Uzun yaşamanın sırrı kaplumbağa gibi olmakta

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Profesör Doktor Kerim Güler, istirahat halindeki bir kişinin nabzının 80'i geçmesi durumunda büyük risk altında olduğuna dikkat çekti.

Yayınlanma: 16.10.2017 - 18:06
Abone Ol google-news

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Serhat Ünal, ABD'de yapılan çalışmalarda, çocukluk döneminde çok antibiyotik kullanan kişilerde bağırsakta yaşayan mikropların dengesinin bozulması nedeniyle obez olma ihtimalinin ortaya çıktığını söyledi.

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği (TİHUD) tarafından düzenlenen 19'uncu Ulusal İç Hastalıkları Kongresi, Antalya Belek’te yapıldı. Bilimsel kongreye 3 bin 270 uzman katıldı. Kongrede, iç hastalıkları kliniklerindeki önemli ve ilgi çeken konuların yanı sıra, olgular eşliğinde sık karşılaşılan sorunlar ve kronik hastalıklara yaklaşım ile birlikte tıptaki yeni gelişmeler ele alındı. Son gelişmelere ilişkin konferanslar, iç hastalıklarında kanıt-hastalık ilişkisi oturumları, klinik ve laboratuvarlardaki güncel konuları içeren sempozyumlar programın ana başlıklarını oluşturdu. Kongrede, Türkiye'de konularında söz sahibi 38 oturum başkanı ve 72 konuşmacı görev aldı.

‘UZUN YAŞAMAK İSTİYORSANIZ KAPLUMBAĞA GİBİ OLUN’

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Kerim Güler, istirahat halindeki bir kişinin nabzının 80'i geçmesi durumunda büyük risk altında olduğuna dikkat çekti. Kişilerdeki nabız yüksekliğinin hayati önem taşıdığına işaret eden Güler, “Kalbin belirli bir atım sayısı var. Bunu ne kadar uzun süreye yayarsanız o kadar uzun yaşarsınız. Kalbi az atan hayvanlar çok yaşar, mesela kaplumbağa. Ama hızlı yaşayan bir hayvan olarak köpeğin kalbi devamlı alert durumundadır. Sonuç olarak bu nedenle ölümler oluyor. Bazı karşı görüşler, 100 metreyi çok kısa sürede koşan atletlerin neden uzun yaşadıklarını soruyor. Kalpleri 120, 130, 140 atıyor. Sonuç olarak bunların niye uzun yaşıyor diyorlar. Onun kalbi o işi yaparken 120 atıyor. Durduğu anda kalbi 36. Kadın, erkek ayırmaksızın istirahat halinde nabız sayısı 80'i geçiyorsa bu büyük bir risk faktörü” dedi.

Kişilerin böyle durumda sağlıklarını etkileyen risk faktörlerini gözden geçirmesi gerektiğini söyleyen Güler, “Vücut organlarının belirli bir kapasitesi var. Örneğin benim pankreasımın kapsitesi belli. Bunu idareli kullananlar çok yaşıyor. Yürüyerek, spor yaparak yaşam tarzımızla kapasiteyi yükseltebiliriz” diye konuştu.

“ÇOCUK YAŞTA AŞIRI ANTİBİYOTİK KULLANIMI OBEZİTE NEDENİ”
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Serhat Ünal antibiyotiklerin yan etkilerine değinerek, bilinen en önemli yan etkinin ishal olduğunu söyledi. Son zamanlarda bağırsaklarda yaşayan mikrop ailesinin fonksiyonlarının daha iyi anlaşılması ile başka etkilerin de ortaya çıktığına işaret eden Ünal, "ABD'de yapılan çalışmalarda, çocukluk yaşında çok antibiyotik kullanan kişilerde bağırsakta yaşayan mikropların dengesinin bozulması sonucu obez olma ihtimalinin ortaya çıktığı anlaşıldı. Çok net çalışmalar var. Antibiyotik kullanım miktarlarını gösteren haritalarla, şişmanlığı gösteren haritalar üstü üste konulduğu zaman bölgeler tam olarak birbirinin üstüne çıkıyor. Bu bir teori gibi tabi. Ama bir ilişki olduğu da aşağı yukarı kesin. Çok dikkat etmemiz lazım" dedi.

ÇARPICI AŞI ORANI: “ÇOCUKLARDA YÜZDE 98, ERİŞKİNLERDE İSE YÜZDE 7”

Türkiye'de çocuklardaki aşı oranının yüzde 98'e kadar çıktığını, yetişkinlerde ise bu oranın yüzde 7 olduğuna da dikkat çeken Prof.Dr. Serhat Ünal, tüm yetişkinleri grip aşısı olmaya davet etti.
Türkiye’de yetişkin bireylerde grip aşısı oranının oldukça düşük olduğunu belirten Ünal , çocuklarda ise başarının yüzde 97-98 bandında olduğuna dikkat çekti. Çocuklar için ‘başarılı bir sistemimiz var ama erişkinlerde bu başarıyı sağlayamıyoruz’ diyen Ünal, “Mesela girip aşısını 65 yaş üstündeki kişilere ya da 65 yaş altı olup altta yatan diyabet, kronik akciğer hastalığı, astım, sol kalp yetmezliği, kronik böbrek ve karaciğer yetmezliği, gebelerde eksojen obezitesi olan hastalarda yapmak gerekiyor. 65 yaş üstü ve diyabeti, kronik karaciğer, böbrek, sol kalp yetmezliği, astımı olan 34 milyon kişi var. Bu kişilerin her yıl grip aşısı yapılması lazım. Halbuki bakıyorsunuz, ülkemizde kullanılan grip aşısı sayısına en yüksek olduğu yıllarda 2,2 veya 2,3 milyon, böldüğünüz zaman yüzde 7 gibi bir oran çıkıyor. Gelişmiş ülkelere bakıldığında mesela İngiltere’de hedef yüzde 75, yüzde 71’e ulaştı. ABD’de hedef yüzde 65, yüzde 60’a ulaştı. ABD’de tüm toplumda grip aşılanma oranı yüzde 45. Bizim yüzde 7 nerede, yüzde 65 nerede. O nedenle diyorum ki, Türkiye’de erişkin aşılamayla ilgili sorunlarımız var.” ifadesini kullandı.

"AŞI DEYİNCE ‘ÇOCUK’ AKLA GELİYOR”
Erişkinlerdeki aşılama oranın düşüklük sebebini, erişkin birey ile sağlık personellerinin farkındalıktan eksik olması olarak gösteren Ünal, erişkinlerin aşıya ulaşmadaki zorluklarının da bu duruma etki ettiğini söyledi. Ünal, “Çocukluk aşılaması mecburidir ve aile hekimlerine devlet aşıyı ücretsiz olarak verir. Onların aşı dolaplarında ısı takipleri vardır ve Türkiye’nin bu konuda muhteşem sistemi vardır. Bilgisayar sisteminde kime ne aşı yapılacağı bellidir, çocuğu annesi babası getirir, aşısını olup gider. Halbuki 65 yaş üstünde, diyabet hastası olan birinin grip aşısı yaptıracağını düşünelim, önce aile hekimine gidecek, reçeteyi alacak, oradan eczaneye gidecek ilacı alacak. Ardından tekrar dönüp aile hekimine gelecek ve baya bir problem var önünde. Kolaylaştırılmasından yöne kastım bu. Yoksa devlet ücretini geri veriyor zaten” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün grip virüsünün artması üzerine bu yıl 4’lü influenza’yı öngördüğünü belirten Ünal, tüm yetişkinleri grip aşısı olmaya davet ederek “İnfluenza bir viral hastalıktır. A ve B türleri vardı. Normalde 2 tane A, 1 tane de B konuluyordu içerisine. Son yıllarda B virüsünün arttığı gözlenince artık 2 A, 2 B konuluyor. Şu anda 4’lü influenza aşısı Türkiye’de mevcut ve eczanelerde var. 3’lü aşılar da olacak. Hangisini yapalım derseniz eğer, bulduğunuzu yapın derim” dedi.

“ÜRİK ASİT YÜKSEKSE GUT İHTİMALİ ARTIYOR”
Gut hastalığına değinen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Romatoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. İhsan Ertenli, vücuttaki ürik asitin yol açtığı olumlu ve olumsuz faktörleri anlattı. Ertenli, “Et, protein mekanizmasının son ürünü vücudumuzdaki ürik asit. Ürik asit çok enterasan bir molekül. Fazla olması halinde gut hastalığı meydana geliyor. Ürik asitimiz ne kadar yüksekse seneler içerisinde gut ihtimali o kadar artıyor. Ürik asit vücudumuzda depolanıyor, seneler içerisinde de gut dediğimiz bir tabloyu oluşturuyor. Akut gut atağı sırasında hastaların yüzde 30'unda ürik asit düzeyinin normal oluyor. Dolayısıyla ürik asit normalkende gut atağının olabileceğini bilmemiz lazım” dedi.

TÜRK ADIYLA ANILAN TEK HASTALIK 'BEHÇET'
Kongrenin basın toplantısında konuşan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Romatoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Sedat Kiraz da, Türk adı ile anılan literatürdeki tek hastalık olan 'Behçet Hastalığı' hakkında bilgi verdi. Behçet hastalığının tekrar eden ağız yaraları, cinsel bölgede ağızdakine benzer yaralar ve görme kaybına kadar gidebilen gözün ön bölümünde ihtihaplanma şeklinde görüldüğüne değinen Kiraz, "Ayrıca, eklemlerde kızarıklık, şişlik, vücut içinde yoğun olarak iltihaplanmış sivilceler şeklinde görülen bir hastalıktır. Özünde bir damar iltihabı. Damar tutumu sonrasında kalp, böbrek, akciğer ve beyinde değişik bulgularla karşımıza çıkan bir hastalıktır" dedi.

“DEMİR EKSİKLİĞİ KANSER İLE İLİŞKİLİ”
Başkent Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birol Özer ise anemi hastalığıyla ilgili bilgiler paylaştı. Demir eksikliğinden kaynaklanan anemi hastalarında mutlak surette hastalığın altında yatan sebebin bulunması gerektiğini belirten Özer, “Bir hastada demir eksikliğine bağlı kansızlık varsa, sebebini bulmadan tedavi yöntemine girmek yanlış. Demir eksikliği anemisinde temel neden mide barsak sisteminden kan kaybı ya da barsaklardan demir emilim kusuru olmasıdır. Onun içindir ki, demir eksikliği saptanan her bireyde tedaviye başlanmadan önce bu eksikliği yapan sebebin bulunması son derece önemlidir. Demir eksikliği olan bireylerin yüzde 4-5'inde neden mide barsak sisteminde kanser varlığıdır. Onun için tedavi öncesi bunun değerlendirilmesi gerekiyor” diye konuştu.

“KÖTÜ BESLENME, FAZLA YEMEK VE HAREKETSİZLİĞİN SONU DİYABET”

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tufan Tükek de diyabet hastalığındaki artışa dikkati çekti. Tükek diyabetin nedenleri ve bu artışa sebep olarak; yaşam tarzı değişikliklerinin istendiği ölçüde gelişmemesinin yanı sıra, endüstriyel gelişim, sanayileşme, kentsel yaşamın artması, spor alanlarının azalması, gıdaya ulaşımın kolaylaşması, günlük ihtiyaçtan fazla gıda ve enerjinin alınması, kötü beslenme, özellikle çocukluk çağında hareket alanlarının çok az olması, çocukların evde hapsedilmesi ve okul yaşamındaki hareketin azalmasının neden olduğunu söyledi.

“ANNE ÖLÜMLERİNİ AZALTMAK ZORUNDAYIZ”
Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Uzm. Dr. Selma Karaahmetoğlu ise anne ölümlerinin dünyanın en büyük sorunu olduğunu belirterek, Türkiye'de de anne ölümlerini azaltmak zorunda olduklarını vurguladı. Dr. Karaahmetoğlu, "Türkiye'de anne ölümleri yaklaşık yüzde 14 civarında. Bu ölümlerin önüne geçmek için tüm önlemleri almak zorundayız. Gebelerde aneminin engellenmesi, kansızlığın düzeltilmesi ve aşılama çalışmalarının doğru yapılarak gelişebilecek enfeksiyonların engellenmesi ölüm sayısını azaltacaktır" diye konuştu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler