Elia Kazan ile Anadolu'da

Zülfü Livaneli ünlü yönetmen Elia Kazan ile Anadolu’nun kalbine yaptıkları yolculuğu anlattığı son kitabı “Elia ile Yolculuk” ile okurların karşısında. Kazan, kimilerine göre bir hain, kimilerine göre bir deha. Livaneli’ye göre ise aslında o da bir kurban.

Yayınlanma: 23.08.2017 - 20:35
Abone Ol google-news

Kimilerine göre pişmanlık içinde hayatını yaşamış bir hain, kimilerine göreyse değeri anlaşılmamış bir deha. Aslına bakarsanız Hollywood’un unutulmazları arasına giren filmlerin bir kısmında onun imzası var ve Anadolu kökenli bir Rum olarak gittiği ABD’de şan, şöhret, para gibi meseleleri çoktan halletmiş ama vicdanıyla başbaşa kaldığında hep içinde derin bir sızı hissetmiş bir yaratıcı Elia Kazan. Onun yakın dostu, kendisine Anadolu’ya yaptığı büyülü yolculuk sırasında yoldaşlık etmiş usta yazar Zülfü Livaneli ile son kitabı vesilesiyle hem Kazan’ı konuştuk hem de geçmişin kısa bir muhasebesini yaptık.

- Elia Kazan’ın McCarthy dönemindeki “ihaneti” çok tartışılan, Kazan’ın hayatı boyunca peşini bırakmayan bir olaydı. Onu hâlâ “işbirlikçi” olarak niteleyen çok kişi var. Sizin deyişinizle ‘Kendini kasap bıçağından kurtarmış ama ödediği bedel ağır olmuştu’. Onu yakından tanımış biri olarak, Elia Kazan ne hissediyordu bu konuda?

Bende bıraktığı izlenim, hayatını karartan bu olaydan ötürü derin bir pişmanlık duyduğu ama onu bu konuda yargılayanların önünde diz çökmeme isteğiydi. Unutulmasını istiyordu ama bu yafta onu ölümüne kadar izledi.

- Kazan’ı tanımadan önce sizin onun hakkındaki düşünceleriniz neydi diye sorsam... Bir hain miydi sizin gözünüzde?

Onu tanımadan önce Lilian Helman gibi yazarların, McCarthy dönemini anlatan kitaplarını okumuştum. Elia Kazan’ın bazı isimler verdiğini duymuştum ama bu konuda çok düşünmemiştim. Bence Amerika’daki o cadı avını başlatanlar ya da sanatçılara, entelektüellere yapılan baskıyı yaratanlar daha çok lanetlenmeli. Almanya’da, İspanya’da, Yunanistan’da bu iş böyle oldu. Nedense Amerika o dönemi zalimlerle değil kurbanlarla hatırlamayı yeğliyor. Elia da bir kurbandı aslında.

- Kitapta anlatılan yolculuk özel ve ilginç detaylarla dolu. Sizce Kazan bu yolculukta istediğini, aradığını buldu mu? Ya da neydi aradığı?

Aradığı huzurdu, köklerine dönmekti, onu hayat boyu izleyen hayaletten kaçarak annesine sığınmaktı ama olmadı, aradığını bulamadı. Zaten bu yüzden kitabın başına Kavafis’in o ünlü İthaka şiirini koydum. Hiç kimse kendi İthaka’sını bulamaz.

- Kazan’ın “Ege’nin Ötesinde” diye bir film çekeceğinden bahsediyorsunuz kitapta. Hatta Juliette Binoche ve Nicolas Cage gibi isimlerle bile anlaşmış film için. Yıllar sonra sinemaya bu filmle mi dönmek istiyordu Kazan?

Evet. Son filmi Robert de Niro’ya başrol verdiği “The Last Tycoon”du ve çok da başarılı olmamıştı. Ölmeden önce ailesinin hikâyesini anlatmak istiyordu. Bu film için çok hazırlanmıştı. Senaryoyu okuyup, üzerine çalışanlar arasında Elia’nın çok sevdiği yakın dostu Zeynep Oral da vardı. Mekan seçimleri bile başlamıştı ama son anda sigorta şirketleri onun ilerlemiş yaşını öne sürerek sigortalamaktan vazgeçtiler. Bunun üzerine film şirketleri de projeden vazgeçti.

- Kitaptaki çarpıcı bölümlerden biri de 12 Mart döneminde hapiste işkence gördüğünüz ve bu işkenceyle nasıl başettiğinizi anlattığınız bölüm. O günlerin etkisini hâlâ aynı canlılıkta hissediyor musunuz?

Bu anı kitabına önce “Elia’nın Yolculuğu’’ adını koymuştum. Sonra bir de baktım ki onunla birlikte ben de geçmişime bir yolculuk yapmışım. Bunun üzerine adını değiştirdim ve “Elia ile Yolculuk” dedim. İki kişinin yolculuğu bu hikâye. Hem geçmişe, hem içe, hem de düşüncelere doğru. Konu McCarthy dönemi olunca ve baş aktörlerden birisi yanımda oturunca, ben de ister istemez Türkiye’deki McCarthy’leri hatırlıyordum. Bizim aydınımız, Amerikalılara göre çok daha ağır bir bedel ödedi. Benim yaşadıklarım bunun minik bir parçası sadece ve şimdi bana başka birisinin başından geçmiş gibi geliyor. Bunları çeken o genç adam için üzülüyorum ama iyi/kötü o kadar çok şey yaşadım ki anılar silikleşiyor.

- Cezaevi koşulları o günlerden bu günlere bir iyileşme geçirdi mi sizce?

Askeri dönemlerde sistematik işkence merkezleri kurulmuştu. Buralarda filistin askısı, elektrik verme, boğazına kadar toprağa gömme, karı koca birlikte işkenceye tabi tutulma gibi korkunç yöntemler uygulanırdı. Bu işkencehanelerde can verenler, sakat kalanlar oldu. Bugün aynı yöntemler, aynı yaygınlıkta uygulanmıyor. Yine de bildiğimiz kadarıyla demeyi ihmal etmeyeyim. Unutmayalım ki burası durmadan şiddet üreten bir ülkedir.

- Kitapta yaptığınız yolculuğa dair hiç fotoğraf kullanmayıp sadece çizimlere yer vermişsiniz. Kutlukhan Perker’in özenli çalışması çok şey katmış kitaba elbette ama bu şekilde olması sizin özel tercihiniz miydi?

Bu anıları dört yıl önce yazıp, bir köşeye koymuştum. Sonra arkadaşım Kutlukhan, resimlemek için bir metin istedi benden. Hem insan hem sanatçı olarak çok sevdiğim dostuma bu kitabı verdim. Aslında bu kadar çabuk çıkacağını da beklemiyordum doğrusu. Çünkü romanlarım arasında çok önemsediğim “Huzursuzluk” yeni çıkmış sayılırdı. Onun ve anlattığı meselenin üzerinde daha çok konuşulmasını istiyordum. Biraz üst üste oldu iki kitap ama okurların ikisini de okuduğunu görmek beni mutlu ediyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler