30 Ağustos ulusun zaferidir

97. yılını kutladığımız 30 Ağustos Başkomutan Meydan Muharebesi, bağımsızlık savaşımızın kesin sonuçlu muharebesidir. Bu zaferle emperyalist devletlerin üzerimize gönderdiği Yunan ordusunun asli unsurları imha edilmiş, 9 Eylül’de İzmir geri alınmış, 17 Eylül’de ise Yunan askerleri ülkemizden kaçmıştır.

Yayınlanma: 29.08.2019 - 20:58
Abone Ol google-news

Savaş yalnızca iki ordunun silahlı çatışması değildir. Milletlerin maddi ve manevi tüm güçlerinin çatışmasıdır.
Mustafa Kemal Atatürk


30 Ağustos zaferi, gerek planlama ve hazırlık, gerek yığınaklanma, gerekse sevk idare bakımından askerlik sanatının başyapıtı niteliğindedir. Çok zor koşullarda ve yokluklar içinde ulusça bir ordu hazırlanmış ve zafer kazanılmıştır.
Düşmanın gücünü tüketerek Eskişehir-Afyon hattına geri çekilmeye zorladığımız Sakarya Zaferi’nden (13 Eylül 1921) sonra, Yunan ordusuna son ve kesin bir darbe vurarak denize dökebilmek için, ordunun Sakarya’daki kayıplarının tamamlanması ve taarruz gücüne ulaştırılması gerekiyordu. Bu da 11 yıldır (1911-1922) savaşmış olan tüm ulusun son bir fedakârlıkla, varını yoğunu ortaya koymasını zorunlu kılmaktaydı.
Taarruz edenin savunandan üstün olması, genel bir askerlik kuralıdır. 200 bin kişilik Yunan ordusuna karşı en az onun kadar bir güç çıkarmalıydık. Oysa Sakarya Savaşı’ndan çıkan Türk ordusunun er/erbaş mevcudu 113 bin, subay mevcudu 6 bin 630 idi. Sakarya’da pek çok genç subayımızı yitirmiştik. Erbaş/er ihtiyacı 1899, 1900 ve 1901 doğumlular askere alınarak 199 bine; subay ihtiyacı ise askeri okul öğrencileri ile yedek subaylarla, başarılı çavuşlarla ve işgal bölgelerinden kaçan subaylarla karşılanarak 8 bin 660’a çıkarıldı.
Sakarya’dan galip fakat önemli kayıplarla çıkan ordunun asıl ihtiyacı silah, cephane, donatım, araç ve yiyecek/yem idi.
Silah ihtiyacı, doğuda Ermenilerden ele geçirilenler, güneyde Fransızların bıraktıkları silahlar, İtilaf Devletleri kontrolündeki depolardan kaçırılanlar, az da olsa satın alınabilenler ve İmalatı Harbiye denilen ilkel savunma sanayi olanakları ile temin edilebilen silahlarla karşılandı. Silah ve cephanenin çeşitli kaynaklardan sağlanması standardizasyonu bozuyor, cephane ikmalini zorlaştırıyordu. Bunu önlemek için tüm silahlar toplanarak cinslerine göre ayrıldı ve her tümene aynı cins olacak şekilde yeniden dağıtıldı.

Kadınıyla erkeğiyle...
Sakarya Savaşı başlamadan önce Başkomutan Mustafa Kemal tarafından yayımlanan Tekalifi Milliye (ulusal yükümlülük) emirleri yürürlükte idi. Buna göre yoksul halktan; çamaşırdan çarığına, av tüfeğinden saraç malzemesine, elbiselik kumaştan çadır bezine kadar nesi varsa bedeli sonradan ödenmek üzere alındı. Bu malzemeler, yolu ve demiryolu olmayan Anadolu’nun her yerinden kağnılarla cepheye taşındı. Yurdun her köşesinden gece gündüz kağnı sesleri geliyor, adeta büyük bir makinenin çarkları gibi çalışarak her yerden cepheye malzeme taşınıyordu. Üstelik 1921-1922 kışı erken bastırmış ve ağır geçiyordu.
Erkekler, yıllar süren savaşlarda şehit düşmüş veya sakat kalmışlardı. Ordunun ihtiyaçlarının karşılanması ve cepheye taşınması büyük ölçüde kadınların üstüne kalmıştı.
Kadınlar, bizim kadınlarımız... Yunan ordusunun tahrip ettiği demiryollarını onarıyor, silah ve fişek fabrikalarında çalışıyor, kağnılarla zor arazi ve iklim koşullarında cepheye malzeme taşıyor, cephedeki askerlere eldiven çorap örüyor, ordunun yiyecek ihtiyacını karşılayabilmek için tarla ve bahçelerde yaşlılar ve çocuklarla birlikte üretim yapıyorlardı. Kastamonulu Şerife Bacı, kağnısı ile mermi taşırken tek yorganı bir yaşındaki Elif bebeğinin üstüne değil, ıslamasın diye mermilerin üstüne örtmüş ve kendisi de donarak ölmüştü. Bağımsızlık savaşında ve onun son halkası Büyük Taarruz’da kadınlarımızın katkısı dünyada benzerine az rastlanır düzeyde idi. Onlara şükran borçluyuz.
Bir ordunun başarılı olabilmesi için arkasında ulusun ve siyasi iradenin desteği olması zorunludur. Büyük Taarruz’a hazırlanan ordumuzun arkasında ulusun desteği tamdı. Türk ordusu ulus-ordu idi. TBMM ve hükümeti ise bazı muhalif seslere rağmen ordunun arkasında idi. Zaten TBMM Başkanı, Hükümet Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal tüm yetkiyi Meclis’ten almıştı ve her fırsatta Meclis’e bilgi (hesap) veriyor, erken bir taarruz isteyen muhaliflerin eleştirilerini dinliyor ve cevaplandırıyordu. Zor koşullara rağmen demokrasi işliyor, savaşa hazırlıkta ve savaşın yönetiminde en yetkili makam, anayasaya göre “milletin yegâne ve hakiki mümessili olan” TBMM oluyordu.
Tüm milletin zaferi
Ordunun maddi ihtiyaçlarının karşılanması yetmezdi. 1683’te Viyana’dan beri savunma ve geri çekilme yapan orduya, taarruz ruhunun da verilmesi gerekiyordu. Bunun için gece gündüz sıkı bir eğitim, tatbikat ve manevralar yapıldı.
Sakarya’dan Büyük Taarruz’a kadar geçen sürede (yaklaşık bir yıl), ordumuzun taarruz gücüne ulaştırılması için tüm ulus ve TBMM olağanüstü bir gayret gösterdi. Bu destek olmasa zafer kazanılamazdı.
Bu nedenlerle “30 Ağustos milletin tamamını ilgilendirmiyor” demek, tarihi gerçeklere aykırıdır.
Ordumuzun gücünün dosta düşmana gösterildiği görkemli Zafer Bayramı törenlerinin özlemi ile, tüm ulusumuzun Zafer Bayramı’nı kutlarım.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler