Cumhuriyet Cuma6tesi söyleşisi Nick Cave ile Tahranlı hayranını buluşturdu

25. İstanbul Caz Festivali dün akşam Küçükçiftlik Park’ta efsanevi müzisyen Nick Cave’i ağırladı. Konserin başlarında Cave seyircilerin arasına elini uzatıp “İran’dan gelen sen misin?” diye sordu. Genç bir adam çıktı sahneye. Birlikte dans ettiler.

Yayınlanma: 11.07.2018 - 14:27
Abone Ol google-news

Nick Cave’in sahneye çağırmak istediği kişi, 30 Haziran tarihinde Cumhuriyet Cuma6tesi’de söyleşini yayınladığımız Tahranlı hayranı Arash Karimi’ydi. İKSV, söyleşiyi İngilizceye çevirip Cave’e ulaştırmıştı.

Ama ortada küçük bir sorun vardı. Sahneye çıkan kişi bir Türk’tü ve Cave’in daveti karşısında “Hayır, ben İran’dan gelmedim” diyememişti.

Konser bitince kuliste gerçeği öğrenen Cave, “Ne yani, ben yanlış kişiyle mi dans ettim?” diye biraz kızsa da sonunda Arash Karimi ile buluştu. Karimi ona İran’dan getirip konser boyunca kucağında tuttuğu hediyeleri verdi, yarım saat sohbet ettiler. Geriye bu fotoğraf ve Cumhuriyet Cuma6tesi söyleşisi kaldı.

----

Nick Cave uğruna Tahran’dan İstanbul’a

Arash Karimi 32 yaşında, üniversitede edebiyat okumuş. Felsefe alanında yüksek lisansa başlasa da tamamlama fırsatı olmamış. Son on yıldır Tahran’ın farklı kitapçılarında çalışıyor, şu anda ise şehrin kuzeyindeki Bookland’de görevli. İşiyle ilgili hisleri karmaşık, “Nefret ettiğim kadar seviyorum” da diyecek kadar da dürüst. Kitapçılar bir kitabı, yazarı ya da öğrenmenin hazzını keşfetmenin yeri ona göre. Ona bu hazzı veren ilk kitap Leonid Andreyev'in Şeytanın Günlüğü kitabı. Bir diğeri John Fante’nin Toza Sor’u...

Tahran’a karşı hissettikleri de işinden farklı değil. “LCD Soundsytem’ın şarkısı bana tercüman oluyor” diyor: “New York seni seviyorum ama beni çıldırtıyorsun”.

“Tahran’da yaşamak pek de modern bir şehirde yaşamak anlamına gelmiyor” diyor, “Modern şehirlerde adı konmuş kurallar vardır, burada ise adı konmuş kaos var, herkes de bu kaosun kurallarına uyar. Evet, büyük markalarla dolu alışveriş merkezlerimiz var. BMW’ler, Porsche’ler, Masserati’ler var ama aynı zamanda çok katı gelenekler de var. Bu size belki de tutarsız gelecek ama öyle, biz tutarsız insanlarız.”

“Yok canım” diyorum, “Ne tutarsızlığı! İstanbul’u görünce neden şaşırmadığımı anlayacaksınız”.

İranlılar çalışkan, nazik ve sabırlı insanlar Karimi’ye göre. Tahran’da zorlansanız da sonunda nezaketin galip geleceğini söylüyor. Her seferinde değilse de! Mesele pek çok kişinin kırgın ve üzgün olmasında. İşsiz, geleceğinden emin olmayan gençlik orada da iklimi belirliyor. “Aslında kimsenin geleceğe dair bir fikri yok” diyor, “Çünkü burada işler bir anda değişiverir”.

Tanışmamıza vesile olan Nick Cave’e geliyor söz. “Benim için bir çeşit tanrı” diyor Karimi, “Tanrıyla arasında küçük bir fark var: Nick Cave’in mevcudiyeti!”

Ve devam ediyor:

“Ben Nick Cave’e ‘Babam’ diyorum, arkadaşlarım da ‘Arash’ın babası’olarak bilirler. Onu en iyi anlatan şarkıları zaten; Higgs Boson Blues, Mercy Seat ya da The Ship Song. Onun şarkısını ilk duyduğum yer Wim Wenders’ın Arzunun Kanatları filmiydi. Çarpıldım! O bölümü herhalde otuzdan fazla kez seyretmişimdir, sonra da diğer şarkılarını bulmaya koyuldum zaten. Sonra Stagger Lee’yi buldum ve yine çarpıldım. Şarkılarını dinledikçe dünyanın git gide daha iyi bir yer haline geldiğini ve var olmanın dayanılmaz ağırlığına tahammül edebildiğimi fark ettim.”

İran’da bir Batılı bir sanatçıya bu denli hayran olmak kolay değil. Karimi pek çok yetenekli müzisyenin yasaklar nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kaldığını anlatıyor. Buna rağmen genç İranlılar Batı müziğine aşina; pop da rock da rap de dinleniyor.

Ve kitapçıda canının sıkkın olduğu bir gün, Nick Cave’den Mercy Seat çalmaya başlıyor. Sonra da Higgs Boson Blues’u. Kitapçıdan içeri bir kadın giriyor. Önce İranlı şairlerden konuşmaya başlıyorlar, sonra müziği duyunca “Nick Cave seviyor musun?” diye soruyor. “Evet” diyor Karimi.

“Temmuzda İstanbul’da konseri var, biliyor musun?”

“Evet”.

“Gitmek ister misin?”

“Maalesef gidemem. Askerlik görevi nedeniyle yurt dışına çıkamıyorum”.

“Yazık, oysa Nick Cave konserini benim çalıştığım kurum yapıyor”.

Arish Karimi’nin konuştuğu kişi, kartvizitini veriyor ve “İstanbul’a gelebilirsen haber ver” diyor. Kartvizitin üzerinde İKSV logosu var, sahibi ise Elif Kamışlı. Ve o sırada o kitapçıda bulunması tamamen tesadüf.

Karimi hemen kız arkadaşı Rahele’yi arıyor ve ne kadar da bahtsız olduğunu anlatıyor: “Tıpkı bir mucize gibi ben Nick Cave çaldım ve bir melek kapıdan içeri girip konsere gelmek ister misin dedi. Ama ben gidemiyorum”. Bu bahtsızlığı karşılaştığı herkese anlattığı gibi patronuna da anlatıyor. Ama bir mucize daha oluyor ve patron “Sana borç vereceğim, git bedelli askerlik için başvur” deyiveriyor. Az buz bir miktar değil bu borç, tereddüt etse de ‘Baba’yı görecek olmanın heyecanıyla kabul ediyor.
Sonuç mu? 10 Temmuz’da Arash Karimi Küçükçiftlik Park’ta olacak. Nick Cave & The Bad Seeds seyircilerinin arasında…

<haber-yatay:1017588>


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler