Özgürlüklerimizi korumalıyız

Dirimart, çağdaş sanatçı ve yönetmen Julian Rosefeldt’in İstanbul’daki ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor.

Yayınlanma: 04.06.2018 - 21:26
Abone Ol google-news

Julian Rosefeldt sanat çevrelerinde bilinen bir isim olsa da onun adını geniş kitlelerin tanıması Cate Blanchett’ın 12 farklı karakteri canlandırdığı “Manifesto” adlı film sayesinde oldu. Video sanatının sinemayla flört ettiği alanda işler ortaya koyan Rosefeldt’in İstanbul’daki ilk solo sergisine ev sahipliği yapan Dirimart Dolapdere ve Dirimart Nişantaşı, sanatçının “Manifesto”, “Deep Gold” ve “In the Land of Drought” adlı yapıtlarını “Avangard ve Kıyamet” başlığı altında sunuyor sanatseverlere. Serginin açılışı için İstanbul’a gelen Rosefeldt ile bir araya geldik ve filmleri üzerine söyleştik.

- 20. yüzyılda kaleme alınmış manifestoları kullanarak kurguladığınız “Manifesto” adlı filminiz bir hayli ses getirdi. Bu sergide de hem filmi izleyebiliyoruz hem de filmden fotoğrafları görüyoruz. Sizce neden bu manifestolar hâlâ önemli?

Bu film de tam olarak bunu sorguluyor aslında, yani bu manifestoların hâlâ geçerli olup olmadığını, bugüne bir şey söyleyip söylemediğini. Ve bence söylüyorlar da. Araştırmalarım sırasında okuduğum metinlerin bir çoğunun doğrudan bana hitap ettiğini fark ettim. Hatta neredeyse bir eylem çağrısı gibiydi, o denli enerjik... Her metin bireysel olarak size sesleniyor ve sizi harekete geçiriyor. Bu da hep politik ve güncel bir durum işte. Üstelik bence her zamankinden daha güncel zira popülizmin yükseldiği bir dönemde yaşıyoruz ve haklarımızı (ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, konuşma özgürlüğü gibi) korumamız için sorumluluk almamız gerektiğini hatırlamalıyız.

- Nasıl kurguladınız bu manifestoları, neye göre?

Öncelikle şunu söyleyeyim, filmden önce yüzlerce manifesto okudum ve aralarından 55 tanesini seçtim. Ve o 55 taneden de filmdeki 13 bölümü kurguladım. Biraz içgüdüsel bir şekilde oldu aslında. Kendimi gece vakti bir grup arkadaşımla masa başında oturmuş çeşitli konuları tartışırken hayal ettim ve bazen anlaştığımız, bazen karşıt düştüğümüz anları yaşadım kafamda. Onun da ötesinde seçtiğim bölümlerin oyuncu tarafından canlandırılmaya uygun olmalarına dikkat ettim ve ona göre bölümler aldım. Metinleri kolajlarken ya da kurgularken elbette ardışık tümcelerin birbirlerini tamamlamalarına özen gösterdim, ya da en azından anlam bütünlüğü içinde olmalarını istedim.

- Cate Blanchett’ı neden seçtiniz?

Aslında ben seçmedim. Proje daha yokken tanışmıştık kendisiyle, yıllar önce Berlin’deki bir sergimde... O zaman ileride bir projede birlikte çalışma düşüncesi doğmuştu ve o zamandan beri de kafamın bir köşesinde bu düşünce duruyordu. Sonrasında Bunuel’in filmi “L’Age d’Or” için bir saygı duruşu niteliğindeki filmim “Deep Gold” (diğer galeride sergileniyor o da) için feminizm teorisi üzerine bir araştırma yaparken (Bunuel’in feminizme bakışını çok ilginç buluyorum çünkü) Fransız bir fütüristin manifestolarına denk geldim. Onun manifestoları bana bir film yapma fikrini verdi ve aklıma da Cate Blanchett geldi hemen. Onun birçok karaktere rahatlıkla bürünebilme ustalığı bu film için kafama çok güzel oturdu. Yani projeyi biraz da onunla çalışmak için geliştirdim yoksa film için onu seçmek gibi olmadı.

Bilinçaltına teslim olmak...

- Biraz da “Deep Gold”dan bahsedelim. Tıpkı Bunuel’in filmi gibi siyah beyaz bir film o da. Sizce bugün zaten yeterince sürreel olan dünyamızda sürrealizm ne söylüyor bize?

Sürrealizm mantıkla izah edilemeyen bazı şeyler olduğu fikrini savunur ve bunlar hepimizde vardır. “Deep Gold”un senaryosunu yazdığımda bir sürü başarısız denemeden sonra sürrealist otomatik yazma tekniğine başvurdum ve bir saat içinde istediğim sonuca ulaştım. Bunu bazen yapmak çok iyi geliyor. Doğrusu hayatımız mantığa o denli kanalize olmuş ki arada bir bilinçaltına teslim olmak ve onu yüzeye çıkarmak iyi gelebilir. Sürrealizm sanatta ve edebiyatta bir dönem elbette, ama bir yandan da insana ait ebedi bir özellik. Haklısınız filmi Bunuel’in filmi de siyah beyaz olduğu için öyle çektim. Kendi başına bir film ama bunu Bunuel’in filminin içine de koyabilirsiniz, epilog gibi bir anlamda.

- Devasa bir yerleştirme olarak karşımıza çıkan “In the Land of Drought”taki bilimadamları bir yandan da gezegende delil toplayan olay yeri inceleme ekiplerini anımsattı bana.

Doğrudur, bu gezegene yaptıklarımız, bu doğaya, çevreye yaptıklarımız bir suç aslında.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler