Selçuk Altun'dan 'Ardıç Ağacının Altında'

“Ardıç Ağacının Altında”, gerçek yaşamöyküleriyle kurmaca yaşamöykülerin karıştığı yapısıyla da ilginç olduğu kadar merak unsurunu hiç bırakmayan ve polisiyeye kayan konusu ve anlatımıyla da ilgi çekecek bir roman.

Yayınlanma: 24.11.2017 - 21:55
Abone Ol google-news

‘Ben daha iyi bir insan olabilirdim’ 
 
Ardıç ağacı uzun ömrü ve dayanıklılığı ile biliniyor. Tohumunun ekilmesi için ardıç kuşunun aracılığına gereksinim var. Kolayca tutup boy vermiyor. Ama bir tuttu mu yüzyıllarca yaşıyor. 700 yıllık ardıç ağaçları var Anadolu’da. Ulu, dalları ve yaprakları ile görkemli görünüşüyle ve insana bir dağın, tepeninin başında yapayalnızken kendisini koruyup esirgeyecekmiş hissi veriyorlar.

Antik Anadolu kültüründe ardıç ağacının önemli bir yeri olduğu belirtiliyor. Anadolu’da ardıç ağaçlarının dağlara Tanrı tarafından dikildiği inancı varmış. Bu nedenle ardıç ağacına hiç dokunulmaz, öldükten sonra da yaşadığına inanılırmış. Evlerin temel direği ardıç ağacından olurmuş. Ardıç ağacının dibine gömülmek de önemli. Hastalıklarda tedavi için kullanılıyor. Yağmur duası için gidiliyor. Dibinde kurban kesiliyor. Yemeklerde kullanılıyor, rakısı da var (bkz. “Anadolu Kültüründe Ardıç Ağacı”, Hasan Torlak, habitat.org.).

Kızıl Elma’nın İzinde’de (2007, Milenyum Yay.) Necati Gültepe, Vilayetname’de Hacı Bektaş’ın ardıç ağacına sığınıp ağaçtan yaprakları ve dalları ile kendini örtüp gizlemesini istediğini anlattığını yazıyor. Hacı Bektaş Hırka Dağı’nda ardıç ağacının altında gizlenip kırk gün çile çıkartmış.
 
SORUNLU EVLİLİK

Selçuk Altun’un yeni romanı Ardıç Ağacının Altında’nın (Ekim 2017, Türkiye İş Bankası Kültür Yay.) kahramanı Erkan, Tirebolu’da dedesinden miras kalan bahçedeki ardıç ağacına günlerce içini döker. Tirebolu’nun tek ardıcıdır bu ağaç. Bir çeşit terapi olur. Kendiyle, geçmişiyle, ailesiyle hesaplaşır. Erkan’ın bu halini Hacı Bektaş’ın ardıç ağacının altında 40 gün çile çıkartmasına benzetiyorum.
Erkan kendi emeği ile zengin olmuş biri. Dışarıdan bakıldığında iyi bir evliliği var. Oğlu ABD’de öğrenim görüyor. Bir başarı öyküsü ve onu tamamlayan mutlu aile tablosu... Ama yakınlaştıkça hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlıyorsunuz. Erkan’ın evliliği resmen olmasa da fiilen bitmiş. Eşi boşanmak için çok yüklü bir rakam istediği için hâlen evliler. Eşinden görmediği sevgiyi başka kadınlarda arıyor. Otuz yıllık eşinin ölüm haberini aldığında da metresinin doğum gününü kutlamak için Londra’da.

Erkan’ın oğlu Taner ile ilişkisi de son derece arızalı. Oğlunu kendi istediği okullarda okutmak istemiş, kendi belirlediği mesleği seçmesini beklemiş ama hiçbir beklentisini karşılayamamış. Sonuç olarak annesi gömülürken Taner ABD’de hapis cezasını çekiyor ve baba oğlunun bu durumuna son derece ilgisiz görünüyor.

Geçmişini öğrendikçe baba oğul ilişkisinin arızalı olmasının nedeninin Erkan’ın kendi babası ile kuramadığı ilişki olabileceğini düşünüyoruz.      

Hayırsız babanın oğlunun oğlu ile ilişkisi bir üvey baba üvey oğul ilişkisinden çok daha sorunlu. Erkan annesinin ölümü ile babasını terk edip dedesi ile birlikte Tirebolu’da yaşamaya başlar. Babanın hayatından çıkması ve onun yerini alan dede ile ancak Erkan bir düzene kavuşur. Dede bir nevi babalık eder. Erkan’ı bir proje çocuk olarak yetiştirir.

Erkan’ın iyi bir eğitim almasını sağlamakla kalmaz kendi de eğitir. Dede ansiklopedi gibi bir adam. Malumatfuruş. Somut rakamlarla bilgiler veriyor. “Dünya fındığının üçte ikisi Karadeniz’de çıkar. Türkiye’de 150 milyon fındık ağacı vardır, ülke olarak yıllık 70 bin ton fındık üretiriz” diyor örneğin (s. 19).

Kafasındaki “ideal insan”ı Erkan’da yaratmaya çalışıyor. İlk bakışta Erkan, dedenin tam istediği kişi olmuş gibi görünüyor ama gerçek kişiliği çok sorunlu.

Erkan, eşinin ve en yakın arkadaşının aynı araç içinde öldüğü haberini aldığında tüm dengesini yitirir. Eşi ve en yakın arkadaşı, tanıştığı günden beri hiç iyi geçinememiş, dostluk bir yana arkadaşlık bile kuramamıştır. Onları aynı arabada ölüme götüren sır nedir? Erkan bunalıma girer. Her şeyden elini eteğini çekip dedesinden miras kalan bahçedeki ardıç ağacına günlerce içini döker.
 
ACI GERÇEKLER VE BİYOGRAFİLER

Tüm bu anlattıklarımız aslında Altun’un yeni romanı Ardıç Ağacının Altında’nın “Erkan” başlıklı ilk bölümünü ya da kitabını oluşturuyor. Bu bölüm başlı başına bir roman oluşturabilir.

İkinci bölümün başlığı “Taner”. Annesinden ve babasından nefret eden, kendisini üvey evlat olarak hisseden Taner, “Analı babalı büyüdüğüm hâlde çocukluğumu yaşayamadım” diye düşünür. ABD’ye gidene dek hayatı kâbus gibi geçmiştir. ABD’de sonu hapse düşmeye varacak daha büyük bir kâbus yaşayacaktır.

Hapisten çıkıp Türkiye’ye döndüğünde annesi ile babasının en yakın arkadaşının aynı araçta ölmesinin gizemini çözme görevi teklif edilir. Babasını düştüğü bunalımdan kurtarmanın tek yolu budur. ABD’de hem öğrenimi sırasında hem de hapisteyken babasının kendine hissettirmeden nasıl yardımcı olduğunu öğrenince bu görevi kabul eder. Bu sayede babası Erkan Sipahi’nin yaşam öyküsünü de öğrenecektir. Taner babasının yaşam öyküsünün izini sürerken âşık olur, kendine yeni bir hayat kurarak Avrupa’da kalır.

Üçüncü bölümde Erkan’ın has adamı Zihni’yi tanırız. 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanından kurtulup Erkan sayesinde ikinci hayatını yaşayan Zihni de patronunu bunalıma sokup hayattan el çektiren bu trafik kazasının sırrını çözmeye kararlıdır. Bu görevi Taner’in bıraktığı yerden sürdürecek, trafik kazasının sakladığı gerçeği öğrenecektir.

Acı gerçekler ortaya çıkar ve son bölümde Erkan bunalımdan çıkar ve yaşamı boyunca bilerek ya da bilmeyerek kötülük yaptığını düşündüğü insanlarla helalleşmeye karar verir. Yaptığı kötülükleri bir şekilde tamir edecektir.  

Altun, Ardıç Ağacının Altında’yı “Romanımda renkli olduğunu düşündüğüm gerçek yaşamöyküleriyle kurmaca yaşamöyküleri düello etmektedir. Sonuçta gerçek hayat, romanlardan daha tuhaf diyebiliriz, demeliyiz” (Cumhuriyet Kitap, 19.10.2017) diye anlatıyor. Romanda yukarıda bir bölümünün sözünü ettiğim kurmaca yaşam öyküleri kadar birer ansiklopedi maddesi gibi yazılmış “gerçek” yaşam öyküleri de var. Hatta bazılarının fotoğrafları da yer alıyor. Carl Tobey, Rasputin, Feliks Yusupov, Peter Watson, Erje Ayden, James Redhouse, Arif Keskiner... Bu hayat öykülerini okuyunca Altun’un “Hayat romanlardan daha tuhaftır…” sözüne katılıyorsunuz.

Roman içinde gerçek ya da gerçekmiş gibi biyografiler vermek postmodernizmin eğilimlerinden. Ama ben çok fazla olmamasından yanayım. Vikipedia çağında merak eden açar interneti bu biyografileri bulur diye düşünüyorum. Romanda yer alan ve belgelere dayanan Edouard Roditi bölümünün ise ayrı bir kitap olarak değerlendirilmesi daha doğru olurmuş. Romanın akışı içinde hak ettiği değeri bulmayabilir.     

Ardıç Ağacının Altında, minimalist bir yazar olan Altun’un en kalın romanı; 270 sayfa. Roman için “olgunluk dönemi yapıtım demek isterim” demiş. Kitabın kalınlığı, birden çok romana malzeme oluşturabilecek içerikte olması gerçekten de Altun’un yeni bir evreye girdiğini gösteriyor.
Ardıç Ağacının Altında, gerçek yaşamöyküleriyle kurmaca yaşamöykülerin karıştığı yapısıyla da ilginç olduğu kadar merak unsurunu hiç bırakmayan ve polisiyeye kayan konusu ve anlatımıyla da ilgi çekecek bir roman. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler