Eski Başbakan Yardımcısı Hikmet Uluğbağ: Türkiye’nin yaşadığı sıkıntıların nedeni yanlış Suriye politikası

Suriye sınırında inşa edilen fiziki sınır koruma sistemi ve alınan elektronik önlemlerden sonra her türlü kaçak geçiş mininum düzeye indi. IŞİD militanlarının Türkiye’den Suriye’ye ve Suriye’den Türkiye’ye geçişleri engellendi.

Yayınlanma: 20.11.2017 - 20:47
Abone Ol google-news

Ülke olarak son üç ayda en çok tartıştığımız konular, Ortadoğu’daki gelişmeler, eğitimdeki sınav ve öğrenci yerleştirme sistemindeki değişiklikler ile ekonomide kur ve enflasyonun önlemez yükselişi oldu. “Bu üç konuya da hâkim kim var konuşacak” diye düşündüğümüzde aklımıza gelen tek isim, eski Başbakan Yardımcısı ve Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay oldu. Onu sadece siyasi bir kimlik olarak görmek dar bir kalıba hapsetmek olur. Uluğbay, ilgili olduğu konularda dünya literatürünü takip eden düşünce kuruluşları ile Türkiye’nin de üye olduğu Uluslararası kurumların rapor ve araştırmalarını analiz eden Türkiye standartlarının üzerinde bir entellektüel aynı zamanda. 2007’de çıkan “İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik” kitabında Ortadoğu’daki 2010 ile 2020 arasında paylaşım savaşının tırmanacağını ve haritaların değişebileceğini önceden haber vermişti. “Risk Altındaki Bir Ülkenin 2023 Yarışı” adlı kitabında ise ekonomide bugün olabilecekleri yine önceden öngörmüştü. Uluğbay ile yer sorunu nedeniyle eğitim konusunu konuşmayı öteledik. Ortadoğu ve ekonomideki son gelişmelere ilişkin bir söyleşi ortaya çıktı.

-Kuzey Irak’ta ABD desteğine güvenerek bağımsızlık referandumu yapan Barzani yine yolda bırakıldı. Barzani fiili durum yaratarak yönetmeye kalktığı bölgelerden de oldu. İsrail ve ABD Barzani’ye beklediği desteği neden vermedi?

Barzani bağımsızlık için halkoylaması yapacağını açıkladığında, ABD başta yumuşak tonda karşı çıkmışken izleyen günlerde eleştirisini sertleştirmiştir. İsrail ise, girişimi açıktan desteklemiştir. ABD bu güçlü tepkisi ile, Barzani’ye sözünü dinleyeceği devletin, İsrail değil ABD olduğu mesajını vermiştir. Zira ABD, Suriye’de beklediğinden uzun süren Esat direnişi ve bu direnişe açıktan askeri ve mali destek veren Rusya ile İran’ın katkıları karşısında evdeki hesabın çarşıya uymadığı gerçeğini gördü ve Suriye’ye yönelik politikasını yeniden nasıl şekillendirebileceği arayışlarına girdi. ABD, bu sorunu yönetilebilir bir noktaya getirmeden bir de Bağdat yönetimi ile kriz yaşamak istememiştir. ABD Barzani’nin bağımsızlığa giden halkoylamasını desteklediğini açıklamış olsa idi, Bağdat’taki yönetimin Rusya-İran eksenine kaymasını özendirirdi. Bu Irak’ın yeniden sıcak savaş alanına dönüşmesine yol açardı.

-Barzani’ye destek vermeyen ABD, PKK’nin Suriye’deki kolu YPG-PYD’ye sınırsız destek veriyor. ABD, Irak’ın kuzeyi yerine Suriye’nin kuzeyini mi tahkim etmek istiyor?

Kuzey Irak’ı üs olarak kullanan PKK, dünya genelinde terör örgütü olarak kabul edilir. Hiçbir ülkenin terör örgütü kabul ettiği yapılara açıktan destek olmaları söz konusu olamaz. ABD, Irak macerasında edindiği deneyimle, Suriye’de sınırlı sayıda askeri personel dışında kara kuvveti bulundurmak istememiş ve taşeronlar kullanmayı seçmiştir. Taşeronlardan biri de YPG-PYD’dir. ABD bu örgütleri destekleyerek bir yandan Suriye’deki projesini gerçekleştirmeye çalışırken, diğer yandan Türkiye’nin Suriye’ye izlediği politikalar ve Rusya ile yakınlaşmasına tepki olarak Türkiye’ye karşı kullanabileceği bir koz olarak da bu örgütü desteklediği düşünülebilir. Kerkük petrollerinin Kuzey Irak-Kuzey Suriye’de oluşturulacak Kürt koridoru üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması ABD planının bir parçası ise o nedenle de destekliyor olabilir.

-Suudi Arabistan bir yandan Yemen’de savaşı sürdürüyor, diğer yandan kendi iç yönetiminde bir darbe yaşıyor, Vahhabilik’ten çark ediyor, diğer yandan da Yemen ve Lübnan üzerinden İran’a parmak sallıyor. Bütün bunların arka planında ne yatıyor?

S. Arabistan ile İran arasında inanç temelinde tarihi bir rekabet olagelmiştir. Bunun nedenlerinden birisi de S. Arabistan’ın petrol varlıklarının bulunduğu bölgedeki nüfus çoğunlukla Şii inancında olmasıdır. Suriye İran boru hattını desteklediğinde, Mart 2011’de Suriye iç savaşı da tetiklenmiştir. Esat’ın devrilmesi amacıyla çıkarılan iç savaşı ABD ve S. Arabistan açıktan desteklemeye başlamıştı. Bu süreç yaşanırken ham petrol fiyatı yaklaşık 120 dolar idi. Önce İran’ın daha sonra da Rusya’nın Esad’ı desteklemeye başlamaları üzerine, ABD’nin de desteği ile, S. Arabistan ve diğer bazı petrol üreten ülkeler petrol üretimini arttırarak ham petrol fiyatlarının hızla düşürerek Rusya ve İran ekonomisini çökertme girişimi başladı. Fiyatlar hızla 2015’te 40 dolar düzeyine 2017 yılında da ancak 50 dolar dolayına yaklaşabilmiştir. Bu politika, ekonomilerine zarar verse de Rusya ve İran Esat’a desteklerini çekmemişlerdir. Bu sırada S. Arabistan Yemen’le savaşmaya başlamıştır. IMF’nin verilerine bütçe gelirleri ciddi olarak gerilemiş, kamu borçları hızla artmış, 2012’de 165 milyar dolar olan cari işlemler fazlası, 2015’ te 57 milyar dolarlık açığa dönüşmüş ve açık devam etmiş ve enflasyon endeksi tırmanmıştır.

-Bölgede ABD-İngiltere koalisyonun karşısına Rusya-İran koalisyonu çıktı. Fransa, Almanya’nın pozisyonu ne? Enerjiye en çok ihtiyacı olan Hindistan ve Çin şimdilik seyirci mi?

Petrol ve doğalgaz fiyatlarının düşmesinden birçok ülke gibi Almanya ve Fransa da büyük yarar sağlamıştır. Avrupa Birliği’nin bazı üyeleri Ukrayna krizi nedeni ile esasen Rusya ile sıkıntı yaşamakta, doğalgaz ve petrolde Rusya’ya yüzde 30 orandaki bağımlılıkları nedeni ile geri planda durmayı seçmiş olabilir. Avrupa ülkelerini bu süreçte en çok rahatsız eden gelişme göçmen sorunudur. Onu da Türkiye ile yaptıkları anlaşma ile geniş ölçüde çözmüşlerdir. Çin de düşük enerji fiyatlarından yararlanmakta ve enerji kaynaklarını güven altına alacak dış yatırımlarını yapmaktadır.

-Merkez Bankası ve hükümet enflasyon ve kur politikasını sürekli revize etmesine rağmen dikiş tutmuyor. Faiz politikasını ise değiştirmemekte direniyor. Ekonomi yönetiminde tehlikeyi okuyamama sorunu mu var yoksa deniz bitti mi?

Türkiye’nin 2003 yılından beri izlediği TL’sini aşırı ölçüde değerli tutma politikası yanlış bir seçim olmuştur. Bunun sonucunda dış ticaret açığı ve onun sonucu olarak da cari işlemler açığı sürekli artmıştır. 2003-2016 döneminde toplam olarak 677.5 milyar dolar dış ticaret açığı ve yine toplamda 500.6 milyar dolar cari işlemler açığı (cia) verilmiştir. Bu dönemde de ülke dış borcu 129.6 milyar dolardan 432.4 milyar dolara yükselmiştir. 15 yıldır süren bu açıkların ve özellikle de cia’nın izlenen ekonomik politikalarla, petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki çok ciddi düşüşlere rağmen, 32 milyar doların altına indirilememesi bulunacak dış borçların vadesini kısalttığı gibi maliyetlerini de yükseltmektedir. Bu 15 yılda Türkiye’nin birikimli enflasyonu aynı dönemde ABD, AB, Japonya ve Çin’deki birikimli enflasyonların çok üzerindedir. Türkiye bu ülkelerle arasındaki üretimdeki verimlilik farkını daraltamadığı için de TL’nin aşırı değerliliği sürmektedir. Türkiye cia’nı sürdürülebilir düzeye indirecek ekonomik mali politikaları uygulamaya geçmediği sürece tek başına faiz düzenlemeleri ile kur dahil ekonomik sorunlarını çözemez ve TL’nin değerinin belirlenmesini borç vereceklerin kararlarına ve spekülatif ataklara açık bırakmış olur.

Eski politikayı terk etmek yanlıştı

-Türkiye ulusal çıkarları gözetmek yerine bölgede mezhep eksenli bir politika güttü. Şimdi tornistan yapsa da Suriye politikasındaki yanlışlığı da onarmaya yanaşmıyor? Ülke olarak bu paylaşım savaşında bizi ne gibi tehlikeler bekliyor?

Türkiye, Suriye ile yakın ve dostça işbirliği politikasından vazgeçmekle çok büyük bir stratejik hata yapmıştır. Başta ülkeye 3.5 milyon göçmen gelmesi olmak üzere 2011’den beri yaşanan ekonomik, sosyal ve politik sıkıntıların temelinde de bu politik hata yatmaktadır. Suriye sorunu kalıcı bir barışla çözülünceye, yeni Suriyeler yaratmaktan vazgeçilinceye, terör örgütlerinin para ve silahla desteklenmesi son buluncaya kadar bu sıkıntıların devam etmesi büyük endişe kaynağıdır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler