'Dünyaya sesimizi duyurduk'

Erdem Gül: Can’la ikimizin davasında kamuoyunda bir masumiyet algısı oluştu. Can Dündar: Biz dünyaya daha çok ses verebildik ve Türkiye bayağı sıkıştı.

Yayınlanma: 05.03.2016 - 22:42
Abone Ol google-news

- Sabaha karşı tahliye oldunuz. O saatte de olsa vedalaşma oldu mu?

ERDEM GÜL - En dramatik tarafı o. Saat tam 3’e çeyrek kala bizi koğuştan çıkarıp eşyalarımızı el arabalarına yüklediler, bizi de artık gönderecekler. Koridora doğru biraz önce tarif ettiğimiz camlardan hepsi kafalarını uzattılar, çok sevindik. “Sizi unutmayacağız, siz de çıkacaksınız” dedik.

CAN DÜNDAR - Bizi unutmayın, dediler.

- Gardiyanlarla vedalaştınız mı?

CAN DÜNDAR - Hakkını helal et gibi ritüelleri yaptık tabii. Yani onlar da bize iyi davrandılar. Büyük oranda, diyelim yüzde doksan dokuz iyi davrandılar...

- Yüzde bir?

CAN DÜNDAR - Boşver...

ERDEM GÜL - Onların özlük haklarıyla ilgili bazı sorunları var. Onları milletvekillerine de söylüyorlar, bizden de söylememizi istiyorlar.

- Siz henüz tahliye olmadan yani genel kurula gitmeden önce Anayasa Mahkemesi’nin bunu gündeme alması sadece AKP medyasında değil, utangaç da olsa Cemaat medyasında da dillendirildi “Bizimkilerin bu kadar zamandır başvurusu var. Onlar öne alındı gibisinden yani... Sahi sizi neden öne aldı Anayasa Mahkemesi?

ERDEM GÜL - Aslında şöyle oldu. İddianamemiz de çabuk hazırlandı bizim. Farkındaysanız ikinci ayda iddianamemiz hazırdı. Orada da bir hızlanma oldu. Her ne kadar cezalara daha da zam yaptılar ama iddianamemiz de hızlandı. 25 Mart’ta mahkemeye tutuklu çıksaydık dördüncü ayımızı doldurmuş olacaktık. O bile bir şey değil tabii. Bu ülkede 1.5 sene 2 sene, 4 sene tutuklu yatan mahpuslar var.

 

Ne yaparsan yap...

- 17 yıl... Hüküm giymeden 17 yıl tutuklu kalanlar da oldu ve çoğu beraat etti. Mesela Dev-Sol davasında...

ERDEM GÜL - Dolayısıyla mahkeme de hızlı gitti. Ama Anayasa Mahkemesi beklediğimizin de ötesinde hızlı gitti.

- Neden?

ERDEM GÜL - Ben galiba savcının ve mahkemenin iddianameyi kabul etmesine, savcının bu kadar şiddetli cezalar istemesine rağmen... Bak, Can’la ikimizin davasında kamuoyunda bir masumiyet algısı oluştuğuna inanıyorum. Bence hukukçularda da bu algı oluştu. Anayasa Mahkemesi’nin kararı bence bunun en somut hali...

CAN DÜNDAR - Ben biraz dünyanın tepkisinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Yani biz dünyaya daha çok ses verebildik ve Türkiye bayağı sıkıştı. Ben kendi çapımda ilk 40 gün “Burası tek kişilik bir PR ofisi ve sen buradan dünyaya seslenmek zorundasın. Ne yaparsan yap dünyaya sesini duyur” diye düşündüm. Her gün Avrupa’nın başbakanlarına mektup yazdım. Dünya gazetelerine, dergilerine mektup yazdım. Röportaj taleplerinin hepsine yetişmeye çalıştım ve bir şekilde o yazıları dışarıya çıkardım.

- Hep elle mi yazdın bu yazıları?

CAN DÜNDAR - Hepsini elle yazdım.

- “Şimdi artık bunlar köşe yazılarını da elle yazarlar” deniyor gazetede. O yüzden sordum.

CAN DÜNDAR - O zaman dizgicilere Allah kolaylık versin, çünkü el yazım çok kötü. Ben küçükken doktor olmak istiyordum; el yazımı da ona göre ayarlamıştım. Şaka bir yana, ben Davutoğlu nereye, hangi ülkeye gitse orada karşısına çıkmaya çalıştım Silivri’den. Bunun daha büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum açıkçası.

 

Hayaller Hawaii...

- Cumhuriyet okudunuz her gün. Hem de her gün iki tane alıyormuşsunuz... Eleştirdiniz mi gazeteyi hiç?

CAN DÜNDAR - Eleştirdik.

ERDEM GÜL - Şöyle oldu. Şu haberleri büyütseler, keşke şu haber manşet olsaymış dediğimiz bir iki haber oldu. Net olarak aklımıza gelmiyor ama, şunu görmemişler dediğimiz haller oldu galiba. Bir de yanımda Genel Yayın Yönetmeni var. Hapiste de olsa hâlâ Genel Yayın Yönetmeni o. Bu bakımdan hani bu konuda onun daha fazla söyleyeceği şeyler vardır.

CAN DÜNDAR - Valla ben şunu fark ettim abi: Erdem benden daha çok gazeteci. Yani gerçekten çok okuyor; pek çok haberin içinde alt okuma yapıyor; satır altı okuyor. Ben orada biraz kendimi gazetecilikten çekmeye çalıştım. Çünkü ne zamandır kendimde eksiklik bulduğum edebiyatla fazla haşır neşir olamama, kitap okuyamama, biraz farklı alanlarla uğraşma... Mesela ilk on beş gün 16. yüzyıl üzerine okudum 16. yüzyıldaki deniz savaşları üstüne okudum ve o kadar iyi geldi ki. Gardiyan geliyor bir şey söylüyor ama ben o sırada İnebahtı’dayım. Acayip iyi geldi. Haberlerle fazla ilgilenmedim. O olsaydı, bu olsaydıya boş verdim biraz. Hayatında bir boşluk yakalamışsın; düşün tatile gitmişsin... Biraz öyleydi. Orası Hawaii de olabilirdi Silivri de olabilirdi. Derler ya “Hayaller Hawaii hayatlar Silivri”.

 

Komünist Manifesto...

- Hiç duymadım. Bunu birileri değil Can Dündar demiş herhalde.

CAN DÜNDAR - Gezi’den bir slogan bu Aydın Abi. Dolayısıyla hayatımın o dönemini öyle değerlendirmek istedim. Edebiyatla filan daha çok haşır neşir oldum. Hakikaten de bana çok iyi geldi.

ERDEM GÜL - Şimdi şöyle bir şey oldu: Tutukluluğun daha ikinci günündeyiz. Henüz dışarıdan hiç kitap filan gelmemiş. Cezaevinde yeni yeni bir kütüphane oluşturuyorlar. Bir liste var ellerinde. İlk o zaman kitap istedik biz galiba peş peşe. Önce Can istemiş. Üç tane isteme hakkınız var dediler. Listeye baktım Komünist Manifesto var. “Bana Komünist Manifesto’yu verin” dedim, Manifesto’yu okuyarak başlayalım mapusluğa.... Ondan sonra Dostoyevski’den “Yeraltından Notlar”ı istedim. “Can aldı onu” dediler. Diyeceğim, cezaevinde ilk okuduğum kitap Komünist Manifesto oldu.

- İlk defa mı okudun, yoksa cezaevinde ilk olarak onu mu okudun?

ERDEM GÜL - Daha önce okumuştum. İman tazeleme oldu yani. Zaten hapiste ilk iki gün bana moral veren Marks’ın kapitalizme “övgü” metinleridir.

 

Bir bayrak devri: İpekçi'nin mendili

- Size mektuplar geldi, kitaplar, armağanlar geldi. En duygulandıran mektup, kitap ya da armağan nedir? Çıkarken yanınızda neyi getirdiğiniz ve sizi şaşırtan mektup ya da armağan ne oldu?

CAN DÜNDAR - En duygulandığım Abdi İpekçi’nin mendiliydi. Bu önemli. Çünkü Abdi Bey’in çekmecesinden çıkıyor, bir tür bayrak devri gibi bir şey, Abdi Bey’in yakasındaki mendil bize geçiyor. Çok büyük sembolik anlamı var. En çok işime yarayansa Mehmet Bekaroğlu’nun getirdiği uzun donlar oldu. Isınmamızı sağlıyordu, ben üşüyordum ve bayağı işe yaradı.

 

Topumuzu da aldık...

- Çıkarken yanında getirdiğin?

CAN DÜNDAR - Her şey, topumuzu bile getirdik. Getirilen hediyelerin hepsini aldık. Ben mesela “Burası çok renksiz” demiştim, bizim dubleks rengârenk kartpostallarla doldu.

ERDEM GÜL - Can’ın bir ara turp ve havucu yemek yerine bizim dubleksi renklendirmek için kullandığını gördüm.

CAN DÜNDAR - Ha bir de sıcak su torbası. Onu bana içeride vermediler; sakıncalıymış. Çıkarken onu alıp geldim. Bir de Can Kozanoğlu stres topları yollamıştı.

ERDEM GÜL - Beni de en duygulandıran, küçük oğlumdu. Daha birinci sınıfta. Bir resim yapmış Cin Ali’deki gibi. El ele tutuşmuşuz. Kendi el yazısı ile “Babamla son günümüz” yazıyor.

 

Televizyondan öğrendik

- Tahliye haberini nasıl aldınız?

CAN DÜNDAR - Televizyondan, gardiyanlar en son geldi. O anda CNN’de altyazıda gördük, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali olduğu kararıydı.

- Ama yine de saat 3 buçuk gibi oldu bu?

ERDEM GÜL - Evet o soğukta orada bekleyen dostlarımızı televizyonda gördük, üzüldük. Can’ın annesini gördük, bizim çocukları gördük.

- Peki, gardiyanlar haberi vermeye bir türlü gelmediler, nerede kaldı bunlar diye sabırsızlandığınız olmadı mı?

ERDEM GÜL - O gün sabah 8’deki sayımdan sonra Can kitap çalışması yaptığı için çalışıyordu, ben geri yattım, uyudum. Saat 11 civarıydı. Can yukarıdaydı, yukarıdan sesler geliyor. Ben aşağıdayım gazete okuyorum. “N’apıyorsun orada toplanıyor musun” dedim? O “Evet toplanıyorum” dedi.

CAN DÜNDAR - Doğru ben yukarıda toplanıyordum.

ERDEM GÜL - Benim gözüm TV’de. Bekliyorum. Saat tam 18.00 idi CNN ekranında kırmızı altyazı belirdi. Çok iyi hatırlıyorum, cümle “AYM” diye başladı. Normalde “Can, bak altyazı çıktı” demem lazım ama sonucu göreyim, müjdeyi vereyim istiyorum. O 15 saniye sürmüştür. Sonunda cümle bitti, “Hak ihlali” dedi. Ben de “İn aşağı, çıktın” dedim. Aşağı indi ve sarıldık.

CAN DÜNDAR - Ben aşağıya 20 basamak uçarak geldim.

Erdem inanmıyor...

- Yani Can heyecanlı, eşyaları topluyor, “Çıkmadık mı hâlâ” diyor, sense tecrübeli bir tutuklu gibi sakin sakin bekliyorsun.

CAN DÜNDAR - Çıkacağına inanmıyor çünkü.

- Erdem sen hakikaten inanmıyor muydun Anayasa Mahkemesi’nin gündeme alacağına?

ERDEM GÜL - Normal mahkeme bu kadar hızlı ve günü de belli olduğundan Anayasa Mahkemesi araya girmez gibi düşüncelerim vardı.

 

Umut nöbeti morali

- Silivri’de Umut Nöbeti basının çok ilgisini çekti. Cumhuriyet’in de tabii... Size bilgi geliyor muydu, bugün şunlar var filan diye?

CAN DÜNDAR - Müthiş, hem de nasıl. Cumhuriyet yazıyordu zaten. Bugün şunlar gelecek, biz hazırlık yapıyorduk. İçlerinde avukat var mı, nöbetten sonra gelecekler mi ya da milletvekili var mı diye. Her gelen bir şekilde içeri mesaj yolluyordu. Ya bir avukat geliyordu ya da milletvekiline mesaj veriyorlardı ve o bizim dünyaya açılan kapımız oldu. Yani o nöbet hem moral destek müthiş hem mesaj kanalı... İnanılmaz başarılı oldu bence.

- Girerken de, çıkarken de geceydi, göremediniz. Orada, nöbet yerinde iki tane “karavan büfe” var. Ben belki biliyorsunuz, ilk nöbetçilerden biriydim. Oradaki karavan büfelerden birinde genç bir kadın oğluyla birlikte çalışıyordu. Nöbette oturduğumuz iskemleleri onlardan alıyorduk. Bana minder verdi, “Üşümeyin” dedi, çay verdi. Ben “Beni herhalde televizyonda filan gördü de bu kadar içten ilgileniyor” sandım. Teşekkür ediyordum ki “Sizi tanımıyorum ama Can ve Erdem beylerin misafirleri benim de misafirimdir” demesin mi? Bütün fiyakam bitti...

ERDEM GÜL - Bir de o nöbetle ilgili şunu vurgulamamız lazım: Mete Akyol bir sabah gelip oturmuş bu nöbeti başlatmış. Oradan ben gazetecilikte de eski tüfeklerin ne kadar anlamlı olduğunu, ne kadar yaratıcı bir şeyler geliştirebildiğini gördüm.

- Bir de biz orada, cezaevi nizamiyesinin tam önünde Cumhuriyet yazıişlerinin günlük sabah toplantısını yaptık.

CAN DÜNDAR - Unutur muyuz? Toplantı bittikten sonra Tahir Özyurtseven içeri geldi, “Haberler bunlar, manşet ne olsun” diye sordu. Tabii çok sembolik ama çok anlamlı bir etkinlikti bizim için...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon