‘Sanırım dönmeyeceğim...’

Onat Kutlar’ı 30 Aralık 1994’te yapılan insanlık dışı bir bombalı saldırının ardından, 11 Ocak 1995’te, henüz 58 yaşındayken yitirmiştik. Onat Kutlar bugün saat 12.00’de Aşiyan’daki mezarı başında anılacak.

Yayınlanma: 10.01.2019 - 23:38
Abone Ol google-news

Yirmi dört yıl oldu. Kültür ve sanat yaşamımızda yeri asla doldurulamayan Onat Kutlar’ı 30 Aralık 1994’te yapılan insanlık dışı bir bombalı saldırının ardından, 11 Ocak 1995’te, henüz 58 yaşındayken yitirmiştik.
Ben Onat’ı önce, Sinematek günlerinden hatırlarım. 1965 yılında Jak Şalom ile birlikte kurduğu ve 1976’ya kadar yönettiği Sinematek’in önemini anlatmak için şu söylenebilir: İnternetsiz, cep telefonsuz bir dünyada, neredeyse televizyonsuz bir Türkiye’de, sinemaseverler Ekim devriminin efsane yönetmeni Ayzenştayn’ın “Potemkin Zırhlısı”nı, Pasolini’yi, Wajda’yı ve daha nice büyük yönetmeni ilk kez Sinematek sayesinde izlemişti.

Filiz ve Onat Kutlar
Onat ile 1993’te, ben sürgünden döndükten sonra gerçek anlamda tanıştık. 1989’da evlendiği ve çok sevdiği eşi, tiyatro sanatçısı Filiz Kutlar, benim ta konservatuvar yıllarından can arkadaşımdır. 1993’te döndüğümde, havaalanında karşılamaya gelenler arasında sevgili Ahmet Kaya ve Mine Kırıkkanat’ın yanı sıra Onat ile Filiz de vardı. Sonra beni gözaltına alıp Gayrettepe’deki Emniyet Müdürlüğü’ne götürdüler. (Hiç unutmam, sevgili Fatma Girik o zaman Şişli Belediye Başkanı’ydı, içeri girmiş, “Arkadaşımı daha ne kadar tutacaksınız burada” diye sormuştu.)
Her neyse, ikinci gün bıraktılar beni. Akşamüstüydü. O zaman Onat ve Filiz, “Gel seni güzel bir yere götürelim, İstanbul’a döndüğünü anla” dediler, aldılar beni Sultanahmet tarafında, çok güzel restore edilmiş eski bir Osmanlı evine, “Yeşil Ev”e götürdüler. Kahveye de Çelik Gülersoy’un restore ettiği o eve de bayılmıştım. (2014’te gazetede “Yeşil Ev”in satıldığını okuduğumda, içim cız etti.)
Sonra yaklaşık 1 ay boyunca Gayrettepe’deki evlerinde misafir ettiler beni. Filiz ile inanılmaz bir beraberlikleri vardı. Onat Filiz’e öyle bir bakardı ki sanki yeni tanışmışlar sanırdınız, sevgileri huzur yayardı. 14 yıl sürmüş bir sürgünün ardından epey değişmiş ülkeme dönüşte, bir anlamda “yumuşak iniş” yapmamda onlarla yaşadığım bu hakiki dostluk dolu ve zengin birlikteliğin büyük payı olduğuna eminim. Ne çok sohbet ettik o süreçte. Sanat, kültür, edebiyat, tiyatro, anılar ama en çok sinema...

Sinema
Onat ses getiren senaryolarının (“Hakkâri’de Bir Mevsim” - Ferit Edgü ile birlikte - “Hazal”, “Yusuf ile Kenan”) yanı sıra, tanıdığım en değerli sinema eleştirmenlerinden biriydi. Hem derin bir sinema birikimi vardı (bir dönemin Antepli ve Adanalı edebiyatçılarında bu ortak bir özellik gibi, yaşamlarında sinemanın önemli bir yeri var), hem de edebiyatçı, şair, filozof kimliğini de kattığı eleştiri yazıları bilgi ve lezzet yüklüydü. O dönemde dağıtım işine Amerikan şirketleri girmeye başlamıştı; bu durum Onat’ı çok rahatsız ediyor, memnuniyetle karşılanmasına tepki duyuyordu. Bir gün oturmuş konuşuyorduk, Vecdi Sayar da vardı, Onat aşağı yukarı şöyle dedi: “Platolarımız yok. Sinemalarımız yok. Altyapı yok. Sinema sektörümüzün özgür ve özgün varlığını koruyabilmesi, kaliteli ve dışarıya açılabilecek ürünler vermesi için sermaye ve mekân sorunlarını çözmesi gerek.”

Ben de onlara, 1974’te Güney Film’de katıldığım bir toplantıyı anlattım. Yılmaz Güney, Osman Tokcan, Süha Pelitözü ve şimdi ismini hatırlayamadığım başkaları da vardı. Yılmaz Ağabey şöyle demişti: “Önce dağıtım şirketimiz olmalı. Sonra sinemalar satın almalı, bir sinema zinciri kurmalıyız. Ancak o zaman kendi özgün filmlerimizi yapma olanağı bulabiliriz.”
İlk konuşma 1974, ikincisi 1994 tarihli. Aradan yirmi yıl geçmiş, birçok şey değişmiş ama temel sorun değişmemiş.

‘İshak’ ve ‘Satraplar’
Onat, ülkemizin kültür ve sanat hayatının en az 30-35 yılına (ben bu dönemi “İshak” öyküsünün yazıldığı 1959’dan başlatıyorum) çok çeşitli cephelerden değdi, izini bıraktı, birçok ilke imza attı. İstanbul’un kültür-sanat yaşamına büyük bir zenginlik katan İstanbul Film Festivali’nde de İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın faaliyetlerinde de hep büyük katkıları oldu. Türkiye’ye dönmeden önce yaptığım son oyun olan ve 1993’te Avignon Festivali’nde sergilenen “Dünyaya Atılan Çığlık”ın videosunu seyredip çok beğenmiş, “Bu yeni bir şey” demiş ve İKSV Tiyatro Festivali’ne önereceğini söylemişti. Sonra bilmem neden, bir terslik oldu gerçekleşmedi proje. Ama Onat’ın oyunu beğenmiş olması yeterliydi benim için zaten. O arada bana “İshak”ı da verdi başka bir gözle okumam için. Hâlâ başucu kitaplarım arasındadır, “efsane” öykülerindendir hayatımın. Umarım bir gün bir şey yapabilirim

“İshak” ile ilgili...
Unutulmaz şiirler, dizeler de yazmıştı Onat, hep özgün, kendini çabuk ele vermeyen... “Satraplar”ı Onat’ın elinden çıktığı haliyle paylaşıyorum (Filiz’e çok teşekkür ediyorum): “Altımda geçmişin atı/Omuzlarımda/Saçlarının uzun yıllar ördüğü kaftan/karardı./Sanırım dönmeyeceğim/Sislere gömüldü çoktan eski günlerin/bulanık/tapınağı.”

Beşinci evlilik yıldönümü
Sonra 30 Aralık 1994 tarihine gelindi. Onat ve Filiz’in beşinci evlilik yıldönümüydü. Her yıl yaptıkları gibi Taksim’de, The Marmara Oteli’nin kafesinde buluşacaklardı. Ben o sırada Teşvikiye’de oturuyordum. Evde bir Yılmaz Güney belgeseli için çekim yapıyorlardı. Filiz’den telefon geldi, “Biraz vaktim var, uğrayayım mı sana?” dedi. Geldi, oturduk kahve içiyorduk. Huzursuzlandı Filiz, kahvesini yarım bırakıyordu, ısrar ettim, biraz daha tuttum. Sonra çıktı, o daha yoldayken önce Yasemin Cebenoyan’ı, 11 gün sonra da Onat Kutlar’ı sevdiklerinden, hepimizden koparan kalleş, insanlık düşmanı bomba patladı.
“Sanırım dönmeyeceğim” demişti şiirinde sevgili Onat, dönmedi. Ama yapıtlarının ve bıraktığı silinmez izlerin yanı sıra, hayatın tadını çıkarmasını bilen ve bu isteği onunla aynı havayı soluyanlara da aşılayan özel ruhu, bir şey anlatırken ışıldayan gözleri, tüm yüzüne yayılan o tatlı gülümsemesi, paylaşmaktan aldığı tarif edilmez keyif hep bizimle birlikte. Onları bizden alamazlar.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler