Soma Faciasının Nedenleri

Facianın gün ışığına çıkarttığı bir gerçek de AKP hükümetinin artık demokratikleşme sürecimize hiçbir katkı yapamayacağının anlaşılmasıdır. Özellikle AKP başkanı en ufak eleştiri ya da protestoyu ihanetle eşdeğer görecek ve kendini kaybedecek derecede gerçeklikten uzaklaşmıştır.

Yayınlanma: 23.05.2014 - 22:35
Abone Ol google-news

301 işçi kardeşimizin yaşamına mal olan iş kazası/iş cinayetinin üzerinden bir hafta geçtikten sonra geniş kapsamlı bir değerlendirme yapmak olanağı ve gereği vardır. Olayın başlangıcında her ne kadar kömürlerin içten içe yanması ana neden gibi görünse de, esas soru böyle bir başlangıcın neden bu ölçüde ağır sonuçlara yol açtığıdır. Başlangıçtaki nedenin kömür madenlerinde oldukça sık karşılaşılan ve de oldukça basit yöntemlerle aşılan bir sorun olduğu da bilindiğine göre, değil bu ölçüde, çok daha hafif kayıplara dahi yol açmamış olması gerektiği de açıktır.

Sorunun kapsamlı bir değerlendirme sonucunda netliğe kavuşması, sorumluların gerekli cezaları almaları, en önemlisi böyle bir facianın bir daha asla yaşanmaması için gerekli tüm adımların ivedilikle atılması zorunludur. Konunun geniş bir analizi bizi söz konusu maden işletmesinin ötesinde, ülkemizdeki madencilik sektörünün genel ve yaygın sorunlarıyla karşı karşıya getirecek, bununla da kalmayıp sorunun ülkemizdeki ekonomi politikaları, siyaset yapma tarzı ve demokratikleşememe, tersine var olan yetersiz demokrasiden bile giderek uzaklaşma gerçeği ile ilişkili olduğunu gösterecektir.

Madende gaz maskelerinin küflü oluşundan sensörlerin yeterli bir uyarı sağlamayışına, yaşam (sığınma) odasının bulunmayışından faciadan kısa süre önce çıkarılan kömürün el yakacak derecede sıcak olması ve buna rağmen ciddi bir önleme başvurulmamasına kadar çok sayıda eksiklik, ihmal ve hatanın söz konusu olduğu açıktır. Küçük ve önlenebilir bir sorunun devasa bir faciaya dönüşmesi kuşkusuz bir kaza olarak nitelenemez. Hele böyle bir olayı 100-150 yıl öncesinin olayları ile karşılaştırmak, giderek bu gibi olayların bu sektör için doğal olduğunu söylemek halkımızın ve de özellikle maden işçilerimizin zekâsını yok sayan bir hakarettir.

Hükümet facianın en geniş biçimde tahlil edilmesinden ve birbiriyle bağlantılı tüm nedenlerin aydınlığa kavuşmasından korkmaktadır ve sorunun tekil bir sorun olarak anlaşılması için çaba göstermektedir. Sorunu yaratan temel nedenler tek bir işletme ile sınırlı olmadığı gibi, sadece madencilik sektörü ile de sınırlı değildir.

Söz konusu madenin işletilmesi, özelleştirme kapsamında olan bir formülle bir özel firmaya devredilmiş ve firmaya alım garantisi verilmiştir. Üretime bir sınır konmadığı gibi üretim koşulları hakkında da herhangi bir özel koşul getirilmemiştir. Bu tür bir özelleştirme gelişmiş ülkelerde görülemez. Çünkü bu yöntem firmaya aşırı kâr hırsıyla davranmanın kapısını açmakta, hatta yolunu göstermektedir. Firma da bir yandan ücretlere baskı uygulama, sendikayı güçsüzleştirme ve yanına çekme, iş güvenliğini önemsemeyip çalışanları ağır risklerle karşı karşıya bırakma yolunda ilerlemiştir.

AKP’nin yürüttüğü özelleştirmelerin çok büyük bölümü hukuki açıdan sorunlu olduğu gibi, piyasa ekonomisinin temel ilkeleriyle bile uyumsuzdur. Uygulama tümüyle “ben yaptım, oldu” mantığıyla yandaşları kollayan ve kayıran, buna karşılık emeğin gereksinim ve haklarını gözardı eden bir anlayışa dayanmıştır. Gelişmiş ülkelerde özelleştirme uygulamalarında mutlaka sektörle ve de tekil firmalarla ilgili ciddi bir regülasyon söz konusu iken AKP uygulamalarında görülen kurallar hep keyfi ve kayırmacı olmuştur.

Facianın gözler önüne serdiği bir gerçek de işyeri denetimlerinin önemli bölümünün yetersiz ve yüzeysel oluşudur. Bu da raslantı değildir, AKP’nin neoliberal/kökten piyasacı anlayışının bir sonucudur. “Önce insan, önce iş güvenliği” yerine “önce üretim, önce kâr” anlayışı, işyerlerinin sıkı denetimini firmaları rahatsız eden, üretimi engelleyen bir müdahale olarak görmektedir. Aynı anlayışla AKP sendikal hakların değil geliştirilmesini, kullanılmasını dahi sakıncalı görmektedir. AKP iktidarı için emeğin hakları, temel insan hakları, sendikal haklar gibi kavramlar ayak bağıdır.

Özellikle 30 yıldır birçok ülkede uygulanan neoliberal politikaların sonuçları 2008-2009 kriziyle birlikte netleşmiş ve devletlerin ekonomideki rolüne bakışta yeni arayışlar başlamıştır. Bu rolün özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan, işçi haklarının son derece zayıf, eşitsizliklerin de derin olduğu ülkelerde daha da önem taşıdığı açıktır.

Başta madencilik sektörü ve inşaat sektörü olmak üzere tüm alanlarda çalışma koşulları, iş güvenliği, sendikal haklar konuları yeni bir değerlendirme ve düzenlemeye gereksinim göstermektedir. Bu çerçevede Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 176 sayılı sözleşmesinin imzalanması ve onaylanması, paralel olarak AB görüşmelerinde sosyal politikalarla ilgili 19. fasılın görüşmeye açılması önemli başlangıç noktalarıdır.

Facianın gün ışığına çıkarttığı bir gerçek de AKP hükümetinin artık demokratikleşme sürecimize hiçbir katkı yapamayacağının anlaşılmasıdır. Özellikle AKP başkanı en ufak eleştiri ya da protestoyu ihanetle eşdeğer görecek ve kendini kaybedecek derecede gerçeklikten uzaklaşmıştır. AKP başkanının bu tavrının bazı yakınlarına da sirayet etmesiyle, kamu güçleri tüm yurttaşlar için giderek bir tehdit unsuru ve korku kaynağı olmaya başlamıştır. 21. yüzyılda artık çok yaygın kabul gören bir bakış açısı, hukukun üstünlüğünün ve temel insan haklarının bulunmadığı bir ortamda sürdürülebilir gelişmenin de gerçekleşemeyeceğidir. Günümüz demokrasi anlayışı “insan devlet için değil, devlet insan için” biçimindedir. Günümüzün ekonomi anlayışı da “insan ekonomi için değil, ekonomi insan için” biçimindedir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler