Ayşenur Arslan: ‘Her şeye alışılır, korkuya asla!’

Gazeteciliğin haberin kendisiyle başladığını söyleyen Arslan’la, kadın gazeteci olmanın zorluklarını ve günümüz haberciliğini konuştuk.

Yayınlanma: 01.10.2014 - 23:16
Abone Ol google-news

Ayşenur Arslan, mesleğinin 40. yılında... Gazeteciliğe dair hüznüyle, sevinciyle birçok anı biriktirmiş. Kimi zaman birlikte yola çıktığı meslektaşlarıyla yol ayrımına girmiş...

Kimi dönem işsiz kalmış. Hakarete uğradığı, yıldığı ve umutsuzluğa düştüğü çok zamanlar olmuş elbette... Ama yine de en karamsar anında bile umutlarını yeşertmesini bilmiş. Arslan, tüm bu çelişkili dönemlerle yüzleşirken hiç ama hiç korkmadığını, “Korkuya da alışırsınız ama söz konusu çocuklarınız ve bu ülkenin geleceğiyse korkuya alışmak mümkün değildir” sözleriyle anlatıyor.

Haberciliğin yapılamadığı ve özellikle de haber kanallarının sesinin kısıldığı bir dönemden geçiyoruz. Hal böyle olunca halk gerçek
habere nasıl ulaşacak?

AYŞENUR ARSLAN: Halkın gerçek habere ulaşmak gibi bir derdinin olup olmadığına, artık hiç ama hiç emin değilim! Yani şöyle söyleyeyim; gözlerinin önünde bir olay meydana geliyor. Bunu A kanalı değilse bile B kanalı veriyor. O gazete değilse de, bu gazete yazıyor. Ben her seferinde “Aman Allah’ım yer yerinden oynayacak” diyorum. Ama bir bakıyorum ki hiçbir şey olmuyor. Dolayısıyla bu bir kısırdöngü... Halk talep etmiyor. Talep etmeyince
de medya vermiyor.

Dönüşlerden midem bulanıyor

Güveni satın alamazsınız. Medyada bir güven zedelenmesi oluştu. Gazetecilik ilkelerini ve halkın haber alma ihtiyacını göz ardı eden medya, gelecekte halka yeniden güven telkin edebilecekler mi?

Muhalif gazetecilere ambargo koyuluyor, geziye götürülmüyorlar ve kongreye alınmıyorlar. Bunun yanında iki güzelleme yazdığınız zaman uçakta size yer bulunuyor. Önünüz açılıyor. Hatta miting meydanlarında sahneye bile davet ediliyorsunuz. Alkışlanıyorsunuz. Yani bu çok açık bir pazar ve bu pazarda neyin nasıl cereyan ettiği o kadar belli ki. Bu düzen değişince de medya kuruluşları politikalarını ne yönde değiştirir. Nasıl yeniden güven kazanırlar bilmiyorum.

Gazetecilikte tam 40 yılı geride bıraktınız. Mesleğe başladığınız ilk yıllardan bu yana, yol ayrımına girdiğiniz arkadaşlarınız oldu mu?

Evet var. Örneğin Mahmut Övür beni şaşırtmıştır. İpek ve Oral Çalışlar da aynı şekilde... Fakat buraya kadar gelebileceklerini hiç düşünememiştim. Dahası bu sözünü ettiğim bütün eski dostlar, beni Fetullah Gülen aleyhtarı olup da, vaktiyle onun aleyhinde 28 Şubat andıcı yapmakla suçlamışlardı. Şimdi bakıyorum da bugün onların ağzından düşmüyor Gülen çete diye. Ben bu dönüşlere dayanamıyorum. Benim dansta iki kere dönerken bile midem bulanır. Bu da çok midemi bulandırıyor.

Sorgulayan okuyucu azalacak!

Türk medyasını nasıl günler bekliyor?

Gördüklerimiz göreceklerimizin teminatıdır. Malesef bugün en son örnek Can Dündar ve arkadaşları... Şu anda görsel medyanın dışındalar. Neyse ki Can Cumhuriyet’te yazıyor. Ama onun dışında görsel medyada yok. Giderek küçülecek, eleştirel haberciliğin dozu azalacak. Hatta düne kadar haber talep eden, soran izleyici ve okuyucu da bundan vazgeçecek korkarım. Yani sadece bizim sayımız azalmayacak. İzleyenin, soranın da sayısı azalacak. Çünkü insanoğlunun en önemli özelliklerinden biri ne yazık ki alışmak. Her şeye alışıyorsunuz hem de her şeye... Erdoğan’a da alışıldı. Fakat ben alışmayı reddedenlerdenim. Korkuya da alışırsınız ama söz konusu olan çocuklarınız ve bu ülkenin geleceğiyse korkuya alışmak söz konusu bile değildir.

Yani, her şeye alışırsınız, korkuya asla! 

Gazeteciler vicdanlarıyla ekmek mücadelesi arasında bırakılıyorlar. Sizin bu noktada kırmızı çizgileriniz nedir?

Gazetecilik haberin kendisiyle başlıyor aslında. Eğer aynada yüzünüze bakabilmeyi sürdürebilirseniz birden fazla katman katman kırmızı çizgileriniz olur. İlla isyan etmek, kılıç çekmek, sokağa çıkmak gerekmiyor. Fikir tartışması yapabilmeli. Çok büyük kahramanlıklara gerek yok. Namus beyinde başlar. Eğer siz haberin namusuna sahip çıkmıyorsanız. O noktada bir durup düşünmeniz gerekir. Ben işsiz kaldığım bir dönemde
Eros cinsel bilgiler ansiklopedisine çeviri bile yaptım.

Seçim önceden yapılmıştı

 ‘Medya Mahallesi’, CNN Türk’ten Halk TV’ye nasıl taşındı?

Gazeteniz muhabirlerinden Esra Açıkgöz’e yaptığım röportajda Akif Beki’yle ilgili söylediğim sözler sonucunda, CNN Türk yönetimi bana, ‘’Beki yoksa program da yok’’ dedi. Ve orda seçim önceden yapılmıştı zaten.

Fakat ben gitmelere çok alışkınım. Bir daha televizyonlara dönüp dönmeyeceğim de belli değildi. Düşünsenize 35 yıllık bir gazetecilik geçmişimden sonra ilk kez ekranlara çıkmıştım. Dolayısıyla her şeye hazırdım. ‘Medya Mahallesi’ artık benim olmazsa olmazım değil. Hatta ve hatta gazetecilikte bile aynı şekilde... Çünkü bedenimle birlikte, yüreğimin de yorgun olduğunu hissediyorum.

Çok umutsuz konuşuyorsunuz.

Haksız mıyım? Sadece mesleki açıdan değil, Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam ve geleceği bana umut vermiyor. Ne yapayım?

‘AKP zihniyetinde kadının adı yok’

Türkiye’de kadın olmanın zorluklarına, kadın gazeteci rolü de eklenince ortaya sizin açınızdan nasıl bir tablo çıkıyor?

Kadınsız diye ciddiye almazlar sizi. Çok tuhaftır ki senelerdir siyaset ağırlıklı program yaparım ve haber merkezi yönetirim. Ama beni hâlâ ortalama bir erkek yazar kadar ciddiye almazlar. Neden mi? Kadın olduğum ve takma sakalı evde bıraktığım için.

 Kadın olmanın zorluklarına değinmişken; kadın yazar ve gazetecilerin şahıslarına, gerek Erdoğan ve gerekse başka isimler tarafından yapılan hakaretleri duyduğunuz zaman bir kadın gazeteci olarak ne hissettiniz?

Bunlar çok çirkin söylemler. Mesela Erdoğan’ın yaptığı sadece kadın gazeteci hakareti ya da çirkin bir ayıp değil. Birilerini hedef göstermek olağanüstü tehlikeli bir şey. Onun ilk cumhurbaşkanlığı gezisinde uçakla Kıbrıs’a giden, işte büyük Türkiye diye heyecanlanan meslektaşlarıma da hayretle bakıyorum. Ne diyordu Erdoğan: edepsiz... Böyle bir insanın yanında yer almanız ve aynı sahnede  alkışlanmanız unutulacak şey değil. Umarım bu gazeteci ayıpları unutulmaz. Gazetecinin felsefesi tüm ayrımlara karşı olmaktır. Şöyle ki bir kadın için, bir trans birey için, bir Kürt, engelli ve kısacası ayrımcılığa uğramışlar için biz gazeteciler farklı hassasiyetler geliştirmeliyiz. Özellikle de Yeni Şafak’tan Çetiner Çetin’in, Ceyda Karan’a kadınlık üzerinden yaptığı ağır hakaretler için ekstra kadın meselesine takıldım.

Tam bir nefret söylemi

Bu coğrafyada yaşayan çoğu kadının, yine birçok sebepten dolayı bireysel özgürlükleri kısıtlanıyor. Özellikle de erkek egemen bir toplumda, bir de Arınç’ın bir başbakan yardımcısı olarak, kadının topluluk içinde kahkahasına karışmasıyla ilgili sözleri sinirlerini bozdu mu?

Bazıları kahkaha atarak yanıt verdi ama ben gülemedim bile. Çünkü bu sözleri söyleyen bu ülkenin Başbakan Yardımcısı. Onun böyle bir tanım yapması tam bir nefret söylemi... Bu büyük bir suç ve ayıptır. AKP zihniyetiyle şekillenen günümüz toplumunda, kadına evinde oturan, üç çocuk büyüten ve erkek egemenliğinde bir rol biçiliyor. Maalesef ki hal böyle olunca, devleti yönetenler, kişişel özgürlükleri kısıtlamada da kendinde hak buluyor. AKP zihniyetinde kadının adı yok!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler