Nazan Kesal: Yaralarımız aşktandır

Oyuncu Nazan Kesal, İran'ın en cesur şairlerinden Furuğ'a ses vermeye hazırlanıyor. Kesal'ın Furuğ'un yaşamını anlattığı tek kişilik oyunu, 18 Mart'ta DasDas'ta başlıyor.Kesal, "Furuğ, eril bir bir dünyada erkeğe hitaben şiir yazan ilk kadın şair olmasının yanı sıra o coğrafyada kadınların çığlığı oldu" diyor....

Yayınlanma: 11.03.2019 - 13:50
Nazan Kesal: Yaralarımız aşktandır
Abone Ol google-news

Furuğ, şah dönemine uygun bir kadın olsaydı bütün bunları yaşamazdı. “Bir kadın normu çiziliyor ancak onun sınırları içinde kalırsan senin yaşamana müsaade ederiz” deniyor. Furuğ, ‘Hayır, kendi cinsimin sesi olmak istiyorum” diyor ve tutkuyla,aşkla inadına istediği gibi şiirler yazıyor.

Nazan Kesal, İranlı şair Furuğ’u oynadığı “Yaralarım Aşktandır” oyunuyla, 18 Mart’ta izleyicisiyle buluşacak. 25 yıldır kalbinde taşıdığı hikayeyi nihayet paylaşıyor. Yazdığı şiirler yüzünden yok edilmek istenen, oğlundan koparılan, öldükten sonra bile toprakla buluşmasına izin verilmeyen, araftaki Furuğ’a ses verecek. Oyunun yazarı Şebnem İşigüzel, yönetmeni Berfin Zenderlioğlu. Şiirin ve anlatının iç içe geçtiği tek kişilik oyun, kolektif kadın çalışması. Oyunda Furuğ’un kadın ve insan olma mücadelesinin yanında aile sorgulaması da var. Kesal, “Biyografi ama kurmaca. Furuğ’un yaşamının mihenk taşları alındı. İşigüzel’in kaleminden çıktı. Öldükten sonra iki gün boyunca, norma uymadığı için ölüsü bile ortada kalan bir kadını oynayacağım, bu çok acı bir şey. Ölümün sınıfı yok. Şebnem’in deyimiyle ölüm gerçekten herkesi mağdur kılıyor. Zengini de fakiri de bir gün ne yazık ki o toprağa girecek. “Sen giremezsin, gömdürmeyeceğiz” demiş ruhban sınıfı. Oyunumuzda Furuğ, ne toprakta ne de yaşıyor. Gidemeyen ve yaşayamayan bir insanı, öyle bir kalp çarpıntısında oynuyorum. Furuğ, araftan yaşamına dönüp bakıyor. “Madem beni yıkamıyorsunuz, madem beni gömmüyorsunuz, o zaman ben de bir daha şiir yazarım” deyip kendi hayatını anlatıyor” diyor.

- Furuğ Ferruhzad’ı oynama fikri nasıl doğdu?

Ercan Kesal’la ilk tanıştığımızda, konularımız, sanat, sinema, tiyatro... Bir gün, bir kitap almış, bu kadını tanıyor musun diye sordu. Ada Yayınları’ndan çıkan, Onat Kutlar ve Celal Hosrovşahi’nin çevirisi. Furuğ’un Sonsuz Günbatımı kitabı. “Bütün kadınların Furuğ’u bilmesi lazım” dedi. Furuğ, erkek egemen bir dünyada kadının şiirini yazmış, kadının dili olmuş. Haşim Hüsrevşahi, o öldüğünde, “İranlı kadınların dili kesildi” der. Bir şeyi hayal edersiniz ama hayal ettiğiniz şeyin zamanı, zemini, koşulları sizin istediğiniz hızda değildir. Aradan 25 yıl geçmesi gerekiyormuş demek ki. Berfin’le tanıştıktan iki yıl sonra, “Furuğ’u oynamalıyım” diye aradım onu. Sonra, Furuğ’u, onu seven bir kadına teslim ettik. Şebnem İşigüzel, sevdiğim bir yazar. Çok mutlu oldu. Şebnem’in kalemiyle şahlandı bizim rüya.

-Nasıl hazırlandınız oyuna?

Onunla ilgili yazılan çekilen her şeyi okuyarak izleyerek araştırdım. Şiirlerimiz Hasim Hüsrevşahi ve Onat Kutlar’ın çevirilerinden seçildi. Az şiir kullandık. Şebnem yazdığı metinle Furuğ’dan yola çıkarak bir kadın oyunu yazdı. Duygusu büyük bir oyun oldu. Haşim beyle Furuğ’un dünyasını anlamak için zaman zaman telefonda konuştum. Tüm zamanımı, aklımı duygularımı Furuğ’u anlamaya adadım. Ekim ayından beri.. Artık oynamak vakti. Furuğ’u öğrenmek, anlamak, hissetmek ve de oynayacak olmak hiç kolay bir iş değilmiş...

DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

 - En zor yanı neydi peki?

1967 yakın bir tarih aslında ve çok acı. Furuğ’a ses vermek istedim, ortak olmak istedim onun sesine, ”Sen çekip gittin yalnız değilsin aslında ve biz de senin mücadele ettiğin yolda yürüyoruz kadın olmanın gururuyla “demek istedim, istedik ekip olarak. Belki duyuyordur... Keşke ben 25 yıl boyunca her gün Furuğ’u nasıl oynarım, nasıl yaparım telaşı içinde olmasaydım. Hayattan beslenen bir oyuncuyum ve kulak verdiğimde dünyaya, kadınlarla ilgili hala hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum. Sistem sadece eril dünyaya hizmet ediyor. O yüzden adaletsiz bir dünya. Erkeğin adaleti, kadının adaleti gibi değil. Kadın daha adil, daha barışçıl bir varlık. Erkek sadece aklıyla algılıyor. Duyguları ve sevgiyi unutunca kendine benzemeyenlerin canını yakıyor, hayatını karartabiliyor. Furuğ’un yaşadığı da böyle bir şey.

ŞİİRLERLE KORKUTMUŞ ERİL DÜNYAYI

- Furuğ’un en etkileyici yönü hangisi?

En çok kederi etkiledi. Kederinin içine gizlediği isyanı ve umudu .Her şeyi öğrenme merakı. Çok yönlü ve yetenekli bir kadın. Hayran olmamak elde değil. Cesur bir kadın. Kendini gerçekleştirmek, yaratıcılığının önündeki engelleri kadırmak için mücadele etmiş kısacık ömründe. Kendine,duygularına saygı duymuş hep .Bunları söylemekten çekinmemiş. Çok inatçı ve korkusuz bir kadın. Korkmamış ve yazdığı şiirlerle korkutmuş eril dünyayı. Doğaya, çocuklara ,kuşlara aşık. Yaşamaya ve aşka aşık bir kadın. İnsan eliyle kirletilmemiş her şeyi çok seven bir kadın. O yüzden çok saf ve masum geliyor. O yüzden ona yapılanlar çok büyük bir zulüm geliyor. İstediği tek şey insanın ,insan gibi,özgürce yaşaması. İran edebiyatında, Furuğ’dan önce hiçbir kadın bu kadar cesur şiirler yazmamış.

- Şiir ona acı vermiş...

Zaten o yüzden ruhban sınıfının saldırısına uğruyor. “Haddini bil, sen bir kadınsın” diyorlar. Bundan daha büyük bir aşağılama cümlesi olabilir mi? Bir erkek şair, bir kadına methiyeler düzebilir, hatta bir erkeğe bile ama bir kadın asla böyle bir şey yapamaz. “Kadının yeri evidir, kocasının yanıdır.” Böyle yaşamak isteyen kadınlara bir şey diyen yok ama başka türlü hisseden kadınları da ezmek, yok etmek, onu cadı, deli, fahişe diye bu dünyadan silmeye çalışmak zulmün ta kendisi.

-16 yaşında aşık olup bir yol çiziyor. Eşi Pervez Şapur nasıl bu kadar acımasız olabiliyor?

Furuğ’un babası despot, şahın askeri. Şahın çok seviyor öte yandan entellektüel bir adam. Evlerinde kütüphane var. Furuğ’a kütüphanenin kapılarını sonuna kadar açmış. Onun iyi bir şair olmasının arkasında babasının o literatürü sunmasının da katkısı var. Ama babası en önemli şeyi sakınmış, kitaplarını vermiş ama sevmemiş hiç. Baba sevgisi hissetmeden büyümüş bir kadın Furuğ. Küçük yaşlardan itibaren gazel yazmaya başlıyor. Perviz, karikatürist, İran entellektüel dünyasının önemli bir üyesi. Kendine yakın diye Perviz’i seçiyor. Ailesi izin vermiyor evliliğe aslında ama Furuğ kendini öldürmeye çalışıyor. Evliliği için de çok büyük bir mücadele veriyor. Karanlık bir evden çıkıyor, karanlık bir eve giriyor. Aşık olduğu adam, babası gibi bir adama dönüşüyor.

 

Benim için “aşk “maneviyatı da güçlüyse aşktır. Aşkına saygı duymayı, hayran olmayı ,emek vermeyi öğrenmediğin sürece, iyi ki seninleyim demediğin sürece, kendini beslemediğin sürece bitmeye mahkum, çaresi yok. Biz istiyoruz ki her şey altın tepside sunulsun. Çok da zor değil eğer isterseniz. Zahmetsiz bedelsiz hiçbir mutluluk yok. Biz, zahmet çekmek, bedel ödemek istemiyoruz. Toplumdan ziyade çekirdek ailenin belirlediği kodlarla kurulan evliliği sürdürmek mutluluk verir.

- Furuğ gibi pek çok kadın, aşk diye duvarlara tosluyorlar hala..

Dünya erkek egemen bir dünya. Eril. Doğa nasıl yok oluyorsa, kadınların da öyle yok edilmek istendiğini düşünüyorum. Kadınlar sürekli dövülüyor, öldürülüyor, şiddete, tacize, tecavüze maruz bırakılıyor. Çok adaletsiz bir dünya kadınlar açısından. Ötekileştirmeye çok yatkın bir eril dünya anlayışı var. Kadınlar da kendi devrimlerini gerçekleştirmedikleri için mağdur oluyorlar. Kadının yok edilmek istenmesi, atıl durumda bırakılması insanlık adına utanç verici bir şey. Yok etmek istediğin kişi bazen annen, bazen çocuğunun annesi, bazen kız kardeşin, halan, teyzen. Kan bağı olmasa da fark etmez, insanın insana zulmü akıl alır gibi değil. Kadınlar genellikle en yakınları tarafından öldürülüyor. Aile yapısından tutun da eğitimin, kültürün, inşa etmek istediğimiz toplumun ne olduğu ile doğru orantılı. İleri toplumlarda da mutlaka oluyordur ama oran önemli bir gösterge, bu oranı yok sayamayız.. Bu oranların neden bu kadar yüksek olduğunu oturup düşünmek lazım, bir an önce önlem alınması lazım, kadına bakışın değişmesi lazım.

OĞLUNA KAVUŞMA UMUDUYLA YAZDI

- Furuğ’un hayatının kırılma noktası, oğlunu görememesi değil mi?

En büyük acısı o tabii ki. İnsanlığa duyduğu acı da çok baskın. Kendini var etmek için yaşamış, yarım kalmış bir hayat var. Ölene kadar da evlat hasreti çekmiş yine de şiir yazmaktan hiç vazgeçmemiş .Yaralarım aşktandır derken çocuğuna duyduğu aşk da var içinde. Öldüğünde 32 yaşında, oğlu ise 10 yaşlarında. Bir anne için en büyük yıkımı bu oğlunu hiç görememek. Onu büyük yapan da yaşadığı büyük acılara karşın dünyaya kapatmamış kendini. ‘Ev karadır’ belgeseli için Tebriz’de cüzzamlılar evinde Hüseyin’ i evlat edinmiş. Hüseyin’i çok sevmiş, kara tahtaya ”ay ,güneş, çiçek ,oyun” yazdığı için. Yaşıyor Hüseyin ve Furuğ’un şiirlerini çeviriyor müzik yapıyor Almanya’da. Birçok insan eleştiriyor ama bir gün oğluna kavuşabilme umuduyla da aslında şiirlerine sarılmış Furuğ. Oğlu Kamyar’ın geçen Temmuz ayında öldüğünü öğrendim. Hep annesinin şiirleriyle yaşamış Hüseyin gibi. Şiirleri resme dökmüş. Sokak müzisyeni olarak ölmüş.

KADINLARIN ÇIĞLIĞI OLDU

Asıl mesele kadının kendini fark etmesi. Hep erkeğin üzerinden tarif ediyoruz ya varlığımızı bu bana da çok acı geliyor. Bir çocuk bile annenin ya da babanın üzerinden tarif edilmemeli. Birey olduğu fark ettirilmeli çocuğa...

- Furuğ’un aşk şairi olduğu fikrine katılıyor musunuz?

Furuğ, eril bir bir dünyada erkeğe hitaben şiir yazan ilk kadın şair olmasının yanı sıra o coğrafyada kadınların çığlığı oldu. Duyarlı bir şair,sinemacı,oyuncu,senarist,yönetmen,çevirmen .Bir başyapıt olan “Ev Karadır” belgeseliyle cüzzamlıların sesini duyurdu. Meydan okudu ona dayatılan her şeye. Kendisi için de yapmadı bunu sadece. Bertolucci Tahrana gelip Furuğ’un belgeselini çekiyor. O çekimler sırasında Furuğ, Bertolucci’ye dünyaya duyurması için bir mektup veriyor. O mektubun dünyada ses getirmesinin ardından idam edilmeyi bekleyen siyasi tutuklular şahın idam mangalarının elinde kurşuna dizilmekten kurtuluyor.

- Oyunda dönemin fotoğrafını da çekiyorsunuz...

1967 yılında ölmüş Furuğ. O günün Tahran’ını konuşuyoruz o dönemi,bir psikolojiyi bir kadını ele alıyoruz gerisini de seyirciye bırakıyoruz. Dünyanın bir çok yerinde toplumun ne dediğine kulak asmadan yönetilen bir sürü iktidar hala var. İran da bundan nasibini almış, Furuğ’un yaşadığı dönem aydınlar ya sürgünde ya hapiste ya da idam mangalarının elinde. Dönem böyle bir dönem. Furuğ’un yaşadığı sıkışma sadece baba ve koca üzerinden gelmiyor iktidar da baskı uyguluyor. Yeniden Doğuş adlı şiirlerinde iktidarın baskısını hissedebiliyoruz. Sadece anlaşılmak ve sevilmek istemiş. Bütün kadınlar gibi. Furuğ büyük bir şair olmak istiyor. Babasına yazdığı mektuplar o kadar saf ve içten ki. Sadece beni anla diyor, babası ise kulak vermemiş hiç Furuğ’a ve hiç dönüp bakmamış dünyasına. Oyunda aile sorgulaması da var. Anne olmak ne? Baba olmak ne? Aile dediğimizde aslolan o iktidarı sürdürmek mi? İktidar için mi kuruluyor aileler?

-Neden kuruluyor aile?

Aileyi bir araya getiren şey sevgi ya da aşk. Çıkış noktası bu değil mi?Yaşamlarımıza dönüp baktığımızda, çocukluk dönemi bütün yaşamımızı yönetiyor aslında. İktidar olan da çocukluğunda ne gördüyse onla yürüyor, oyuncu olan da onunla tiyatro yapıyor, siz gazetecisiniz, kişisel öykünüzde ne varsa ve nasıl bir öyküyse geçmişiniz aslında sizin yaşamınız o. Oradaki kırılmalar, travmalar, inişler çıkışlar, oradaki sevgi ya da sevgisizlik, ne yaşandıysa o öyküde siz osunuz. Bu sebeple de annelerin babaların kendi iktidarlarını kurmalarından çok çocuğa kulak vermeleri lazım. Ne diyor çocuk,bize ne söylüyor? O bir birey artık. Ne söylediğine dönüp bakmak lazım onu ezmeden onu yok etmeden rencide etmeden ve tabi ki onu şımartmadan kulak vermek lazım.

KAYNAR KAZANDA YANACAKSIN

 - Ya sizin çocukluğunuz...

Güzel tarafları da vardı. Ailem müthiş bir koşulsuz karşılıksız sevginin içinde büyüttü beni. Şimdiki kuşakların yaşamadığı anneanneler dedeler onların masalları, korkunç da olsa hikayeleri onlarla büyümüş bir çocuğum, en büyük özlemim dedem yaşasa ben onun dizine yatsam saçlarımı okşasa, elli yaşına geldim, gözümü kapattığımda en büyük özlemlerimden biri bu geçmişime dair. Anneannem, günah işlersen saçının telinden daha ince bir sırat köprüsünden geçeceksin derdi, küçücüktüm daha. Öyle bir köprü olur mu? Düşerim deyince de “Hah işte aşağıda fokur fokur kaynayan kazanlar var orada yanacaksın” derdi korkuturdu beni. Çok severdim anneannemi. O korkunç hikayeleri bile özlüyorum şimdi.

EVCİLİK OYUNUYLA SAĞALTTIM KENDİMİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“El alem ne der “cümlesi ile yaşıyoruz hayatlarımızı. Kendi varlığımızı “el alemin”yani toplumun bizi görmek istediği yerden tarif ediyoruz. Birey olamıyorsunuz böyle yaşamak zorunda kalınca. Yalnız kalmamak,maruz kalmamak,damgalanmamak ve linç edilmemek için belki. Kadınların çaresizlik diye tanımladıkları ruh halinin altında korku yatıyor. Korkularla büyütülüyoruz, korkuyla bir ömür yaşıyoruz. Aykırı ve özgürlüğe tutkun bir insan olduğunda, el aleme göre yaşamadığında ya Furuğ oluyorsun ya da o kalabalığın içinde yok oluyorsun kayboluyorsun. Kadınların ortadan kaybolmasına duyulan iştah anlaşılmaz benim için.

- Kadın olma bilinci, o zamanlarda mı başladı?

Kasabada büyüdüm. Ben çok asiydim, dışı dönüktüm, isyankardım. Çocuklukta başladı isyanım. Kadına biçilmiş tek tip bir elbise vardı o elbise bana uymadı. Benim de ailemin içinde başladı kadın olma mücadelem. İlk bisikleti süren,ilk motora binen ben olunca dedikodular baskılara maruz kaldım tabi.”Sen erkeğin talip olduğu şeye nasıl talim olursun. “Niye binmeyeyim, bizimkileri tarlaya götürüyorum. Birisinin o aileyi tütün tarlasına götürmesi lazım, gibi gerekçelerim vardı üstelik seviyordum motor sürmeyi. İlk bisiklete binen bendim kasabada. Nasıl binersin? Nasıl erkeklerin birbirlerine baktıkları, burunlarını ve çaylarını karıştırdıkları kahvelerin önünden geçersin? Eve ekmek almam lazım ama. Ne komik, ne aciz. Kadın ya da erkek olmak meselesinden öte insan aciz bir varlık.

- Travmasız mı atlattınız o süreçleri?

Yaşadıklarımın üstesinden oyun duygusuyla geldim. Hiç takılmadım kulak vermedim bildiğimi okuyordum yine de... O acıların evciliğini oynuyordum mahalledeki çocuklarla. Şimdi evcilik oynamak diye bir kavram yok. O acıları evcilik oyunlarıyla sağalttım. Furuğ da gazellerle sağaltmış. O yüzden insanın kendine inanması lazım. Erkeğin de öyle. Erkek travma yaşamıyor mu? Erkek de yaşıyor. Onlar da bir zamanlar çocuktu. Ne oldu da bu kadar sert, kanlı, hoşgörüsüz hale geldiler? Konu derin.

- Bitirirken bir 8 Mart mesajı alabilir miyim sizden?

Dünyanın en temel sorunu sevgisizlik. Son söz olarak erkeklere bir şey söylemek lazım belki de kadınlardan çok. Sizin de bir kalbiniz var. Kulak verin, kalbiniz size ne söylüyor? Sevmekten korkmamalı insan. Erkek bir kalbi olduğunu unuttu o yüzden bu kadar sert ve acımasız bir dünyada yaşıyoruz. Bir baksınlar haline dünyanın, insanın geldiği yere...

ERCAN KESAL'LA ÇALIŞMAK...

 -Yakında başka projeleriniz var mı?

Dizimiz Halka devam ediyor. Çok iyi bir senaryomuz ,yönetmenimiz ,yapımcımız ve iyi bir ekibimiz var. Ercan’ın Peri Gazoz’unu oyun yapmak istiyorum. Benim de çok sevdiğim bir kitap. Birlikte çalışacağız. Seçeceğim öyküleri tiyatro metni haline dönüştürsün istiyorum. Furuğ süreci çok öğretici oldu benim için. Tiyatroda, neyi yapmayacağımı neyi istemediğimi daha iyi anladım, biliyorum. Peri Gazozu’nda Ercan’ı oynatırım belki bilemiyorum. (gülüyor) O beni yönetti, filminde oynadım. Sıra bende belki Ercan Kesal’la birlikte çalışmak keyifli mi? Ercan’la çalışmak yaşam gibi. Her zaman öğretici ,mutluluk verici. Öyle yani..


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler