İHD Başkanı Gülseren Yoleri: Önce dil değişmeli

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı avukat Gülseren Yoleri, görevine gelir gelmez, hak savunucularının tutuklanmasıyla yüz yüze geldi.

Yayınlanma: 22.07.2017 - 19:37
Abone Ol google-news

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı avukat Gülseren Yoleri, görevine gelir gelmez, hak savunucularının tutuklanmasıyla yüz yüze geldi. Önceki yıllarda da şube başkanlığı yapmıştı. İnsan hakları mücadelesinde, Cumartesi Anneleri’nin hukuk savaşında hep ön saflarda yer aldı. Her şeye rağmen korkmadığını söylüyor. Bedbaht olmaktansa güç toplamanın önemine vurgu yapıyor. “Arkadaşlarımızın gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına üzüldük, kızdık, kendileri adına ve insan hakları mücadelesi adına kaygılandık. İnsan hakları savunucularının tutuklanması, baskının derecesini göstermesi bakımından dikkat çekici bir olay. İnsanın insan olmakla sahip olduğu haklardan söz edilmesine  bile tahammül edemeyen bir iktidar daha neler yapar siz cevap verin” diyor.

-İHD’nin  31. yılını değerlendirir misin kısaca? Dernek Türkiye ve senin için ne ifade ediyor?


İHD, 17 Temmuz 1986 yılında kuruldu resmi olarak ama 80 darbesinin hemen ardından başlayan bir mücadele deneyimi var arkasında. O yıllarda, en can alıcı sorun gözaltında ve hapishanelerde uygulanan işkenceydi diye düşünüyorum. O işkenceler hem can alırdı, hem de özellikle  annelerin canını çok yakardı. Gözaltına alınan kişinin sağ çıkıp çıkamayacağı bilinmezdi o yıllarda. İşkence de gördüm, işkence yapanları da. Diyarbakır hapishanesi anılarını dinlediğimde, bunları yapanlarla aramızdaki şekil benzerliğine bile kahrediyorum. İşkence her yerdeydi o zaman; ağır, acılı, uzun süreli ve ölümle sonuçlanan işkenceler... İHD bu acıların ve bu mücadelenin üzerine kuruldu. Can cana bir oluşumdu İHD. Nerede bir can ah dese herkes ah çekerdi. Sesini çıkaramayan herkese ses oldu. İnsanlar orada örgütlendi. Yan yana, omuz omuza olmanın güvenini ve gururunu yaşadı. İHD, 31 yıl önce ne yapıyorduysa bu gün de benzer şeyleri yapıyor.  Bu bizim yerimizde saydığımız anlamına gelmiyor. Türkiye’de devletin insan haklarından yana adım atmamakta direndiği anlamına geliyor. Bugün, aynı ihlallere karşı mücadele veriyor olsak da aynı yerde değiliz. Artık 31 yıl öncesine dönmek imkansız,  çünkü ne İHD, ne  birey ne toplum aynı yerde değil bugün. İHD, hem birey hem de toplum açısından insan hakları bilincinin yaratılmasında ve geliştirilmesinde önemli bir aktör.

Kaygılandık...

İHD, 31. yıldönümü etkinliği yaparken, 6 insan hakkı savunucusu tutuklandı. Neler hissettin?
Arkadaşlarımızın gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına üzüldük, kızdık, kendileri adına ve insan hakları mücadelesi adına kaygılandık. İnsan hakları savunucularının tutuklanması, baskının derecesini göstermesi bakımından dikkat çekici bir olay. İnsanın insan olmakla sahip olduğu haklardan söz edilmesine  bile tahammül edemeyen bir iktidar daha neler yapar siz cevap verin. Programdan vazgeçmedik. Bedbaht olmaya değil güç toplamaya ihtiyacımız vardı çünkü. İnsan sıcağına, dostluğa, dayanışmaya en çok böylesi zamanlarda ihtiyacımız var. Kaldı ki bunu bizden çok önce keşfedenler vardı. 80’li yılların hapishane anılarında sıkça karşılaşırsınız; asker polis koğuşa dalar, herkesi koca sopalarla hışır eder, her yer kan revan hale gelir, artık daha fazlası öldürmek demek olduğundan çıkar gider geldiği gibi, kapı sürgülenir arkadan. Derken,sopalarla haşat edilmiş mahpuslar ayağa kalkar ve bir türkü eşliğinde halaya durur, can cana. Dayanışmanın en sıcak en masum en kararlı halidir o halay.  

Mücadele korkuya üstün

-Sen de tutuklanma endişesi yaşıyor musun?


Yurt dışına gitmek için plan yaparken sokağa çıkma yasaklarının ardından OHAL ilan edildi ve gitmekten vazgeçtim.  Çünkü burada olmak, daha fazla önem ve anlam kazandı. Tutuklanan arkadaşlarımıza bakınca , insan hakları savunuculuğu tutuklanmak için yeter sebepse biz de tutuklanabiliriz diye düşünüyoruz tabii ki. Ancak korkmuyorum. Çünkü, mücadelenin bir parçası olmanın gururu korkuya üstün bir duygu.

-Türkiye OHAL’de yaşamaya alıştı mı sence?


Alışmak diye bir şey yok aslında. Herkes yaşanan hak ihlallerinin farkında. Demokratik, yasal, anayasal, uluslararası sözleşmelerden kaynaklı haklarımızın özgürlüklerimizin bir çoğu gasp edildi ve tamamı büyük tehdit altında. Örnek çok ama; adalet rafa kalktı, işkence arttı, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerinde ağır bir baskı var mesela.

Nefret dili terk edilmeli

-Türkiye yıllardır çok acılar çektiği halde, insan hakkı kavramı neden yerleşmiyor?


Yerleşiyor ama yavaş ve çekinik. Halkla yan yana olduğunuz yerlerde sohbet edin, herkes insan haklarından söz edebiliyor artık. Sorun daha çok, herkes için bu hakları savunabilmek noktasında düğümleniyor. İktidarın ayrımcı, ötekileştirirci, düşmanlaştırıcı yaklaşımı bu noktada etkili pek çok kesim üzerinde. İnsanın kendi dışındaki canlıların haklarını görmezden gelmesi gibi, değişik kesimler kendi haklarını önceleyip diğerlerininkini öteleyebiliyorlar.  İnsan haklarından söz ederken, eşitlik vurgusu bu nedenle çok önemli ve toplumda bu bilincin yerleşmesi pek çok sorunu çözebilir.

-Sorunların çözümü noktasında neler söylemek istersin? Ne yapmak lazım?

 
Sorunların akşamdan sabaha çözülebilir olmadıkları malum. Ancak şiddet ve nefret dili çözümsüzlüğü kader haline getiriyor. Sevgi dili, barışçıl yaklaşım ve söylemler, şiddetin hayatımızdan çıkarılması ve sonrasında sorun alanlarında taraflarla yürütülecek müzakereler, bağımsız uzman görüşlerinin alınması ve demokratik katılım ile soruna çözüm arayışı olumlu sonuçlar yaratacaktır. Çözüm diyorsak devletin ve iktidarın aktif rol alması gereken bir süreçten söz ediyoruz demektir. Ancak hangi sorunun çözümünden söz ederseniz edin,  önce çözüm isteği ve iradesi olacak. Olmazsa barış sürecindeki gibi olur; bir adım ileri, iki  adım geri.  



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler