‘Dünyada yalnızız hepimiz’

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, Akbank’ın desteğiyle Ai Weiwei’in Türkiye’deki ilk sergisine ev sahipliği yapıyor. 12 Eylül’de açılacak sergi öncesi sanatçının Berlin’deki stüdyosunu ziyaret ettik.”

Yayınlanma: 27.07.2017 - 22:17
Abone Ol google-news

Karşımda alçak sesle konuşan adama bakıyorum ve bir yandan söylediklerini dinlemeye (hatta duymaya) çalışırken bir yandan da şunu düşünüyorum: Bu gördüğüm yüz dünyanın her yerinde sanatla az çok ilgilenen herkesin tanıdığı, “direniş”, “muhalif olmak”, “özgürlük” gibi kavramlarla bir şekilde özdeşleştirdiği ve başta Berlin olmak üzere dünyanın neresinde olursa olsun her görenin aynı kareye girmek için (çoğunlukla onun çektiği bir ‘selfie’ ile) can attığı bir yüz... Neredeyse bir film yıldızı kadar ünlü bu adam günümüz sanatının en büyük isimlerinden (belki de en büyüğü) Ai Weiwei’den başkası değil. Bulunduğumuz yerse Ai Weiwei’nin Berlin’de bulunan ve tavan yüksekliği yer yer 10 metreyi aşan yeraltındaki devasa stüdyosu. 

12 Eylül’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılacak olan Ai Weiwei sergisi 90 parça işle sanatçının şimdiye kadarki en hacimli sergisi olacak. Berlin’deki stüdyoda bir yandan sergiye gidecek işlerin istiflendiğini (etrafta duran devasa kutulardan çıkarıyoruz bunu) bir yandan da yeni işler üzerinde çalışıldığını görmek mümkün. Her odada birileri harıl harıl çalışıyor ve ortamda çok az ses çıkmasına rağmen son derece oturmuş bir sistemin, biraz da Ai Weiwei’nin sükunetli tarzının yansımaları hissediliyor. Dünyanın dört bir yanındaki mahkûmlara kartpostal yazılması için yerleştirilmiş geniş masalara oturup konuşmaya başlıyoruz Ai Weiwei ile. Hayatının az bilinen yanlarından, sanatının kitleler üzerindeki etkilerine dek uzanan söyleşiden kalanları (ki bu sayfaya sığmaz elbette tamamı) ise sizlerle paylaşıyoruz.

Nâzım’a hayran bir baba

“Çocukluğumdaki evde kütüphanede Mayakovski, Neruda, Hikmet gibi şairlerin kitapları olduğunu hatılıyorum. Gençliğimde Nâzım Hikmet’in bazı şiirlerinin tercümesini okumuştum. Çok güçlü bir şair bence. Çok önemli bir yazar, babam da onun büyük bir hayranıydı. Hatta bana çocukken bazı mısralarını tercüme ederdi. Babam bir şairdi. Muhalif olduğu için sürgüne yollanmış, tuvalet temizlemek zorunda bırakılmıştı. Beş yıl boyunca yeraltında küçücük bir odada, bir delikte yaşadık. Kimsenin istemediği bu yeraltı mekânını da biraz bu yüzden tuttum herhalde.”

‘Her yerde yabancıyım’

“Babamın sürgün edilmesinin de etkisiyle uzun yıllar mülteci hayatı yaşadım. Kenara itilmiş, özgürlüğü kısıtlanmış halde... Sırf başka bir şeye inandığımız için. Sonrasında ABD’ye gittim ve 12 yıl orada yaşadım. Komünist rejimden kaçmak için gittim oraya. O 12 yıl da mülteci gibi geçti benim için. Ben komünist bir toplumdan geliyorum ve İngilizce dışında bir dil bilmiyorum. Sonra yeniden Çin’e döndüm ve Çin’i tamamen değişmiş buldum. Kapitalizme dönmüştü. Orada da yine yabancı kaldım. Çin’i evim olarak nitelemiyorum elbette zira orada insan olarak hiç saygı görmedim. Devlet düşmanı, parti düşmanı olmak çok büyük bir suç Çin’de. Toplum düşmanı olmak demek. Sonra çok uzun yılların ardından yeniden Çin’e döndüm ve tutuklandım. Kaçmak için bir fırsat bulduğumda da buraya, Almanya’ya geldim.”

“Sanatta da, insan ruhunun genel durumunda da bir ‘kayıp’, ‘kaybolma’ hali söz konusu. Geleceği bilmek çok zor elbette ama hiç değilse nereden geldiğimizi biliyoruz ve onda bile çoğu zaman yanlış yorumlamalar, farklı argümanlar olabiliyor. Hatta dinde bile, ki en sağlam argümanlar oradadır, farklı yorumlar oluyor. Ben bir dine inanmadım hiçbir zaman ama dini eğilimlerim olduğunu söyleyebilirim doğrusu. Kayıp biriyim ben (gülüyor)”

“Şöhret benim için beklenmedik bir şey. Hiç beklemiyordum böyle ünlü olmayı. Sokakta bisikletle pizza dağıtan bir genç beni görüp de tanıdığında çok şaşırıyorum mesela. Gelip, sanki uzun zamandır görmediği bir arkadaşıymışım gibi, elimi sıkıyor. Dünyanın çok uzak köşelerinde bile böyle bu. Lübnan’da örneğin motosiklet süren genç bir kız yanımda durdu, çünkü beni tanımıştı. Bence bu çok güzel bir şey. Fikirler bu kadar uzaklara gidebiliyor işte, sınır tanımıyor ve birileriyle bir şeyleri paylaşabildiğimiz anlar çıkıyor ortaya. Bu dini bir duygu benim için aynı zamanda. Tuhaf, çünkü neden... değil mi? İnsanlar bana gelip ‘Yaptıklarını çok seviyoruz. Çok önemli şeyler yapıyorsun” diyorlar. Ben doktor değilim, insanlık için önemli bir buluş da yapmadım ama bunu da çok takdir ediyorum, çünkü iletişimin ve fikirlerin önemini gösteriyor.”

Küçük hikâyeler...

“Dün gece dünyada ne kadar yalnız olduğumuzu düşündüm. Elbette hepimizin akrabalara, arkadaşlara ya da sanatsal etkinliklere ihtiyacı var, yaşadığımızı, yalnız olmadığımızı hissedebilmek için ama nihayetinde hepimiz yalnızız. Hepimiz bir mücadele veriyoruz. Etrafımızda anlatacak küçük hikâyeler yaratmaya çalışıyoruz. Hayat esrarengiz ve önceden kestirilemeyen bir şey. Ve bize verilen her anın değerini bilmeliyiz.”

‘Büyük bir ilgi bekliyoruz’

Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer yılın en önemli sanat olaylarından biri olması beklenen sergi için şunları söyledi: “Akbank, her iki yılda bir Sakıp Sabancı Müzesi’nde büyük bir sergiye destek sağlama geleneğini gururla devam ettiriyor. Sakıp Sabancı Müzesi bu sene, çağdaş sanatın en önemli temsilcilerinden dünyaca ünlü sanatçı Ai Weiwei’i İstanbul’da ağırlamakta karar kıldı. Kurulduğu günden beri sanatı destekleyen Akbank için bu sergiye destek olmak gerçekten onur verici. Sakıp Sabancı Müzesi’yle birlikte gerçekleştirdiğimiz ZERO, Rodin, Dali ve Anish Kapoor sergilerini heyecanla karşılayan, kapılarında aylarca kuyruk olan Türk sanatseverlerin Ai Weiwei’e de ilgisinin büyük olacağına inanıyoruz. Bu sergi vesilesiyle İstanbul’un ve ülkemizin yurtdışında doğru ve iyi tanıtımını yapmaktan da özellikle gurur duyuyoruz.”

Mülteciler için film

“Türkiye’yi iki kez ziyaret ettim. İlkinde, 2015’te Lesbos adasındaydım ve her gün insanlar geliyordu teknelerle. Ada Türkiye’ye çok yakın biliyorsunuz ve ben de diğer tarafta ne olup bittiğini görmem gerektiğini hissettiğim için İzmir’e gittim. Mültecilerin teknelere binmeden önce saklandığı yereleri gördüm. Daha sonra Gaziantep’teki kamplara gittim ve insanlarla konuştum. Onlarla uzun uzun çekimler yaptım. Bir belgesel yapmaya başladım mültecilerle ilgili. Oradan sonra da Ürdün, Lübnan, İsrail gibi ülkelere gittim, Gazze’ye gittim... Kenya, Bangladeş, Irak, Afganistan, Pakistan, Meksika derken mülteci meselesi üzerine bir hayli yoğunlaştım. 40’tan fazla kampta 600’ü aşkın kişiyle konuştuk. Film önümüzdeki eylülde Venedik Film Festivali’nde gösterilecek.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler