Sahte dengeler sahici sarsıntılar

Cennet nasıl bir yerdir deseler dünyanın içinde ev olmayan hali diyebiliriz. Çünkü ne zaman evleri yapmaya başladık, işte o zaman bu evlerin sahibi kim olacak devri başladı.

Yayınlanma: 07.02.2020 - 19:51
Abone Ol google-news

Evler ne zaman biraz sallansa dengeler altüst oluyor. Hayat bazen incecik bir ipin ucunda. Bir gece vakti kapıyı çalacak bir sarsıntıdan sonra hayatta olmama ihtimali yüzlere tokat gibi çarpıyor. İnsanın dengelerinin bozulduğu, sarsıntıların ruhu yakıp kavurduğu zamanlar. İlk ateş mağaranın önünde yakılmış, ilk resimler o mağaranın duvarına çizilmiş. Yeryüzüne düşüş masalından sonraki tüm hikâyeler hep o mağarada başlıyor. İnsan sanki cennetinden çıkmış ve hemen başını sokacak bir yer aramış.

Taşın üstünde

Bazılarımız bir evin sorumluluğundan özgürleşmiş olsa da çoğumuz tutunmak zorunda hissederiz kendimizi. Tamamen gezgin gibi yaşayabilen çok az kişi var.  Çünkü gerçek bir yolcu olmak, güvende olma ihtiyacımızı aşmayı gerektiriyor. Böyle birinin en belirgin özelliği yarının bir yolla kendisini doyuracağına güvenmesi. Gelecek korkusundan, başkalarının kendisi hakkında ne düşüneceğinden özgürleşmesi. Buna Tanrı’ya, kadere ya da kendine tam anlamıyla güvenmek de diyebiliriz.

Sıklıkla rastladığım iki farklı adam var. Biri üst mahallede yaşayan bir evsiz. Bazen gelip geçerken görüyorum onu. Taşın üstünde, kaldırımda yatıyor. Hayatında gerçek bir sarsıntı yaşamamış olsa kafasını taşa yaslamazdı diye düşünüyorum. Uzaktan bakan büyük bir açlık yaşadığını sanabilir ama sorulduğunda “tokum” diyor. 

Eve gelirken geçtiğim yol üzerinde yaşayan aynı yaşlarda başka bir adam var. Onun sokak adamından farkı dışarıda akan yaşama hep pencereden bakıyor olması. Yüzünde aynı mutsuz, bıkkın ifade ile yoldan geçenleri izliyor. Bazen yanında eşi de oluyor ama sanki yaşadığı o evin, o eşin esiri olmuş, hapishanenin camından dışarıdakileri izleyen mahkûm ifadesi hiç değişmiyor.

Cennet nasıl bir yerdir deseler dünyanın içinde ev olmayan hali diyebiliriz. Çünkü ne zaman evleri yapmaya başladık, işte o zaman bu evlerin sahibi kim olacak devri başladı. Mülkiyet de dahil cennetten gelirken yanımızda getirmediğimiz, kendi ellerimizle yaptığımız bütün putların esiriyiz. Kendimize bu kez yeryüzünde sahte bir cennet yaratmak istiyoruz belki de.

Bize çarpan gerçek hayatla baş edemediğimizi kendimize itiraf etmemek için her acıdan köşe bucak kaçıyor, reçetemizde yazan küçücük bir drajeden tüm sorunları çözmesini bekliyoruz. Antidepresan kullanımı çığ gibi büyüyor. 

Düşmeyi kendimize yediremiyoruz. Sahte cennetimizde, içimizdeki sahici sarsıntıları kendimizden bile gizleyebilecek her şeye dört elle sarılıyoruz. 

Zaman geçiyor

Barındığımız evimiz, içine girip kendimizi tanımladığımız toplum içindeki yerimiz bizi kurtarır sanıyoruz. Bunlardan ibaret olmadığımızı bilen asıl benliğimizin üstünü sahte dengelerle örtüyor, bu temeller üstüne kurduğumuz hayatla ayakta durmaya çalışıyoruz. Sokağa düşen o adam olmamak için gereken her şeyi göze alıyoruz. Asıl yaşamak istediklerimizden, kendimizden tümüyle vazgeçmeyi bile. 

Zaman geçiyor, aynadaki yüz yaşlanıyor. Yaşamak dediğimiz şeyin sahte dengelere tutunmak olmadığını anlıyoruz belki de. Fakat artık çok geç, geriye dönüp yoldan geçen hayata baktığımızda, yalnızca kendimizden kalan yıkıntılar oluyor elimizde. 

Kapak fotoğrafı: Dimitrar Dilkoff/AFP



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler