Olomouc’un dağlarında çiçekler açar!

Spielberg’in o muhteşem duygu yüklü filminin kahramanı E.T. gibi hissediyorum kendimi... E.T. Bizim dünyamıza ortaya karışık bir karambolle inmiş, bu arz küreye her gelenin yaşaması gerekenleri yaşamış ve filmin sonunda gözyaşları ile kendisini almaya gelen uçan daireye binip, kendi gezegenine dönmüştü. Ben de, geçen yazımda bahsettiğim Olomouc Gezegeni’nden, gözyaşları ile dönmeye hazırlanıyorum.

Yayınlanma: 04.05.2019 - 22:02
Abone Ol google-news

Zaten sulugözlü bir balık burcu olarak, dönüş üzüntüm baharın gelmesi ile başladı. Bizim caddenin sonundaki çiçekçinin önünden geçerken tanıdık bir koku, ruhumu okşayıverdi! Bir de baktım ki, dükkanın önüne sergilenen onca çiçeğin içinde birisi, bana taaaa İzmir’den göz kırpıyor! Sümbüller! Haydaaa, nergis de var! Ben bu iki çiçeğin de, sadece bizim İzmir’in dağlarında açtığını sanırdım. Meğerse Olomouc Gezegeni’nin dağlarında da açarmış bu en baba Fransız parfüm üreticisinin bile yaratamayacağı doğallıktaki kokuyu saçan olağanüstü güzellikteki çiçekler...

Çömeldim, usulca okşadım ama almadım. Gezegendeki son günlerimdi ve saksıda soğanlarıyla birlikte satılıyordu. Bir dahaki baharda yeniden hayata dönebilecek şekilde!

Ağaçların korkusu yok...

Beni bu tarih ve kültür kokan şehirden, hayranı olduğum Dvorak uğurladı. Moravska Filarmoni Orkestrası’nın konserinde, Antonin Dvorak’ın Beşinci Senfonisi, harika bir şekilde yorumlandı. Elbette ki, üstadın Amerika’ya gittiğinde o zamanın bakir ABD’sindeki doğal güzelliklerden etkilenip yazdığı Yeni Dünyadan isimli 9’uncu Senfonisi’ni dinlemeyi çok arzu ederdim, kısmette 5’inci Senfoni çıktı ve elbette çok güzeldi... Yeni Dünya’dan Senfonisi’ni TRT, Tayyip bey Radyo Televizyonu değil de, Türkiye Radyo Televizyonu iken 1980’lerde akıl almaz güzellikteki bir rejiyle yayınlamıştı!

O malum kreşendo bölümünde, vahşi atlar yelelerini dalgalandıra dalgalandıra tabiatta öyle bir koşuyorlardı ki, anlatamam! Arp sanatçısı Jana Bouskova, Boieldieu’nun konçertosunu çalarken kendinden geçti adeta... Ben de öyle bir dalıp gittim ki, adeta antik Yunan’daki bir arpist, üzüm bağları arasında konser veriyordu. Burada yaşadığım süre içinde, hemen hergün yine ünlü Çek besteci Smeta’nın Ma Vlast’ını dinleyip kendimi ormanlarda dolaşır buluyordum ve elbette tertemiz nehirlerin akıntısına kapılıp gidiyordum. Konserde maalesef bu eser de yoktu!

Olomouc’da ve tüm Çekya’da, baharla birlikte ağaçlar “korkusuzca” çiçeklerini açıp insanlara sundular. Ağaçların korkusu yok, çünkü onları başka yere taşıyıp yerlerine bina yapmayı aklından bile geçirmiyor ülkeyi ve de şehri yönetenler! Binalar da, çok korkusuz. Hiçbirinin yıkılıp da, yerine AVM yapılması ihtimali yok. Habsburg Hanedanı Kraliçesi Maria Theresia zamanından kalan binalar hâlâ ayakta ve içlerinde yaşanıyor!

Hiçbir müteahhidin de, oraları ele geçirip hiçbir yere bir şey koymaya niyeti yok!

Tabii buralarda. Türk olmak zor zanaat... Türk olduğunuzu öğrendiklerinde, bir tuhaf bakıyorlar yüzünüze... Ve sıradan insanlar bile bizim demokrasiyi soruyorlar, merak içinde... Ben onlara “Bizim demokrasi sizin bildiğiniz demokrasilerden değil, bizimki İleri Demokrasi! Başkanlık sistemimiz de, Türk Tipi” diyorum, insanlar çok şaşırıyor. Bu demokrasi ve başkanlık sisteminin nasıl olduğunu merak içinde sorduklarında da, “Benim İngilizcem yetmez anlatmaya... Çok teknik bir konu” deyip işin içinden sıyrılıyorum.

Yanımda gelirken, bir dostumun bana verdiği iki DVD’yi de getiriyorum. Biri Prag Baharı’nda, Sovyetleri protesto için kendini yakan Çek öğrenci Jan Palach’ı konu alıyor. Öbürü de, savaşla en ciddi şekilde dalga geçen, ünlü Çek mizah yazarı Yaroslav Haşek’in, Aslan Asker Svayk’ı! 1971’de, hem de 12 Mart döneminde Svayk’ı anıt tiyatrocumuz Genco Erkal oynamış, ben de seyretmiştim!
Burada paketleme işi bizim İleri Demokratik Türkiye’den çok geride... Meselâ pasta aldınız. Bizde ne yaparlar? İki dilim bile almış olsanız, çok güzel bir kutunun içine koyup verirler. Buradaki sıradan demokratik sistemde, kâğıda dikkatlice sarıp, şanslıysanız bir naylon torbaya koyabiliyorlar. Ama genellikle torbanızı sadece markete değil, pastaneye de kendiniz götürmeniz gerekiyor! Şehrin ortasında bir Flora Park var.

Orası baharla birlikte bir yeşillendi ki, anlatamam. Beni bu parktaki halk konserleri uğurlayacak ama arkamdan çalacaklar! Caz, filarmoni, danslar ve daha neler neler..

Ben Prag’taki Vaclav Havel meydanından, uçan daireme binip Türkiye’ye indikten sonra! Ben kadere inanırım... Demek ki, dönmem gerekiyordu. E.T gibi!..

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler