Feminist bir kadın ve oğlunun hikayesi...

Feministler, Türkiye'de yıllardır kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini görünür kılmak için uğraşıyor. Devletin ve erkeğin kadın bedeni ve emeği üzerindeki tahakkümüne karşı savaş veriyor. Sadece sokaklarda değil, evlerinde de...

Yayınlanma: 10.03.2015 - 16:55
Abone Ol google-news

 

Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Kadınlar yine sokaklarda olacak. Kimi mini etekleri, kimi karnı burnunda göbekleriyle! Hem de sadece sabah değil, inadına gece de “Kadınlar Vardır” diyecekler. En yüksek ses de feministlerden çıkacak. Yıllardır verdikleri mücadele sayesinde Türkiye'de kadına yönelik şiddetin görünür olmasını sağlayan, kadın cinayetleri için adalet arayan, ev içi emek sömürüsünü dillendiren, kadının gecenin de sokağın da sahibi olduğunu haykıran; onlardı çünkü. Bu hak taleplerini sadece sokaklarda değil, evlere sinmiş patriyarkaya karşı da dillendiriyorlar. En zoru da bu kuşkusuz. Eşle mücadele neyse de, hele de bir erkek çocuk sahibi oldu mu onu ataerkil yapıdan uzak tutabilmek ne kadar mümkün oluyor? Peki ya feminist dendi mi hala “erkek düşmanı” algısı yaratılmaya çalışılan bir ülkede feminist bir anneye sahip olmak ne demek? Yanıtları, Sosyalist Feminist Kolektif'ten Tuğba Özay Baki ve oğlu Burak Dinçel'den aldık. Söylemesem olmaz; onlara ulaşana kadar epey kapı çalıp röportaj teklifinde bulundum. Kadınlar konuşmaya hazırdı da, çocuklarını ikna etmek sorundu. Dolayısıyla bu röportajın ilk sorusu da çıktı:

- Siz neden bu röportajı kabul ettiniz?

Burak Dinçel: En önemli nedeni, anneme destek olmaktı. Ben de onun düşüncelerine benzer şeylere inanıyorum. Onu gönülden destekliyorum. Annem sorduğunda bir saniye düşünmeden tamam, dedim.

Tuğba Özay Baki: Aslında ben umutluydum, çünkü Burak kadın meselelerine çok duyarlı. Bir feminist dostu; sadece sözde değil pratikte de. İngiltere'de masterdayken ev işinden çok bunaldığı için Facebook'una “Görünmeyen Emek Sesini Yükselt” yazmıştı. Çok hoşuma gitmişti bizi bu kadar iyi anlaması, içselleştirmesi.

- Siz feminizmle ne zaman, nasıl tanıştınız?

T. Ö. Baki: Farkındalık aslında erken başlıyor, ancak feministim demek için zaman gerekiyor. Ev içinde annenizin, komşu teyzelerin ne kadar çalıştığını görünce, adını koymadan yavaş yavaş ev içi karşılıksız emeği fark ediyorsunuz. Kamusal alandaysa, aynı işi yaptığınız halde bir erkekten daha düşük ücret alıyorsunuz. Patriyarkanın adını bilmeseniz de onlarla içiçesiniz. Erkek egemen sistem sürekli bedeninize, emeğinize hükmediyor. Nefes alamıyorsunuz. En yoksulundan en varsılına kadar farklı sınıflardaki kadınların da aynı şeyle karşı karşıya olduğunu görüyorsun. Dolayısıyla sadece sosyalizmin çözüm olmadığını anlıyorsun. Farkındalıklar arttırkça ister istemez feministleşiyorsunuz. İyi ki feminist oldum. Yoksa hep kendimi “bayan” zannedecektim. Bay'ın yanına eklemlenecektim. Feminist olunca kadın olduğumu fark ettim. Bedenimiz de, emeğimiz de bizimdir. Ne devletin, ne erkeğin tahakkümünü istemiyoruz. Çok zorlu bir mücadelede bu. Sadece AKP politikalarıyla sınırlı değil, dünyada neo-liberal politaka uygulanıyor ve kadınlar ücretli-ücretsiz emek kıskacında hapsolmuş durumda.

- Evdeki iktidarla mücadele etmek; sokakta hak talebini dile getirmekten, patrona ses çıkarmaktan çok daha zor. Siz feminist mücadeleyi eve taşırken sorunlar yaşadınız mı?

T. Ö. Baki: Önceleri bir dirençle karşılaştım. Doğal. Patriyarkanın içine doğuyorsunuz, onun da gördüğü sistem bu, o da ailesinden öğreniyor bunları. Eşimle 23 yıl evli kaldık. 2003'te boşandık. İki yıla yakın ayrı yaşadık. Sonra tekrar birleştik. Şimdi ev, yol, hayat arkadaşıyız, ama evli değiliz. 10 yıldır birlikte yaşıyoruz. Benimkisi politik bir tavır. Zaman içinde Sosyalist Feminist Kolektif aslında hepimizin hayatını çok iyi etkiledi. Öyle zamanlar oldu ki, eşim Haldun işyerinde arkadaşlarına bizim dergileri sattı. Feminist yaşam tarzı eve girdikten sonra bir kere ev içi emekte ciddi bir paylaşım oldu. Hepimiz paylaşmaya başladık. İşten yorgun geldiğimde, çamaşır yıkanmış, makarna, kıymalı yumurta yapılmış, devamlı tüy döken köpeğimizin bıraktıkları süpürülmüş, oluyor. Niye gömleğim ütüsüz, sorusu yok. Tabii ki öyle bir değişim oldu. Aslında feminizm evimize girdikten sonra biz çok daha huzurlu yaşamaya başladık. Özgürleştik. Eşimle aramızda iyi bir arkadaşlık oldu. İkimiz de artık politik bekarız. Kadınlar mücadelede o kadar haklı ki, rasyonel akılla düşünen her kişi, -eşiniz, sevgiliniz, oğlunuz, birlikte yaşadığınız kimse- görüyor ki, talepler çok doğru ve haklı.

- Sizin için bu hak veriş, kolay yaşandı mı?

B. Dinçel: Ailemin büyük kısmı, özellikle anne tarafım, kendimi bildim bileli siyasetin içindeydi. O yüzden hak ve özgürlük bilinciyle yetiştirildim.

- Yine de solcu çevrelere bile hala ataerkil anlayış hakim. Kırılabilinen en zor kimlik cinsiyet, kadın-erkek rolleri. Hele de Türkiye'de hala bazıları feminizmle “erkek düşmanı” lafını yanyana kullanılırken...

B. Dinçel: Oysa biraz mantıklı düşünülse, -hatta sadece düşünebilmek yeter-, kadınların talepleri zaten insan olmaktan ötürü kazanılmış haklar. Keşke anneme mücadelesinde daha fazla destek olabilseydim, ama onun çok aktif olduğu dönemlerde önce yurtdışında masterda, sonra askerdeydim. Yine de birlikte olduğumuz dönemlerde dergi satışlarına bile yardımcı oldum.

- Hiç kabullenmekte zorlandığınız, abartı gelen noktalar, durumlar olmadı mı?

B. Dinçel: Bazı noktalarda hala hemfikir olamıyoruz. Bazı şeyleri abartıyor demek doğru değil, ama fazla geliyor. Ben sadece hep, “Neden” diye sordum. Ama pratikte gerçekten zorlandığım şeyler oluyor. Çocukluktan alışkanlık vardır ya, eve gideyim annem yemeği hazırlasın. Bizde öyle şeyler olmazdı. Annem yapmışsa yemeği kendim ısıtır soframı kurardım. Bazen kadın emeği sömürülerek kazanılan erkek tembelliğini insan yaşamak istiyor, itiraf edeyim (gülüyor). Aslında ben anne-babam yoğun çalıştığı için çocukluktan beri yalnız yaşadığımdan, birey olma deneyimine erken başladım.

T. Ö. Baki: On yaşındaydı, okuldan gelir, yemeğini ısıtır, bazen bulaşıkları yıkardı. Ben uzun süre yatağımı toplamadan çıktım evden. Burak benimkini de kaldırırdı. Bir keresinde, “Çok sevindim, benimkini de toplamışsın, sağol” dedim. “İyi de, sen de yemek yapıyorsun, birlikte yiyoruz”, dedi. Küçücüktü bunu söylerken.

B. Dinçel: Babamın da katkısı var bunda ama, ben kendimi bildim bileli “Tuğba şunu getir” dediğini duymadım. Annem çok yorgunsa yemek yapardı söylenmeden. Annem yıllarca, hem çalıştı, hem de ev işi yaptı. Şimdi ben de yalnız yaşadığım için aynı noktadayım, o yüzden empati kurma şansım arttı. Kadının göreviymiş gibi belirtilen, sömürülen bir emek var, belki ben de onun oğlu olarak belirsizce sömürdüm bu emeğini. Böyle bir annenin, herşeyin ötesinde feminist annenin oğlu olmak benim için gurur. Belki de feminizm bilinçli bir birey yetiştirmeyi sağlıyor. Annemin SFK'dan bazı arkadaşlarıyla da tanıştım, ne kadar bilinçli insanlar olduklarını gördükçe daha da etkilendim. Böylesi kültürel birikim yanlış bir düşüncenin peşinde koşamaz.

- Diğer arkadaşlarınızla kadın-erkek mevzularını konuşurken farklılıklar ortaya çıkıyor mu?

B. Dinçel: Annemden dolayı bakış açım birçok arkadaşımdan farklı. Annem gibi kadınlar, çocuklarını böyle yetiştiren anneler az, o yüzden çok daha farklı bakıyoruz kadınlara da, dünyada da. Tartışmalar da tabii ki oluyor. Ama annemden duyduklarımı, okuduklarımı biraz anlatınca sadece kadınlar değil, erkekler de hak veriyor.

 

Bir Dönüşüm Olacaksa Evden Başlamalı

Peki bir feminist anne olmak, çocuğunu ataerkil sistemden korumaya yetiyor mu? Yanıtı, Tuğba Özay Baki veriyor:

“Bir erkek çocuğun annesiyseniz, -aslında annelik üzerinden örmeyi sevmiyorum ama başka kelime bulamıyorum şu an-, siz istediğiniz kadar hane içinde uygun yaşayın, dışarı çıktığı anda patriyarka her taraftan üzerine geliyor. Ne kadar arındırsanız da cinsiyetçi kodlamalarla büyüyor. Burak çok araştıran, okumayı seven bir küçük adamdı, artık adam oldu. Çok sorardı. Arkadaşlarıyla pikniğe gittiklerinde, 'illa kızlar yumurtaları soyup doğrayacak, oğlanlar da mangal ateşini mi yakacak' diye konuşur, neden tersi olmuyor ya da birlikte yapılmıyor, diye konuşurduk. Biyolojik olarak oğlum, ama aslında o benim artık arkadaşım. Bence cinsiyetçi iş bölümünden, argümanlardan arındırılmış bir dönüşüm olacaksa bunu evdekilerden başlatmak lazım. Birlikte yaşadığın kişiyle bir şekilde uzlaşırsın, olmuyorsa da ayrılırsın, ama çocuğunda böyle bir şansın yok. Onun da bu işe kafa yorması, gözlemci olması önemli. Burak ciddi bir feminist dostu. Yaşam pratiğini de böyle yaşayan bir genç adam. Ben de ondan çok şey öğrendim”.

 

Sevgilimle ilişkime Feminizmin katkısı

Burak Dinçel, “kız arkadaşlarım” diyecekken düzeltip “kadın arkadaşlarım”la dediği anda dayanamayıp araya giriyor Tuğba Baki, “Dolu dolu sevgilim de, en güzeli”, diyor, “Bir duygusal ilişki, birliktelik yaşıyorsanız o sizin sevgilinizdir. Çok fazla cinsiyetçi tanımlamalardan, algılamalardan dolayı kız arkadaşı lafına karşıyım. Dişinin biyolojik yapısı, toplumsal ikiyüzlülüğe sıkıştırılıyor.”

Burak, bu ikiyüzlülükten de, Türkiye'deki ataerkil sistemden de, “namus” algısından da uzak durabildiği için mutlu. Sevgilisiyle ilişkisini de bu huzurla şekillendirdiğini söylüyor. “Hep, 'Erkek adam yapar', derler ya, ben 'kadın da yapar' diye yetiştirildiğimden, mahalle baskısının mantıksızlığını daha iyi algıladım. İlişkilerimi de buna göre şekillendirdim. Ama Türkiye'de böyle yaşamak zor” diyor. Bir kız arkadaşı var Burak'ın, bir-iki seneye evlenebileceklerini planlıyorlar. “İyi bir Cumhuriyet takipçisi” diyor gülerek, “Muhakkak okuyacaktır. Birbirimizin hayatına müdahale etmemek iyi anlaştığımız bir konu. Ben erkeğim, sen kadınsın söylemleri, öğretileri yok ilişkimizde. Baskı yok. Karşılıklı saygıyla hareket ediyoruz. Ben kendimle eşit olan biriyle birlikte olmak isterim. Feminist düşünceleri desteklememin pozitif sonucu, kendi ilişkimde yaşadığım huzur. İşleri birlikte yapabilmenin rahatlığı var. ufak bir şey belki ama sabah kahvaltısını bile ortak hazırlamak önemli. Kadınların hayali tabii ki, ben de onu gerçekleştiren oluyorum galiba bu düşünceler sayesinde (gülüyor)”.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler