Borges’in izinde...

Amerikalı yazar Willis Barnstone ile ‘Borges Sekseninde’ kitabı çerçevesinde, Borges’e dair bir söyleşi yaptık.

Yayınlanma: 01.10.2017 - 22:09
Abone Ol google-news

Can Yayınları’ndan çıkan ve Celal Üster’in dilimize kazandırdığı “Borges Sekseninde”, usta yazar Jorge Luis Borges ile yapılmış sohbetleri bir araya getiriyor. Bu sohbetlerin çoğunda yer alan ve kitabı yayına hazırlayan Amerikalı şair, denemeci ve çevirmen Willis Barnstone ile e-posta üzerinden bir sohbet yaptık ve Borges hakkında merak ettiklerimizi sorduk.

- Borges için “arkadaşlık” önemli bir kavram. Borges’le olan arkadaşlığınızla başlayalım diyorum. Nasıl bir arkadaşlığınız vardı?

Borges ile 1968 yılında, Kaliforniya Üniversitesi’nde ders verdiğim sırada, New York’a geldiğimde tanıştım. Onunla Lexington Caddesi, 93. Sokak’taki Poetry Center’da (Şiir Merkezi) bir sohbet yapacaktık. Tanıştık ve hakkında bir kitap hazırladığım İspanyol şair Antonio Machado (1875- 1939) üzerine konuştuk. Paradoks ve imkânsızlığı silah gibi kullanarak şakalar yaptı elbette. Çok komik ve aynı zamanda çok derindi. Ömür boyu dost olacağımızı bir şekilde anlayıverdim. Asıl yakınlığımız Buenos Aires’te misafir hoca olarak bulunduğum 1975-76 yıllarında oluştu. O zamanlar Borges’in hemen karşı sokağında oturuyordum. Sürekli birlikteydik. Başkaları onu hep övüyordu ve o da buna katlanamıyordu. Bu durumla çok dalga geçerdim. Birlikte Arjantin’i gezdik ve onu iki kez, 1976 ve 1980’de Indiana Üniversitesi’ne davet ettim. Birlikte New York’a ve Chicago’ya da gittik. New York’taki Brooklyn Köprüsü’nde güzel bir an yaşadık. Doğu Nehri’nin üzerinden geçerken Hart Crane’in “Köprü” şiirinden mısralar okudu. O kadar hoşuna gitmişti ki, dönüp bir daha geçmemizi istedi ve öyle de yaptık.

- Çok güçlü bir mizah duygusu vardı değil mi? Dalga mı geçiyorsunuz?

Charlie Chaplin komik miydi diye sormaya benziyor bu? Mizahın ta kendisiydi. Bu arada Borges ölmedi biliyorsunuz. Ölümüyle ilgili dedikodular 1986’dan beri dönüyor.

- Körlüğüyle nasıl başa çıkıyordu peki?

Gayet iyi. Neredeyse kör olduğu için mutluydu diyebilirim. Retinaları kopuktu onun ama bunu hiç dert etmediği için hepimizden daha çok görüyordu aslında.

- Düşlerin ve kâbusların onun için çok önemli olduğunu biliyoruz. Acaba düş görürken “görebildiği” için miydi bu?

İyi tahmin. Ama hayır, çok daha filozofça bir şeydi bu. Düş görmenin, Machado’nunki gibi gündüz düşlerinin hele, bilgi ve deneyim için bir elmas madeni olduğunu biliyordu.

- Sık sık unutulmak istediğini söylüyor kitaptaki konuşmalarında. Sizce ciddi miydi bu düşüncesinde?

Alastair Reed onu fena köşeye sıkıştırmıştı bu hususta. New York’taki bir konferansta ona şöyle demişti: “Borges, neden bu kadar büyük bir alçakgönüllülük sopasıyla dolaşıyorsunuz?”

- Borges’in bir dönem diktatör General Pinochet’yi desteklediği biliniyor. Politika hakkında çok nadir konuşan biri, siz biliyor musunuz ne düşünüyordu bu konu hakkında?

Gençliğinde bir dönem sıkı bir komünizm destekçisiydi. Sağ görüşlü arkadaşı Alicia Jurado onu Şili’ye götürmüştü... Borges her zaman insanların duymak istediklerinin tersini söylemeyi severdi. Bana sorarsanız Pinochet’yi zerre kadar tanımıyordu ama Juan Peron’dan -ki Arjantin’in Trump’ıdır ve en az onun kadar aptaldır- o kadar nefret ediyordu ki, yine söylemesi gerekenin aksini söyledi. Ona sözlerini geri alırsa Nobel Ödülü’nü alacağını söylemiştim. Tabii Borges’in en son yapacağı şeydi bu... Nobel almayı çok isterdi elbette ve sadece eski İskandinav edebiyatını ezbere bildiği için bile alması gerekirdi.

- Sorulduğunda hep ölü yazarların ilgisini çektiğini söylüyordu Borges. Çağdaşları arasında beğendiği yazarlar yok muydu gerçekten?

İspanyol şair Jorge Guillen’i beğenirdi. Latin Amerika’nın en önemli edebiyat dergisi Sur’un yardımcı editörlüğünü yaptığı yıllarda Arjantin’de onun kadar yazar ve şairlere destek olmuş kimse yoktu. Walt Whitman’ı bilirdi elbette, biraz Emily Dickinson, ama bir gün uçakta And Dağları’nın üzerinden geçerken ona okuyana kadar Kavafis’i duymamıştı. Sonra müptelası oldu. Wallace Stevens’ı da bilmiyordu, ama ona okuduğumda çok etkilenmişti.

- Nasıl bir kütüphanesi vardı, geniş mi, yoksa çok seçici mi? Eski kitaplar, yeni kitaplar, ilk baskılar...?

Çoğunlukla eski kitaplar ve hepsini okuyup ezberlemişti. Tam bir “el memorioso” (bellek) idi. Asla unutamazdı. Bulduğu her şeyi hatırlar ve yerdi.

- Siz de dahil olmak üzere birçok kişi ona sadece ‘Borges’ diyor. Onun tercihi miydi bu yoksa sizlerin mi?

Ailesi ona bir sürü lakap takmıştı ama o Senor Borges olarak çağrılmaktan hoşlanmazdı. Sadece Borges. Onu ay gibi evrensel kılıyordu bu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler