuyor mu? Okumuyor mu? Siz çocuğunuzun önüne oyuncak kütüphane koyarsanız, çocuk kitap okur mu? Okumaz mı? Bebek evi kültürü Almanya’da ortaya çıkıyor. Neye bakıyorsunuz biliyor musunuz? Bakmak ile görmek aynı şey değildir. Bakıyorsunuz ama göremiyorsunuz. Görmenizi istediğim şey şu, bugün otomobil sanayisinde en güçlü arabalar kimin? Almanların. Mercedes, BMW, Audi, Volkswagen. Açalım bir tanesinin motorunu ne görürsün? Şimdi soruyorum o arabaların motorlarını kim tasarlayacaktı? Kültüründe bebek evi olan, çocukların önüne bu ayrıntılı, detaylı oyuncakları koyan bir millet mi o oyuncakları yapacaktı? Yoksa çocukları oyalansın diye oyuncak tasarlayan bir millet mi? Cevap çok net.”

‘Bir çocuğun hayali bizim geleceğimizdir’

Yani anlayacağınız o dönemde çocukların önüne konulan oyuncaklarda sanatın da varolduğunu, kadın erkek figürlerinin yan yana olduğunu görüyoruz. “Bir çocuğun hayali bizim geleceğimizdir” diyen Akın, bakın bunu nasıl açıklıyor, “Biz büyükler birbirimizi kırmak, birbirimizi aşağılamak, birbirimizi rencide etmek için kaç kere şu tanımları kullanıyoruz? Çocukluk yapma! Neden? Kabahat midir çocuk olmak? Büyü artık! Niye? Eksiklik midir çocukluk? Bana masal anlatma! Masallar olmasaydı, uçan halılar olmasaydı uzaya gidilebilir miydi? Bir de şu var. Senin o dediğin çocuk oyuncağı! Bu, bize bunu anlatıyor. Çocuğun eline oyuncak diye koyduğun, ülkenin ve insanlığın geleceğidir. Bir ülkenin geleceği, politikacıların vaatlerinde ve sözlerinde asla ve asla değil. Çocukların hayallerinde ve oyunlarındadır. Bunu gerçekten anlayan ülkelerin ürettiği oyuncakları görüyorsunuz. Bizde hâlâ kız çocuğa bebek, erkek çocuğa tabanca alırlar. Sonra da düşünüyoruz, kadın cinayetleri neden var? Çok basit! Büyüdüğünde biri ötekini öldürecek! Bunu biz hazırlıyoruz” diyor. Bir insanın hayalleri gerçek olabilir mi? Bu sorunun cevabı bu müzede gizli. Akın’ın hayali yıllar sonra gerçek olmuş. Hiç vazgeçmemiş ve çok uğraşmış böyle bir müze kurmak için. Akın, “Bunların hepsi müzedeki bütün oyuncaklar, mağazalarda satılan ticari meta ya da eşya değildir. Bunlar koleksiyonerlerin kendi evlerinde, çocukları gibi baktığı, yıllarca itinayla koruduğu ve üstüne titrediği eşyalardır. Koleksiyonerler belli zamanlarda koleksiyonlarını satarlar. Neden satarlar? Ya koleksiyonuna yeni bir şey katmak için ya da hastası vardır, çocuğunu okutacaktır özel nedenleri vardır neden sattığını soramazsınız. Neden oyuncağı sana satsın? Bu müzede gördüğünüz her oyuncağı ben koleksiyonerlerin kızlarını istemeye gider gibi gidip aldım. Çünkü taliplisi çok. Neden sen, niye seni tercih etsinler? En zorlandığım onların güvenini, itibarını kazanmak oldu. Bunu 15 - 20 yılda başarabildim. Şu anda müzenin dünyada gördüğü kabul ve kazandığı ödüllerden sonra koleksiyonerlerin tercih ettiği biri oldum. Ama bu konuma hiç kolay gelmedim” diyor.

Fatoş oyuncakları...

Müzede her dönemin oyuncağına rastlıyorsunuz. Ülkemizde çocuğun kişisel ve zekâ gelişiminde, hayallerinin gelişmesinde oyuncakların önemi bilinmediği için ekonomik olarak da ucuza kaçarak plastik oyuncaklar tercih edilmiş. Burada bunun örneklerini de görüyoruz. Bizim oyuncak sanayimizde özellikle Fatoş oyuncakları öne çıkmış. Akın, “Bizde genellikle oyuncak koleksiyonerlerinin çoğu erkek olduğu için nedense Fatoş’u hep görmezden geldiler. Ama çok büyük bir yanılgıdır bu. Daha çok kız çocuklarına hitap ettiği sanılıyor oysa hayır, gerçek anlamıyla kişilikli, niteliği ve bir çizgisi olan oyuncaklar Fatoş oyuncaklarıdır. Ne yazık ki 80’li yıllarda oyuncak sektörünün zora girdiği, kapanmaya yüz tuttuğu dönemde Fatoş oyuncakları kapanıyor. Fatoş oyuncakları kapanmasaydı belki ilk örneklerini bastığı Adile Naşit’in oyuncakları da yapılacaktı” diyor. Kibrit kutusuna yapılan oyuncakların bulunduğu bir bölümün önünde duruyoruz. Küçücük kutunun içine bir ev sığdırmayı başarmışlar, neden kibrit kutusu diye soruyorum. Akın, “1950’li yılların başında İngiltere’de çocukların okullara oyuncak getirmesi yasaklandı. Çocuklar itiraz ediyorlar, ağlıyorlar. Geri adım atıyor İngiltere’deki eğitimciler diyor ki kibrit kutusu büyüklüğünde oyuncak getirebilirsiniz. İşte Matchbox böyle doğuyor. Ama 1930’lu yıllarda Amerika’da kibrit kutusuna yapılan oyuncaklar var. 1910’lu yıllarda Almanya’da kibrit kutusunun içine yapılan bebek evlerinin olduğunu da buldum” diyor.

İlk oyuncaklar bu müzede

Çizgi roman kahramanları da bu müzede hem de ilkleri, zaten müzeyi müze yapan ilk oyuncak olması değil midir? Yani anlacağınız bu müzede yer alan oyuncağı başka bir müzede görmeniz mümkün değil. Superman, Red Kit’in, Mr. Magoo, Tom ve Jerry... Akın’a, “İlk çizgi roman kahramanı kimdir? Burada var mı” diye soruyorum. Büyük bir gururla ve gülümseyerek gösteriyor. Akın, “1895 yılında New York World gazetesinde yayımlanan Yellow Kid. Outcalt’un çizdiği çizgi roman kahramanının oyuncağı. Farkında mısınız neye baktığınızın? İlk çizgi roman kahramanının oyuncağı. Bugün çizgi roman, çizgi film ne kadar çok. Walt Disney’lerden tutun da Batman’lerin Superman’lerin atası, işte Yellow Kid. New York’un varoşlarında yaşayan bir çocuk. Amerika’da ezilenlerin, hakkı yenenlerin sesi olmuş. Yellow Kid kandırılanların, aldatılanların, Amerika’da göçmenlerin haklarını savunan bir kahraman olarak ortaya çıkıyor. Ve gazetenin sahibi Joseph Pulitzer’dir. Gazetecilik tarihinde ilk sarı rengi oradan kullanıyor. Sarı rengin kullanıldığı ilk yer gazete tarihinde Yellow Kid. Adını da oradan alır zaten. Bu yüzden de gazetecilerin bütün kimlik kartına Sarı Basın Kartı denir. Amerika’da bir koleksiyoner hâlâ bunun peşinde. Diyorum ki biz müzeyiz. Buradaki hiçbir şey satılamaz, taşınamaz. Hâlâ almak istiyor” diyor.

Tutuklu gazeteciler için yürüdüm

Oyuncak Müzesi’nde buluştuğumuz Sunay Akın önceki gün Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte Adalet Yürüyüşü’ne katılmıştı. Geç kaldılar bu yürüyüş için deniyor, siz ne diyorsunuz diye sorduğum Akın’ın cevabı, “Türkiye pek çok şey için geç kaldı. Türkiye demokrasiye, demokrasiyi öğrenmeye, anlamaya geç kaldı” oldu. Bunun nedeninin bilgi toplumu olamayışımız olduğunu söyleyen Akın, “ Bugün demokrasiyle gelişmiş ülkelerin, önce müzelerinin kurup bilginin en büyük güç olduğunu kavrayıp sonra demokrasiye, ekonomiye pek çok alanda güç sembolü olduklarını görüyoruz. Türkiye bunu hâlâ anlayamadı. Türkiye neye geç kalmadı ki? Ben kendimi bildim bileli bu ülkede herkes adalet arıyor.” Akın sözlerine şöyle devam etti, “Ben hayal ediyorum ki bugün Türkiye’yi yöneten, güç sahibi olanlar bu yürüyüşün bir yerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıksınlar. Bayramda bayramlaşsınlar. Biz politikacıları kavga ederken değil bir arada sohbet ederken görmek istiyoruz, demokrasi o değil midir? Hukuk devleti çerçevesinde oturup konuşsunlar. Bir insan yürüyor bu ülkenin en önemli siyasi faktörlerinden biri yürüyor ve iktidardan hiç kimse onun karşısına çıkamıyor. ‘Nedir Kemal Bey ne istiyorsunuz buyrun oturup konuşalım’ niye demiyorsunuz.” Adalet için yürüdüğünü daha birkaç gün önce toplu taşımada şiddete maruz kalan genç kız için, hatta aynı şekilde tarihte kıyafetinden dolayı saldırıya uğrayan kadınlar için yürüdüğünü söyleyen Akın, “Bugün benim çok iyi tanıdığım bütün teröre de FETÖ’ye de ayrıştırıcı güçlerin hepsine karşı olan Musa Kart içerideyse, hayatı insanlara kitap okutmak olan Turhan Günay içerideyse ve diğer onun gibi gazeteci arkadaşlar içerideyse onlar adına da yürüdüm. Musa Kart 90’lı yıllarda bir karikatüründe bir asker postalına tırmanan Fettullah Gülen’in karikatürünü çizmişti. Neredeydiniz o zamanlar? Bugün ona FETÖ’cü diyenler onlarla beraber yürüyordu. Neredeydi onlar işte onun için yürüdüm. Türkiye Cumhuriyeti’ni dağıtmak bölüp parçalamak darbe yapmak isteyen herkes yarıgılanmalıdır hiç itirazım yok. Ama bunu yaparken suyu bulandırmayacaksınız; siz hayatı boyunca darbeye karşı olanları darbeci diye sahte belgelerle dışlarsanız o zaman siz gerçek anlamda bu ülkenin kırılmasına, bölünmesine hizmet ediyorsunuz demektir” dedi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler