Doç. Dr. Ali Faik Demir: Barış dilinin sesi yükselmeli

Doç. Dr. Ali Faik Demir: “Çok kutuplu, milliyetçi söylemin olduğu, kavgacı bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlar neden Trump kazandı derken hangi liderler ‘seviliyor’ bakmak lazım. Bir kısım kavgacı, içindeki şiddeti dışa vurabilecek lideri arıyor”

Yayınlanma: 22.10.2017 - 20:55
Abone Ol google-news

“Çivisi çıkmış” küresel köyümüzde giderek kendine daha fazla alan bulan nefret, çatışma söylemi aslında barış dilinin, akılcı diplomasinin çoğunluğun sesi olması ihtiyacının aciliyetini de gözler önüne seriyor. Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Ali Faik Demir, “Çok kutuplu, değişen, kırılgan, milliyetçi söylemin olduğu, kavgacı bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlar neden Trump kazandı derken bugün hangi liderler ‘seviliyor’ bakmak lazım. Bir kısım kavgacı, içindeki şiddeti, nefreti, kızgınlığı dışa vurabilecek lideri arıyor. Bu da doğal olarak çatışmacı bir dünya demek” diyor. Çözüme yönelik umudu ise şu sözlerinde: “Barış dili olanlar daha fazla sesini çıkardıkları zaman bu bitecek. Şu an çatışma dili olanların daha yüksek sesi çıkıyor...”

Doç. Dr. Demir’le Boğaz’ın kenarında Galatasaray Üniversitesi’nin Ortaköy yerleşkesindeki ofisinde buluşuyoruz. Uluslararası siyaset arenasındaki küresel güçlerin özellikle Suriye-Irak’taki son hamlelerine, elbette tüm bunların kilit noktasındaki Türkiye’ye ve dış politikasına uzanan sohbetimizde ilk sorumuz Ankara- Washington hattında son olarak vize gerilimiyle yükselen tansiyon...

“Politikada krizler artık eskisi gibi değil” diyen Demir, buna örnek olarak ise Ankara-Moskova hattında kopuş yaratan Türkiye’nin bir Rus jetini düşürmesiyle yaşanan süreci hatırlatıyor. “Büyük bir kopuş yaşandı ancak yaklaşık 6 ay sonra neredeyse Türkiye’nin en güçlü müttefiki Rusya oldu. O nedenle artık dış politikada uzun süreli kırılmalar yerine, çok ses getiren çatlamalar, çabuk uzlaşmalar ya da krizin devamı söz konusu.” Ancak ABD ile bu krizin altında çok büyük bir birikimin yattığına da işaret ediyor. “Yaşanan ne tek elçilik, tek rahip olayı... ama düşünüldüğünde ikili ilişkiler, iç politika, bölgesel politika olarak üç ayaklı gerçekleşen bir olay olarak iki ülke ilişkilerinde çatlama ya da kırılmadan bahsediyoruz. İkili ilişkilerdeki güvensizlikler, Fethullah Gülen ile ilgili gelişmeler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyaretinde orada korumalarla yaşananlar... bunun dışında ABD’nin PYD’ye verdiği destek, S-400’e, Türkiye Rusya-İran yakınlaşmasına verdiği tepki... İki tarafın da birbirinden hoşnutsuzluğu, tepkisi var. Bu en üst seviyeye yükselince vize krizi çıktı”.

‘En sorunlu yer İdlib’

Ankara’nın terör örgütü gördüğü PYD/YPG’ye ABD’nin desteğine ilişkin Demir şu görüşlerini dile getiriyor: “ABD’nin neden PYD’ci olduğunun yanıtı Rusya’nın Suriye’ye girmesi sonrasında. Esad’ın kendini Rusya ile güvene almasıyla ABD o bölgede etkileyebileceği muhalif gruplar aradığında karşısına Kürt grup geldi. ABD, PYD’ye bu desteği veriyor, çünkü sahaya asker göndermek istemiyor, maliyeti azatmak peşinde. Bir de kendine bağımlı bir grup yaratmak arzusunda. O nedenle ABD açısından Türkiye ile gerilmek anlamlı olmayabilir ama Suriye’de varlığını sürdürmek istiyorsa Türkiye üzerinde sürdüremez. IŞİD’in yerine ne gelecek belli değil, o yüzden de zaten çekişme var... Suriye’nin kıymetli toprakları batısı ve kuzeyi... Irak’ın kuzeyinden Suriye’nin kuzeyine Akdeniz’e kadar bir Kürt devleti çıkması İsrail’in çok istediği bir şey. O zaman Türkiye ile Arap coğrafyası arasında ciddi bir Kürt kemeri oluşmuş oluyor... Ama bu olamayacak gibi, şu anda konuşulan Suriye’de Şam’ın Kürtlerle federasyon yapabileceği, ama bu da çok net değil..

-TSK’nin İdlib konuşlanması hakkındaki yorumunuz nedir..? Buradan Türkiye, PYD/YPG’ye yönelik bir Afrin hamlesine girişir mi?

Rusya-Türkiye-İran’ın Astana uzlaşısıyla ortaya çıkan Suriye’de “dört çatışmasızlık bölgesi” içinde en kalabalık, en sorunlu yer İdlib. Öyle stratejik noktada duruyor ki Esad’ın hâkim olduğu iki toprak arasında. Lazkiye çıkışı bölgesinde. Türkiye için de PYD’den dolayı öne çıkıyor. Bir de tabii IŞİD faktörü var.. İdlib için Astana’da varılan bir uzlaşı var. Ama Afrin’de bunu söyleyemeyiz. Türkiye Afrin’e girerse bunu bireysel kendini koruma hissiyle gerçekleştirmiş olacak. Bu arada herkes Afrin’de Türkiye’nin eylemini beklerken böyle bir adım Irak Kerkük’ten gelebilir. Bağdat’la koordineli bir operasyona girebilir.

-Suriye/Irak hattında baş aktörler, yan aktörler pek çok... ABD ile İran/ Rusya cephesi arasındaki mücadeleyi nasıl yorumluyorsunuz?

Bugün Bağdat’ın üzerinde Şii mezhebi etkisiyle İran’ın büyük gücü var. Irak- Suriye coğrafyasında en etkili aktörse Rusya. ABD’nin gücünün burada giderek azaldığı, Batı’nın neredeyse burada olmadığı görülüyor. Suudi Arabistan’ın bile Rusya ile ilişkileri geliştirip bizzat Kralın Moskova’yı ziyaret etmesi, S- 400 anlaşmasına yeşil ışık yakması... Tüm bunları göz önüne alıp Körfez ülkeleri dengesine bakıldığında belli bazı faktörler acaba Ortadoğu’da Rusya Batı’yı, ABD’yi siliyor mu, diye bir düşünce oluşturuyor aslında.

-Peki, Suriye’deki siyasi satranca ilişkin hep aynı soru gündemde... ABD gerçekten de Moskova’nın Akdeniz’e çıkış noktası, halihazırdaki müttefiki Şam’ı desteklemez mi sandı..?

“Arap Baharı” süresince hiçbir aktör aslında tek belirleyici olamadı. Kimse o yüzden Rusya’nın bu kadar etkili, kalıcı olcağını beklemiyordu. Hesaplanmayan şey ise Rusya’nın İran’la anlaşmasıydı. İran’ın Nusayriler üzerindeki etkisi, Lübnan Hizbullahı ile iletişimi, Yemen, Bahreyn’deki etkisi...

Şii coğrafyanın lideri, ABD’nin dışladığı bir aktör olduğu için onun da tek açılımı Rusya oldu. Rusya yanına bölgesel aktör olarak İran’ı aldı. Ancak ABD, bence Türkiye’yi dışlayarak büyük bir hata yaptı. Türkiye’nin yanında olsaydı Rusya bu kadar güçlenemeyecekti. Türkiye’nin çok fazla Esad karşıtlığı ve ÖSO’nun çok karışık gruplardan olması ABD’yi tedirgin etmiş olabilir. ABD asker göndermeden bir çözüm arıyordu. Obama döneminden itibaren yürütülen politika geri çekilmek üzerineydi. İran ve Rusya ise sahada.

Suriye’de bugün en önemli sorunlardan biri Nusayriler ve Kürtler dışında Sünni Arapların olduğu coğrafyayı kimin temsil edeceği. Bunun yanıtı bulunmadığı sürece Suriye’de istikrar sağlamak zor. Cenevre sürecinde masaya kim oturacak dendiğinde Sünni grubu sadece cihatçı gruplar temsil ediyor. Suriye’de Sünnilerin çoğu savaşla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kaldığı için bu olabilir. Oysa Esad tarafı da Kürt tarafı da duruyor.

'Avrupa Trump'ın egosu için İran'la ilişkiyi bozmaz'


-Trump yönetimi, selefi Obama’nın aksine İran’a yönelik yeniden sert söyleme, dışlayıcı hamlelere yönelerek ne elde etmeyi umuyor?

Trump’ın bahsettiği “Önce Amerika” söylemi “Sadece Amerika mı” oldu, buna bakmak lazım... İçe kapanan, İran’a, Kuzey Kore’ye kızan, adeta gölgesi ile kavga eden bir ABD politikasının sonucu ne olacak... ABD uluslararası nükleer anlaşmadan çekildiği zaman, İran’a savaş açamayacağına göre, İran’ın zaten ABD ile açlımı olmadığı, Rusya-Suriye ile müttefikliği olduğuna göre, Avrupa ile iyi geçinmesinin üstüne hatta AB’nin de ABD’ye mesafe koyduğu düşünüldüğünde Washington’ın bundan nasıl bir kazancı olacağına dair şüphelerim var. ABD-Avrupa arasında İran konusu gerilimi büyütür. Trump egosu yüzünden İran’ı Rusya’nın kucağına bırakmak Avrupa açısından da menfaatine değil. ABD’nin hamlesi İran’ı Rusya’ya mahkûm kılıyor. Suriye, Irak, Afganistan örneğine bakıldığında yetersizliği görünen ABD’nin, Rusya-Çin destekli bir İran’a ne yapabilir sorusunun yanıtını merak ediyorum açıkçası.. Yaptırımlar derseniz.. İran, öncesinde de hep yaptırımlara maruz kalmış, alışık zaten.

-Ankara’nın Tahran’la Suriye üzerinden uzlaşısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye İran yakınlaşması barışın önündeki en büyük anahtar. Sünni-Şii dengesi açısından bakıldığında, Riyad’la Tahran arasındaki dengesizliğine bakıldığında Tükiye’nin önemi çıkıyor. Arap olmayan iki ülke ittifakının önemli olduğunu da ortaya koyar. Bölgesel anlamda katkı sağlar.

'ABD çıkarına göre strateji izler'

-ABD’nin yıllardır tartışmalara yol açan “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” sürdürdüğüne inanıyor musunuz...

ABD’nin dünya genelinde staratejileri var ama bunlar mutlak değişmez değil. Konjonktüre göre kimi kullanıp kimi kullanamayacağını seçiyor. O yüzden ABD’nin mutlak bir Ortadoğu’da şu şöyle olacak bu böyle diye bir şeyi yok. Dönemlik, çıkarına ilişkin strateji izler. Gerektiğinde karşı olanları zayıflatmaya çalışıyor. O nedenle adı ne olduğundan daha çok, ABD Ortadoğu’yu hayati alan olarak götürüyor. Burada enerji dahil olmak üzere stratejileri önemli. O nedenle etkin olacağı bir tablo istiyor. Bu tablo Kürtleri ya da Arapları kurtarmaksa o veya başkası, denklem değişebiliyor. Burada şu devlet kurulsun gibi öyle net tablosu da olmayabiliyor. Bazen kimi devletin üniter kalmasını da isteyebilir, güçlü kalmasını da... Özetle politikası kendine bağımlı, kendisine düşman olmayacak, orada kendi çıkarlarını koruyacak sistemlerin kalması.

-Dünyada siyasi-ekonomik-toplumsal sıkışmalara, bölgesel savaşlara işaretle son dönemde daha fazla III. Dünya Savaşı kapıda söylemleri yükseliyor...

Biz zaten III. Dünya Savaşı’nı yaşıyoruz. Geçmişteki savaşlardan daha büyük yıkımlar yaşıyoruz. Göçe bile baktığımız zaman sadece Suriye bile ne kadar ağır bir bedel ödediğimizin göstergesi. ABD-AB gerilimine bakın... Her ülkenin kendi iç sorunu var, bir de üstüne ekonomik pasta küçülüyor. Etnik, dini milliyetçilik artıyor. Nüfus da artıyor. Bir de tabii çevre krizi. Ama bir yandan da “savaş ekonomisi” diye bir şey var. ABD’nin Rusya’nın, silah satışından yeniden yapılanma çalışmalarına yeni nüfuz alanları sağlamasına kadar. Çok kutuplu, değişen, kırılgan, milliyetçi söylemin olduğu kavgacı bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlar neden Trump kazandı derken bugün hangi liderler seviliyor, bakmak lazım. Kavgacı, içindeki şiddeti, nefreti, kızgınlığı dışa vurabilecek lideri arıyor. Bu da doğal olarak çatışmacı bir dünya demek. insanlar ancak bu çatışma dilinin çözüm getirmediğini, ağır bedelleri gördükten sonra barış dili kullanma ihtiyacı duyacak. Artık yeter, hepimiz batıp, öleceğiz dediği zaman. Barış dili olanlar daha sesini çıkardıkları zaman bu bitecek.

'Tek bir tarafa mahkum kalınmamalı'

-Türkiye’nin dış politikasında AKP öncesi “tarafsızlık”, tek bir lider söyleminden ziyade bürokratik dil öne çıkardı... ‘Yurtta barış dünyada barış’ politikasının neresindeyiz artık..?

Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” lafı benim dışımda barış olmazsa ben içerde barışı sağlayamam, içerdeki barış da dışarıya barışı götürmek için bir fırsattır anlamına geliyor. “Gücü ve dostu çok Türkiye” mottosu uzun vadede önemli. Bürokrasi devletin algısı, beynidir. Dünyanın her yerinde çözümün ve barışın arkasında olması gereken diplomatlardır. Daha iyi diplomatlar yetiştirmek, meslek içinden insanları tutmak önemli. “Emret Bakanım” dizisini hatırlayanlar bilir. Siyasi erkin arkasındaki bürokratın aslında yapması gerekeni yapması ama siyasinin kendi istiyormuş hissini yarattığını gösterir. Bu siyasetçinin bilgisizliğini değil, bürokratın, aklının yüksekliğini gösteriyor. Önemli olan akıllı, deneyimli, bilgili bir bürokratın devletin menfaatinin hangi siyasal ideoloji gelirse gelsin koruyacak şekilde hareket etmesidir.

-ABD ile kriz, Rusya ile yakınlaşma sonrasında kimi çevrelerden Türkiye Avrasya’ya yöneliyor yorumlarına ne diyorsunuz..?

Türkiye diplomasi anlamında Doğu’yu Batı’ya, Batı’yı Doğu’ya pazarlayamıyorsa elini tümüyle kaybeder. Bence bizim gücümüz çok yönlü olmaktır. Türkiye olarak biz önemli bir konumda hem doğulu hem batılıyız... O nedenle Batıyı, AB’yi kaybetmiş Türkiye doğuya mahkûm kalabilir. Ama aynı şekilde doğuyla yani İran, Rusya, Ortadoğu’yla kopuk bir Türkiye Batı’ya mahkum kalır. Biz mahkûm kalmamayı tercih etmeliyiz. Ne Rusya’nın içine düşüp ABD’den kopmalıyız ne de tersi... Diplomaside denge politikası önemlidir.

'Diplomasi kapı önünde konuşulur oldu...'

-Türkiye-ABD birbirine mesajını net anlatabiliyor mu... Yoksa körler sağırlar diyaloğu, söylemde müttefiklik sahada bildiğini yapma siyaseti mi..?

Büyükelçi gitmeden Türkiye’deki terör saldırılarının azalmasının istihbaratını ABD sağladı derken aynı zamanda söylemde bir tehdit de vardı. “Bizim sayemizde olay olmadı, biz olmazsak bakın bundan sonra ne olur” diye bir tehdit algısı yaratması çok tedirgin ediciydi... Bu da ABD’nin demek ki Türkiye’nin ne kadar ciddi problemler yaşadığını bilip, bilmezden geldiği yorumunu ortaya çıkarıyor. Peki, o zaman sormak lazım niye bunun öncesinde bu istihbaratı vermediniz, bu kadar insan öldü, soruları akla geliyor.. Bence diplomatik anlamda elçinin sözleri çok düşündürücü.. Ancak bugün Türkiye’nin ABD ya da başka bir ülkeyle ilişkisinde eskiden olduğu gibi devletten devlete, bürokrattan bürokrata, kapı arkasında değil kapı önünde konuşulur oldu. Diplomasinin çok kapı önünde konuşulur olması da ilişkileri yüz göz yaptı. Halkın bilme hakkı tabii var. Ama süreci sakız gibi çiğnersek iki taraf için de acı verici olabilir. Çünkü diplomaside pazarlıklar kapı arkasında yapılır. Sürecin içi kapalı sonucu açık olmalı. Aksi takdirde sokakta konuşur gibi olunuyor. O yüzden bugün daha fazla kriz yaşıyoruz. Sosyal medyayı arkamıza alarak diplomasi yürütemeyiz, lafı, çözümü polemiğe getiririz. Diplomasi akılcı ve dengeci bir şekilde pazarlıktır. Çözüm iki tarafında kazan kazan olduğu nokta olarak öne çıkmaktadır.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler