Zaina Erhaim: Sesinizi yükseltin

Suriyeli gazeteci Zaina Erhaim, “İfade özgürlüğü savunucuları seslerini daha fazla yükseltebilirse baskıcı rejim altında yaşayan insanlara daha fazla yardım edebilirler” diyor.

Yayınlanma: 21.05.2016 - 23:47
Abone Ol google-news

Hatırlanacağı gibi, Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu’nun (P24) her yıl 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde gerçekleştirdiği Mehmet Ali Birand Konuşmaları’nın bu yılki konuğu bağımsız Suriyeli gazeteci Zaina Erhaim’di. İlki önceki yıl gazeteci - yazar Ahmet Altan tarafından yapılan konuşmaların ikincisi, geçen yıl Guardian gazetesinin eski Genel Yayın Yönetmeni Peter Preston tarafından yapılmıştı.

Vaktiyle Londra’daki BBC Arapça servisinde emek veren Erhaim, akademik referans değeri taşıyan ve İsveç Başkonsolosluğu’nun ev sahipliğindeki konuşmasında, temel insan hakları talebinde bulunan halklara soykırımla cevap veren yönetimlere karşı ‘tarafsız’ kalamayacağını anladığı dönemi ve devamında ortaya koyduğu insanî ve mesleki tecrübeleri aktardı. Birand’ın eşi, gazeteci Cemre Birand’ın yanı sıra, ABD’li gazeteci Andrew Finkel ve İsveç’in İstanbul Başkonsolosu, Jens Odlander ile gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın da söz aldığı etkinlik vesilesiyle, biz de Erhaim’e ulaşarak kimi sorular yönelttik. Bu arada, Erhaim’in arşivlik konuşmasını da bu yazıya ‘referans’ olarak eklediğimizi belirtelim...

- Konuşmanızda, “Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, BBC’nin de ülkesini veya komşularını kuşatma altına alan bir zamane Hitler’i karşısında tarafsız kalabileceğine inanmıyorum” ifadesini kullandınız... Bunu açar mısınız?

Niçin bu detayı işaret ettiğinizi bilemiyor olsam da, bu konuda IŞİD’in iyi bir örnek olacağına inanıyorum: Ben BBC’nin IŞİD suçları mevzubahis olduğunda objektif ve tarafsız olabileceğini düşünmüyorum; onları bir Ezidi genç kadını üzerine ‘dengeli’ haber yapmaya çalışırken, Ebu Bekir El Bağdadi’den alıntı yaparken düşünebilir misiniz?!

- 2011’de Suriye’de bir gazeteci ve insan olmak arasında yaşadığınız ‘çelişki’ nasıldı?

Bu aslen, devrim başlangıcında vuku bulan bir durumdu, yaptığım konuşmadan alıntılayayım: “Bugün dahi kuşatma altında olan Şam’daki Duma banliyösünde katıldığım ilk eylemde, gazeteci olmak ile özgür bir insan olmak arasındaki çatışmayı ilk kez tecrübe ettim. 2011’in yaz aylarıydı.

Güvenlik kontrol noktalarından ürktüğümden, hiç fotoğraf çekmedim. Yanımda sadece küçük bir not defteri vardı ama ona da bir şey yazmak aklıma gelmedi. O anda haberi belgelemek yerine, haberin bir parçası olmayı seçtim.

Esad’ın adamları bize ateş açınca, birlikler caddeden çekilene dek bir grup kadınla karanlık bir eve sığındık. Ancak o zaman, not defterimi çıkarıp, Şam’a dönüşümüzde kontrol noktasındaki askerler el koyarsa ne yazdığımın anlaşılmaması için kasten mantıksız satırlar, anahtar kelimeler ve alıntılar karalamaya başlayabildim. Sırf o nedenle tutuklanabilir veya bazı arkadaşlarımın başına geldiği gibi işkenceyle öldürülebilirdim. En iyi ihtimalle “ülkenin istikrarını bozmak” suçlamasıyla terör mahkemesine sevk edilirdim.

Son iki yılda gazeteciliğe dair yazılar yazmanın daha zor olduğunu düşünür oldum; bu yüzden de türlü itiraflar ve bloglar üzerinden, her ne görüyor isem dünyaya onu emanet etmeye çalıştım. Böylece gazetecilikten gelme hikâye anlatım yeteneğimi insan öykülerine odakladım.

- Hikâyeyi belgelemektense, onun bir parçası olmayı tercih ettiğiniz de oluyor. Bunu biraz açar mısınız?

Bu her zaman söz konusu değil. Kişisel hikâyelerimden yola çıkarak, İngilizce biliyor oluşum ve bununla uluslararası medyaya erişim imkânımı da değerlendirerek, vatanımdaki durum üzerine yansımaları ortaya koymak istedim. Ama bunda asıl niyetim, neler olup bittiğini farklı bir yolla habere aktarmaktı. Hele ki, günde 100 Suriyeli’nin hayatına malolan haberlerimiz gittikçe olağanlaştıktan sonra!

- Peki gözlerinizi dünyaya emanet etmenin getirdiği sorumluluk nasıl?

Sanırım bunun cevabı da yanıtlarımdan, yeterince anlaşılıyor. Muhabirlikten farklı yönü yok; hakkında yazıp filme aldığınız karakterler üzerinden gelişen sorumluluğa benzetebiliriz bunu. Suriye tarihi ve hakikat üzerinden oluşan bu sorumluluk, konuyu belgeleyen bütün gazeteci ve yurttaş muhabirler için geçerli. Ben bilhassa, üzerinde çalıştığım kadın blog sayfaları (www.damascusbureau. org/topic/women-blog) ve yine dahil olduğum IWPR örgütü (Savaş ve Barış Gazeteciliği Enstitüsü) üzerinden emek vermekteyim.

 

'Kanunlar mı Suriye'yi konuşuyoruz'

- Konuşmanızdan, eğittiğiniz iki kadın gazetecinin müstear (takma) isimle yazdığını öğreniyoruz. Bu ne yazık ki iletişimde kötü emeller için de başvurulagelen bir yöntem. Peki bu konuda haklı olarak çalışan (özellikle kadın) habercilerin hakları için ne yapılabilir?

Gazetecilikte emek veren birçok kadının blog veya gazetelerinde takma isim kullandıkları aşikâr; insanların haklarını savunmak üzerine onların gerçek isimlerini bilmemizin bir faydası olduğu kanısında değilim, bunu niye bilmek isteyelim ki? Kaldı ki kimi profesyonel gazeteciler de ömürleri boyunca takma adla yazagelmişler. Üstelik bunu da Suriyeliler gibi türlü güvenlik tehdidine maruz kalmaksızın uygulamışlar.

- Gazetecilerin varoluşlarını, kamu çıkarı ve kanunları da gözeterek, haberin olası katı editöryel yapısından muaf kılmanın yolu ne?

Kanunlar mı? Burada Suriye’yi konuşuyoruz; gazetecileri öncelikle işkenceye hedef olup öldürülmekten korumamız gerek; ancak bunun ardından onların türlü uluslararası örgüt ve istihbari yapılarca kullanılmaması üzerine düşünebiliriz. Halihazırda Suriyeli gazetecilerin korunmasına dair görüş bildiren birçok gazete, organizasyon ve inisiyatif bulunuyor. Ama hiçbiri mevcut rejime gözaltındaki bir gazetecinin salıverilmesi veya medya merkezlerinin bombalanmasının önlenmesi uğrunda aktif bir baskı vesilesi olamıyor.

- Suriye’deki gelişmeleri takip edebileceğimiz, gerek Doğu gerekse Batı çıkışlı güvenilir bir kaynak biliyor musunuz?

Bu tür olaylara odaklanmış türlü insan hakları örgütleri bulunuyor. Örneğin insan hakları ihlallerini arşivleyen, Arapça ağırlıklı yayım yapan VDC - (Violations Documenting Center - www.vdc-sy.info) buna bir örnek. Halihazırda İngilizce olanları okumadığım için, diğerlerini bilmiyorum.

- Batı medyasının kimi unsurlarının Suriyeli sivil gazetecilerin haklarını sömürdüğünü dile getirdiniz. Bu haksızlığa karşı bir çözüm önerisi veya uyarınız bulunur mu?

Mevcut düzenleme ve kanunlar, bu unsurlara pekâla yansıtılabilir; onların emeklerinin karşılığını uluslararası meslektaşları kadar adilane şekilde alabilmeleri uğruna baskı yapılabilirse, en azından maddi hakları güvence altına alınmış olur; hatta belki bütün kanallar, Suriyeli yerel aktivistleri bu sorumlulukta birer kaynak olarak alıp, yaralandıklarında onlara ya da hayatlarını yitirdiklerinde ailelerine yardımda bulunabilir.

- Geleceğin gazetecilerine mesajınız var mı?

Kendimi tavsiye veya ders verebilecek böyle bir pozisyonda görmüyorum. Ama benim ‘rol model’ olarak seçtiğim gazeteciler, insanlığa inanan ve önceliklerinin ayrıcalık veya vurgun (ya da atlatma haber) olmadığını tutkuyla düşünenlerdir.

- Söz ettiğiniz unsurlar için çabalayan gazetemize özel bir mesajınız var mı?

Türkçe bilemiyor ve bu sebeple yetersiz olacağı için Türkiye çıkışlı bir konuda yorum yapamayacak olsam da, şunu ifade edebilirim: Ben ifade özgürlüğü savunucularının, seslerini her daim yükseltmeleri ve Esad’ınki gibi baskıcı rejimler altında yaşayan meslektaşlarına yardım edebilecekleri umudunu taşıyorum.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler