Özgün sinemacılar Selanik’te

58. Selanik Uluslararası Film Festivali dünyanın her yanından özgün sinemacıları konuk ediyor. Altın Ayı ödüllü Ildiko Enyedi son çalışması On Body and Soul ile, Miss Violence’ın Altın Aslan’lı yönetmeni Alexandros Avranas Love me Not’la, Le Grand Bleu’nün oyuncusu Jean-Marc Barr, Buğday ve Dolphin Man’le izleyicinin beğenisini kazandılar.

Yayınlanma: 09.11.2017 - 13:46
Abone Ol google-news

Selanik- On Body and Soul ile Altın Ayı ödülünü alan Ildiko Enyedi, Macar televizyonunda çalıştıktan 17 yıl sonra yeniden setlere döndü. “Sinemadaki yokluğumu bir madencinin ya da fabrika işçisinin yokluğuna benzetiyorum. Madenci, işçi çalışmaz ise kendini  boşlukta duyumsar, ben de aynen onlar gibi hissettim” diyor Macar kadın yönetmen Enyedi. On Body and Soul on yıl öncesine dayanan bir proje. İnsan psikolojisi üstünde ilkbaharın etkisini betimleyen On Body and Soul hakkında “İlkbahar çiçeklenmenin ve yeni bir başlangıcın simgesi gibidir. İnsanda beklenti, umut duyguları doğurur. Bu duyguları zor tanımlar, zor paylaşırız. İçimizde biriktiririz. Umutlar ve düşler adeta içimizde yuvalanırlar” diyen Enyedi filmdeki karakterlerini ufak dokunuşlarla, ipuçlarıyla betimleyen bir sinemacı. Ayrıntılı analizlere girişmeden kısacık anlarla, çağrışımlarla kahramanlarını izleyiciye tanıtmayı yeğliyor. Sinemasında doğa ön planda, insan özellikleri taşıyan hayvanlar, ve bitkiler öyküde önemli roller üstleniyorlar. Yönetmen hayvanları gerçek boyutlarında yansıtıyor, soğuktan, insanlardan, aç kalmaktan korkuyorlar. Karakterler sık sık düş görüyorlar, steril gerçekçilikten kaçıyorlar, gündelik yaşama karşı yabancılaşıyorlar. “Gece ve düşler bir anlamda bilinç altımızın sığınakları gibidirler, bu sığınakta özgürleşip tüm duygularımızı salıveririz”
diyen Ildiko Enyedi en önemli armağanın izleyicinin cömert sevgisi  olduğunu vurguluyor.

Günümüzdeki insan ilişkilerini tuhaf ve eksik olarak tanımlayan Enyedi “Önemli kararlar alırken kararsızlık ve sıkıntı içinde boğuluyoruz. İlk kez bir edebiyat yapıtını sinemaya uyarlayacağım, Yazar, oyun yazarı ve şair Milan Füst’ün The Story of My Wife’ı üzerinde çalışıyorum.  İkinci sinema projemde ise başrolde bir ağaç olacak” diyen Enyedi ilk kez Selanik’e geldiğini belirterek festival ekibine teşekkür etti.

“Deneyimlerimle zenginleştim”

Le Grand Bleu (Derinlik Sarhoşluğu/1988) filmiyle ünlenen Amerikalı-Fransız aktör Jean-Marc Barr iki filmiyle Buğday (Semih Kaplanoğlu) ve The Dolphin Man’le (Lefteris Haritos) festivaldeydi. “Derinlik Sarhoşluğu’nun büyük gişe getirisinin ardından sinema kariyerimde kendi seçimlerimi yapmaya başladım. Filmde  canlandırdığım Mayol’un yaşamını belgeleyen Dolphin Man’de anlatıcı olarak Jacques’a bir kez daha saygıda bulundum.  Sanırım Semih Kaplanoğlu çoğulcu ve çok sayıda kültürü çağrıştıran bir görünüme sahip olduğum için beni filminde oynattı. Luc Besson, Lars Von Trier gibi ustalarla çalıştım, Hollywood’un gücü karşısında durabilen alternatif sinemanın üyelerinden biri oldum. Buğday, benim ilk Doğu Avrupalı filmim” diyen Barr, Jacques Mayol’un tinsel dünyayla iletişimde olduğunu, seçimlerinin bedellerini ödediğini belirtti. “ Denizlerin, okyanusların keşfedilmemiş bölgeler olduğu bir zamanda Jean-Jacques Cousteau gibi Mayol’da görünmeyen dünyaları, gizemleri aydınlattı. Bu serüven uğruna ödünler vermekten hiçte çekinmedi. Jacques’ı bir kovboya, bir samuraya benzetiyorum. Zamanı gelince cesaretle köşesine çekildi”.

 

Yönetmenliğin ve yapımcılığın çok zor olduğunu altı film çektikten sonra  iyice anlayan oyuncu Lars Von Trier ile yakın dost olduğunu, onunla yedi filmde çalıştığını açıkladı: “Lars’ta benim gibi 20. yüzyılın dahi bir çocuğu, bizler yüzyılımızın insanları değiliz. Fassbinder’den, Tarkovski’den, Dreyer’den etkilendi, çok özel bir sinema vizyonu var. onun tutkuları tahrik eden yanını çok seviyorum. Lars’la çalıştıktan sonra bir dönüm noktasına geldim, Kendi seçimlerinin peşinden gittim. Çok para kazanmadım,  deneyimlerim beni zenginleştirdi. İzleyici beni doğru nedenlerden ötürü seviyor. Kameranın önünde dürüstlüğün, gerçeğin iletisini yansıtıyorum. Güç ve otoritenin olmadığı bir ortamda yetiştim” diyor Jean-Marc Barr.

 

Derinlik Sarhoşluğu’nun epik bir boyuta sahip olduğunu, Arabistanlı Lawrence’in denizde geçen versiyonu olduğunu betimleyen oyuncu, günümüz standartlarına göre karakterin erkeksi olmadığını da vurguladı. Sinemanın toplumları güçlü bir şekilde etkilediğini söyleyen aktör, Yedinci sanatın insanlığı evrensel bilinç çevresinde birleştirmeyi  sürdürdüğünü de açıkladı. Sinemaya, oyunculuğa yürekten inandığını belirten aktör interneti herşeyi emen bir karadeliğe benzetti. Kendini Avrupalı bir vatandaş olarak tanımlayan Barr, Fransa’da karmaşık bir aşağılık kompleksi olduğunu, Fransız sinemasıyla güçlü bir bağı olmadığını irdeledi: “Régis Wargnier’nin Indochine filmi yerine Lars’ın Europa’sında, Patrice Chéreau’nun Kraliçe Margot’sunun yerine Arjantinli Luis Puenzo’nun The Plague (Veba) oynadım”.

 

Avranas’ın Suç ve Ceza’sı

Miss Violence (2013) filmiyle Venedik’te Altın Aslan ve en iyi erkek oyuncu ödülünü (Themis Panou) alan Yunanlı yönetmen Alexandros Avranas son yapımı Love me Not’ın gösterimine katıldı. Filmin öyküsünün gerçek bir olaya dayandığını irdeleyen Avranas “2011’de Yunanlı bir çift yaşam sigortası parasını almak için genç bir sığınmacıyı öldürdü. Bu son derece acımasız olaydan esinlenerek taşıyıcı anne  karakterini ekledim. Duyarsızlık, bencillik çağında yaşıyoruz.  İnsanlar haklarını korumak için evlerine kapanıyorlar, kendilerini  dış dünyadan tecrit ediyorlar, çevrelerine yabancılaşıyorlar, yalnızlığa sürükleniyorlar. Ekonomik krizinde elbette bu tecritte büyük payı var” diyen Avranas Love me Not’ta boğucu bir atmosfer yaratıyor. Bir tiyatro oyunu gibi gelişen öykü sosyal salgının aynası niteliğinde.  Miss Violence’ta çekirdek aileyi betimleyen yönetmen bu kez etik  değerlerin çöküşünü bir çift üzerinden betimliyor. “Çağımızda sevgi, aşk, dostluk gibi kavramlar iyice bozuldu. Ahlaki değerlerimizi  yitirmekle kalmadık üstüne üstlük içimize kapandık, yapay gereksinimlerimizin tuzağına düştük. Başkalarıyla birlikte varlığımızı sürdürmekten yoksunuz” diyen sinemacı Love me Not’ı Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sına benzetiyor. Ana kahraman Raskolnikov tutuklanmayı, cezasını çekmeyi seçiyor. Filmdeki baş kadın karakter ise teslim olmuyor, başkası tarafından cezalandırılıyor, kefaretini böylelikle ödüyor, acı duyarak kişisel katarsisini yaşıyor. Kendi kendine bir çıkış yolu arıyor, ama bu yolun sonunda ihanetle karşılaşıyor.

 

“Filmimin adı Love me Not/ Beni Sevme, emir kipinde. Beni sevme çünkü buna karşılık veremem. Karakterlerim aralarında bayrak yarışı yapıyorlar. Birinden ötekine geçiyor, birisini tam çözemeden ötekisiyle tanışıyorsunuz” diyen Alexandros Avranas’ın Love me Not’ı kuşkusuz yılın en tartışmalı filmlerinden biri.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler