Prof. Dr. Korkut Boratav: Faşizmi kadın hareketi püskürtecektir

Prof. Dr. Korkut Boratav, 'Türkiye’nin cumhuriyet değerlerinden koparılmasını, karanlığa, faşizme sürüklenmesini frenleyecek güvencelerin başında kadın hareketi gelmektedir’ diyor.

Yayınlanma: 17.05.2017 - 14:41
Abone Ol google-news

Türkiye’nin en önemli Marksist İktisatçısı Korkut Boratav, bugün ailenin yaşayan en büyüğü. AKP’nin anayasa değişikliği ile rejimi değiştirmek istediğini belirten Prof. Dr. Korkut Boratav, Gazete Duvar için Ahmet Külsoy'un sorularını cevapladı.  

1 Mayıs Uluslararası Birik Mücadele Gününü geride bıraktık. Türkiye Proletaryası 1 lMayıs’ın ne anlama geldiğinin bilincinde mi?

Sorunuz, bana, Türkiye medyasında haberci ve yorumcuların zaman zaman “seçmen” kimliğinden söz etme tarzını hatırlattı: “Seçmen koalisyon istedi… Seçmen AB’ye tam üyeliği destekledi” gibi söylemler, ifadeler, tek bir iradeye sahip, adeta somut bir “seçmen” şahsiyetinin var olduğu yanılgısına dayanır ve elbette yanıltıcıdır. Hayatlarını emek güçlerini satarak sürdüren milyonlarca insandan oluşan Türkiye işçi sınıfı, yani proletaryası da, ortak bir söyleme, tek bir bilince, iradeye sahip olan bir şahsiyet, bir varlık gibi düşünülemez. İşçi sınıfının (proletaryanın) mensupları içinde de 1 mayıs ile ilgili olarak çok farklı, hatta birbiriyle uzlaşmayan bilgi ve bilinç düzeyleri vardır. Bu farklılık da doğaldır.

1 Mayıs ve benzer günler ( 8 Mart Uluslararası Emekçi Kadınlar Mücadele Günü) ‘ Sendikalar ve sivil toplum kuruluşları demokratik kuruluşlar ‘ Bayram ‘ olarak kabul ediyor Bu söyleme göre ‘ eylem’ yapıyor. Gerçekten bu günler ‘ Bayram mı, direniş simgesi midir?

1 Mayıs ve 8 Mart, İşçi sınıfı ve kadın hareketi tarihlerinin sembolik günleridir. Bu günlerde bir araya gelmeyi örgütleyenler, önceki dönemde elde edilmiş bir başarı varsa kutlama çağrısı yaparlar; çetin mücadeleler güncel gündemde ise, “direniş” sloganını kullanırlar. Bu günler resmi tatil günleri ise, polisle çatışma beklenmiyorsa, bir bayram havası içinde katılım mümkün olabilir; hatta “normal”, demokratik toplumlarda böyle olması doğal karşılanır. Çağrılarda kullanılan sloganlar ve söylem ise, bu günlerin, hangi siyasi, toplumsal ortam içinde gerçekleştiğine bağlıdır.

Bursa’da DİSK, Türk-İş KESK, TTB 1 Mayıs’ta alan olarak Bursa Atatürk Stadının çimlerini tercih ettiler. Nasıl açıklarsınız bu durumu?

Bursa’daki alternatif mekânları ve örgütlerin tercih nedenini bilmediğim için bir açıklama yapmam mümkün değil.

Sayın Fikret Başkaya, Türkiye’de ve dünyanın bir çok kapitalist ülkesinde sendikaların- yönetimlerin , Proletaryanın mücadelesinin önünde engel olduğu, sendikaların çürümüşlüğünden söz ediyor. Sayın Başkaya haklı mı yoksa amacını aşıyor mu?

Başkaya’nın tespitinde geçerlik payı vardır; ama tartışmanın odağında yer almasını doğru bulmam. Asıl sorun, hem Türkiye’de, hem de tüm dünyada işçi sınıfının ekonomik örgütlenme gücünü temsil eden sendikalaşma oranının düşmesidir. Sendikaların yozlaşması, sendikaların fiilen yok olduğu bir ortamdan daha kötüdür.

Neo Liberalizm Proletaryayı dönüştürdüğünü, proletaryayı tüketen bir nesne konumuna getirdiğini düşünüyorum. Siz katılır mısınız görüşüme ?

Neoliberalizm sermayenin dünya çapında sınırsız tahakkümünü hedefleyen bir programdır. Bu programın hayata geçirilmesi işçi sınıfının geçmiş kazanımlarını aşındırmış; sınıflar arası güç dengesini (örneğin sendikalaşma oranlarını düşürerek, refah devleti kurumlarını aşındırarak) proletarya aleyhine dönüştürmüştür. Bu anlamda bir sınıfsal dönüşme (güç kaybı) söz konusu olabilir. Ama, proletarya bir sınıf olarak varlığını sürdürdükçe “tükenemez”. Kapitalizm var oldukça proletarya da tükenmeden var olacaktır.

An itibariyle Proletarya kendi meselesine, sorunlarına ihanet edip sırtını çevirdiği yaygın bir kanı var. Doğru mu?

Biraz zorlayarak ne kastettiğinizi anlamış olabilirim: Sorguladığınız husus, sıradan işçilerin sınıf bilinçlerinin gelişmemiş olmasıyla mı ilgilidir? Farklı bir ifadeyle, tek tek işçiler, sınıflarının (proletaryanın) ortak ve uzun vadeli çıkarlarından habersiz midir? Ve bunlarla uyumsuz, çatışan davranış biçimlerine sürüklenmekte midir? Meramınız buysa, soru, “hangi anlamda sınıf bilinci” açılımını içermeli; sorgulanan ülke ve dönem de belirtilmelidir. Sizin ifadenizdeki genellik düzeyindeki bir soruya anlamlı bir yanıt vermek mümkün değildir. Israr ederseniz, yanıt, “doğru değil” olur.

İzninizle Konuyu değiştirmek istiyorum: Hocam CHP’de iç çatışmalar bir türlü sona ermiyor. Neden?

Parti-içi fikir ayrılıklarının varlığı ve örgüt içinde, dışında tartışılması parlamenter demokraside tüm partiler için geçerlidir. Örneğin bugünün Avrupa’sına göz atın. Portekiz’den başlayın, İspanya, İngiltere, Fransa, Almanya’ya kadar uzanın; hem sol, hem de sağ partilerde bu durumu gözleyeceksiniz. CHP, bu anlamda “normal”, yani demokratik normlara uyan, onları yaşayan, içselleştiren bir partidir. Demokrasi kültürün yerleştiği bir ülke olsaydık, “anormal” olan durumun, tek lider otoritesinin tartışma dışı olduğu AKP ortamı olduğunu kabul ederdik.

 CHP Sosyal Demokrat parti midir?

CHP uzak ve yakın tarihi, programı ve seçmen tabanı itibariyle sosyal demokrat bir parti değildir. Lider kadrosu, bazen partilerini “sosyal demokrat” olarak tanımlamaktadır. Ama bu teşhisi, sosyal demokrasinin ne tarihi, ne de dünyadaki bugünkü konumu ile bağdaştıramaz. Bu mümkün değildir. CHP tarihsel kökeni itibariyle aydınlanmacı, cumhuriyetçi bir partidir. Bülent Ecevit bu birikimi halk sınıflarının özlem ve çıkarlarıyla birleştirdi ve bu sentezi (tarih kültürüne sahip bir siyasetçi olduğu için) “sosyal demokrat” değil, “demokratik sol” olarak nitelendirdi. Doğru nitelendirme budur. Şu şartla ki, bu sentezin iki öğesi (“cumhuriyetçilik” ve “sol”) her daim canlı tutulsun.

Genel olarak dünyada- ülkelerde iktidar partileri yıpranır. Türkiye’de tam tersi oluyor. Ana Muhalefet Partisi her seçimden kan kaybederek- eriyerek çıkıyor. Nasıl okumak gerekir bu tabloyu?

Seçim sonuçlarına bakınız; 2002-2011 arasında CHP’nin her seçimde oy oranını artırdığını; daha sonra ise %25 dolaylarında istikrarda tuttuğunu gözleyeceksiniz. Bu durum, “her seçimde kan kaybetme, erime” olarak nitelendirilemez. 2002 ve sonrasında orta sağ partilerin tasfiye olması ve %10 seçim barajı, AKP’nin tek parti iktidarına yol açtı. Bu gelişme, CHP’nin zafiyetinden kaynaklanmadı. Buna karşılık, AKP’nin tek parti iktidarı son veren Haziran 2015 seçimlerinde ortaya çıkan fırsatı CHP heba etmiştir ve yakın geçmişe ilişkin bu partiye dönük ana eleştiri konularından biri bu olmalıdır.

CHP’den ‘ ayrılma –kopma’ bekliyor musunuz?

CHP’den istifalar, birer-ikişer kopmalar, ihraç kararları daima var olmuştur; tekrarlayabilir. Ancak, bunlar partinin dağılmasına yol açmaz. Ayrılanların kurduğu yeni partiler de kısa zamanda etkisizleşir.

16 Nisan referandumunda ‘ Hayır’ bloku ‘ Başkanlık’ sistemine karşı olduğunu açıkladı. Ancak şimdiden 2019 da yapılacak olan başkanlık seçimleri için başkan ‘adayı’ arayışına girdi. Bu bir anlamda ‘Başkanlık’ sistemini kabul ‘etmek’ değil midir?

Tamamen katılıyorum. İki yıl sonrası için bugünden aday arayışları, %49’luk “Hayır Bloku”nun Başkanlık sistemine özünde karşı olduğunun unutulması anlamına gelir. İsimler üzerinde verimsiz, yıpratıcı, muhalefeti dağıtıcı bir ortamın oluşması sonucunu doğurur.

Başta CHP, tüm muhalif akımlar, AKP’nin Anayasa değişikliği perdesi altında gizlediği “rejim değişikliği tasarımı”nı, gerçek niyetlerini de açığa çıkararak teşhir etmelidir. Aday tartışmaları, bu tür ve çok etkili olabilecek bir muhalefet çizgisini felce uğratır; etkisiz kılar.

Ben AKP’nin kendi içinde ‘ toparlanma- yeniden yapılanma’ sürecine gireceğini düşünüyorum. Katılır mısınız?

Bence, Türkiye toplumunun gelişkinlik düzeyi, coğrafî, toplumsal çok sesli, çok renkli niteliği, tek lidere bu derecede bağımlı, açıkça faşizan bir siyasi yapı ile uyumlu değildir. Bu türden bir siyasi yapının oluşması, esasen, AKP’yi Türkiye siyasetinin geleneksel bir partisi olmaktan çıkarır; parti olarak işlevsizleştirir; kadük olmasına yol açar. Bu, bir “tasfiye” sürecidir; ona “toparlanma, yeniden yapılanma” diyemeyiz.

Antik Yunanistan’ın hiciv ustası denilince akla kuşkusuz Attika’nın muzip çocuğu Aristophanes akla gelir. Aristophanes eserinde kadınları iktidara getirir, Komünist düzeni kurdurur. Buradan bakılınca Türkiye’de kadın siyasi hareketi üzerine ne söylemek istersiniz?

Kadın hakları, Cumhuriyet’in Türkiye toplumuna bir armağanıdır. Kâğıt üzerindeki haklar, kadın siyasî hareketi sayesinde gerçeğe dönüştü; sahiplenildi ve ileriye taşındı. Laikliği özümseyen en etkili güçlerden biri kadın hareketi oldu; yukarıda değindiğim Türkiye toplumunun çok sesli, çok renkli niteliğine damgasını vurdu; anti-demokratik, karanlık eğilimlere, yobazlığa karşı çıkan güçlerin başında rol oynadı. Türkiye’nin cumhuriyet değerlerinden koparılmasını, karanlığa, faşizme sürüklenmesini frenleyecek güvencelerin başında kadın hareketi gelmektedir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon